Terör olayları ya da salgınlar gibi güvende hissetmenin bir lüks haline geldiği, kaygının her kesime genişlediği koşullarda toplumların gözetime rıza göstermeleri daha kolay hale gelir. Belki de bu yüzden, tüm dünyaya yayılıp günlük hayatı her bakımdan etkileyen COVID-19 salgınını kontrol etme çabaları arasında hiçbir hükümet dijital gözetim teknolojilerini seferber etmekten çekinmedi. Bilişim ve iletişim teknolojileri kişisel verilerin toplanmasını, kayıt altına alınmasını, çözümlenmesini, depolanmasını ve böylece de kullanıcıların profilini oluşturmasını mümkün kılarken; bu teknolojilerin hakimiyetini meşru kılan kesinsizlik, korku ya da kaygı ortamları her zaman var olmuştur ya da hükümetler tarafından yaratılmıştır. COVID-19 salgını sürecinde akıllı telefonlar üzerinden elde edilen konum bilgileri, sosyal medya ve filyasyon uygulamalarının kullanımı, hasta ve olası hastaların hareketlerinin izlenmesi, temas takibi, veri ağının analizi ve drone kullanımı gözetim için var olan fırsatları had safhaya çıkardı. Bunlara ek olarak uydu takip sistemleri ile konum takibi, yapay zekâ ve coğrafi konum belirleme uygulamaları, elektronik uygulamalarla yürütülen karantina süreci, elektronik kelepçeler, akıllı robot ve drone’lar ile kalabalık kontrol yöntemleri de diğer veriye erişim ve analiz yöntemleri olarak karşımıza çıkmıitır.

Teknolojik gelişmelerin sunduğu yeni araçlar aynı zamanda mahremiyet ihlali ve gözetim merkezli güç kontrolü gibi sorunları tekrar tartışma konusu haline getirdi. Devletlerin elinde tuttuğu veri yalnızca sağlık çalışanları ya da kuruluşları tarafından toplanan veri değil, aynı zamanda vatandaşların çeşitli uygulamalarla kendileri sakladıkları sağlık verilerini de içermektedir Bu noktada sağlık verilerimiz hastalık gözetiminde değil, hükümet gözetiminde kullanılmakta. Bu verilerin ne kadar tutulacağı ne kadar güvende oldukları ve bu verilerle gelecekte ne yapılacağı hakkında soru işaretleri bulunmaktadır. 

Gözetimin sağlık yönetimine, yöneticilerine ve kamu kişiliklerine sağladığı yararlar gözetimin sebep olduğu olumsuz etkilerin göz ardı edilmesine sebep oluyor. Gözetimin doğasında bulunan baskıcı ve otorite kurucu unsurları yok saymak sonrasında önemli sosyal ve siyasal sorunları getirecektir. Gözetim, baskıcı ve demokratik olmayan bir toplumun oluşmasına yol açacaktır. Unutulmamalıdır ki kitlesel gözetimin gelecekte farklı amaçlarla kullanılmayacağının garantisi yok. Bu teknolojilerin suiistimal edilme ihtimali, devlet ve vatandaş arasındaki güç dengesini değiştirebilir. Bütün soru işaretleri ve suiistimal ihtimali bu konuda kamu politikasına duyulan ihtiyacı da ortaya çıkarmakta.

Özgürlük Araştırmaları Derneği olarak, International Democratic Initiative Foundation (IDI) desteğiyle hazırladığımız bu projede Türkiye’de ve dünyada COVID-19 salgını sırasında kullanılan gözetim teknolojilerini kişisel mahremiyet ve hukukun üstünlüğü bağlamında inceliyoruz. Aynı zamanda kısıtlayıcı önlemlerin ve kamu politikalarının etkilerini tartışıyoruz. Projenin başlıca amacı bu gözetim mekanizmaları ve teknolojilerinin kişisel özgürlükler konusunda ne tür sorunlar yarattığını ve sorunların nasıl çözülebileceğini ele alarak kamu politikası önerilerinde bulunmak. ÖAD proje kapsamında online bir çalıştay, lansman etkinliği, yüz yüze ve online kampanyalar düzenlemeyi ve milletvekillerine ziyaretler düzenlemeyi hedefliyor.

Önceki İçerikTayyip Erdoğan Üçüncü Defa Cumhurbaşkanı Seçilebilir mi?
Sonraki İçerikİnsan Onuru, Din ve Ahlâk