2 Mayıs 2017 tarihinde yaptığım bir facebook paylaşımında şöyle demiştim: ‘’Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidardaki Partiye genel başkan olmasının muhtemel sonuçlarından biri, artık AKP’yi de eleştirmenin riskli hale gelmesi ve bu riskten kaçınmayanlar olduğu sürece de “Cumhurbaşkanına hakaret” isnadıyla açılan dava sayısının tavan yapması olacaktır.

Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ‘’Cumhurbaşkanına hakaret’’ davalarının sayısı daha önceki dönemlere göre çok yükselmiştir. Nitekim Adalet Bakanlığı’nın geçen yıl Eylül ayı itibariyle açıkladığı adalet istatistiklerine göre, Erdoğan’ın yedi yıllık (2014-2021) cumhurbaşkanlığı sırasında ‘’cumhurbaşkanına hakaret’’ isnadıyla açılan ceza soruşturmalarının sayısı 160 bini geçmiş, bunlardan 35 bin kadarı kamu davasına dönüşmüş ve sonuçta 13 bine yakın kişi mahkûm olmuştur. Bu, medenî dünyada örneği bulunmayan ve esasen bulunmasına da imkân olmayan bir sayıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs 2017’de AKP’ye önce üye olup sonra yeniden genel başkan seçilmesini takiben ‘’Cumhurbaşkanına hakaret’’ davalarının sayısı muhtemelen daha da artırmıştır. Yine de, bu tahmini doğrulayacak Mayıs 2017’nin öncesi ve sonrasına ait dava sayılarının karşılaştırmalı istatistikî verileri henüz elimizde yoktur. 

Bugün itibariyle, Türkiye’de cumhurbaşkanına hakaret isnadıyla açılan soruşturmaların olağan dışı ölçüde yüksek olmasının başlıca üç nedeni var. Bunların başında, Türkiye’nin genel olarak ifade özgürlüğü konusundaki evrensel standartlardan gitgide uzaklaşan kötü sicili gelmektedir. Nitekim Strasbourg Mahkemesi kendisine ulaşan hemen hemen her başvuruda Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğünü güvence altına alan 10. maddesini ihlâl ettiği sonucuna varmıştır.

İkinci neden Türkiye’de ‘’devletçi’’ zihniyetin yargıda bile egemen olmasıdır. Devleti ve egemenliği kutsayan, dolayısıyla devleti temsil eden makam sahiplerini de dokunulmaz addeden memur ideolojisi maalesef Türkiye’nin hukuk adamlarını da etkisi altına almıştır. Onun içindir ki, yargıçlarımızın büyük çoğunluğu kendilerini ‘’adalet’’in özerk temsilcileri veya bağımsız hak ve adalet icracıları olarak değil de sadece ‘’devletin memurları’’ olarak görmektedir. Tipik bir yargıç ‘’egemenlik’’ sihirli sözünün –bu ‘’erken modernlik’’ bid’atinin- devreye girdiği her durumda hukuk formasyonuna sahip olduğunu unutmakta ve anında sıradan devlet memuru gibi düşünmeye başlamaktadır.

Bu arada, yargıçlar, Türk Ceza Kanunu’nun Üçüncü Bölüm başlığının varsaydığı gibi Cumhurbaşkanını Devletin en başta gelen bir ‘’egemenlik organı’’ olarak görmektedirler.  Türkiye’de, ilginçtir, devlet memurlarının –yargıçlar dâhil- yanında, vatandaşların da çoğunluğu Cumhurbaşkanını kendisini seçen ‘’cumhur’’un (halkın) değil de büyük harfle yazılan Devletin temsilcisi saymakta, söz konusu başlıkta yer alan ‘’saygınlık’’ı da bunun için fazla ciddiye almaktadırlar. Bu anlayış Cumhurbaşkanına yöneltilen her eleştiri ve kınamanın onun anayasal statüsünden kaynaklandığı varsayılan ‘’saygınlığı’’na bir saldırı olarak görülmesini kolaylaştırmaktadır.

Cumhurbaşkanına hakaret davalarının ve bu davalarda verilen mahkûmiyet kararlarının sayılarının tavan yapmasının üçüncü nedeni, savcısı ve hâkimi ile Türkiye’nin hukuk uygulayıcılarının yeni sistemde Cumhurbaşkanının iki farkı konumunu ayırt etmemeleridir. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Anayasal olarak baş icracı ve devletin başı olduğu kadar, iktidar partisinin de lideridir ve bu sıfatla ister istemez partizan politikanın bir aktörüdür. Dolayısıyla, yargının, Cumhurbaşkanı olan şahsın parti politikası çerçevesinde aldığı sözlü ve yazılı tutumu onun Cumhurbaşkanlığı statüsünden ayırması gerekir. Başka bir deyişle,  parti lideri olarak yaptıkları ve söyledikleri söz konusu olduğunda, Cumhurbaşkanı diğer partilerin temsilcileriyle aynı konumdadır ve onlar kadar eleştiriye açık olmak durumundadır. 

Kaldı ki, cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişinin Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptıkları da eleştiri ve kınamadan muaf değildir. Mevcut sistemde cumhurbaşkanlığının icracı makam olması bunu zorunlu kılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi muhtelif kararlarında kamu yetkisi kullananların sıradan yurttaşlara nispetle daha fazla eleştiriye açık olmaları gerektiğini belirtmiştir.

AİHM daha özel olarak devlet başkanlarının konumuyla ilgili kararlar da vermiştir. Nitekim 2011 yılında İspanya’ya ve 2013 yılında Fransa’ya karşı verdiği iki ayrı kararda, siyasal hayat içinde devlet başkanlarının kendi konumları itibariyle sert yorum ve değerlendirmelerle karşılaşmalarının normal olduğunu ve bunun siyasal eleştiri hakkının doğal bir sonucu olduğunu belirtmiştir.

Bu arada, AİHM Türkiye hakkında 2021 yılında verdiği bir kararda da Türk Ceza Kanunu’nun Cumhurbaşkanına hakaretin cezalandırılmasını öngören 299. maddesinin Avrupa normlarına uygun olmadığını tespit ederek değiştirilmesini istemiştir. Mahkemeye göre, cumhurbaşkanı hakkında pekâlâ haber yapılıp eleştirel görüş beyan edilebilir. Cumhurbaşkanı bu konularda bir imtiyazdan veya özel bir yasal korumadan yararlanamaz.

Bu meselede Türkiye’deki problem, önemli ölçüde, Ceza Kanunu’nun genel hakaret suçuna (m. 125) ek olarak bir de ‘’cumhurbaşkanına hakaret’’ diye ayrı bir suç ihdas etmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu düzenleme Avrupa’daki yeni eğilime de aykırıdır. Onun için, bu meselede çözüm bir yandan ‘’cumhurbaşkanına hakaret’’ suçunun kaldırılması, öbür yandan da genel hakaret suçunun -gerek normatif düzenleme gerekse yargısal içtihat bakımından-Avrupa standartlarına uygun hale getirilmesidir. (Diyalog, 8 Mayıs 2022)

Önceki İçerikKavala’nın Mahkumiyeti Türkiye’de Hukukun Ölüm İlanıdır
Sonraki İçerik2021 ALMANAK Türkiye’de Hukuk Devleti, Demokrasi, Sivil ve Ekonomik Özgürlükler
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)