“ ‘Vaka’ ve ‘hasta’ arasında yapılan ayrım evrensel bir temelden yoksundur. Sağlık Bakanlığı’nın uluslararası temeli olmayan bir standart geliştirme girişiminin halihazırda var olan şeffaflık ve güvenilirlik sorununu daha da derinleştirmektedir.”

‘Özgürlük Gündemi’ adlı bültenin ilk sayısına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz!

https://mailchi.mp/ozgurlukaras…/ozgurluk-gundemi1-2827045

Şeffaflık Sorunu: Vaka Sayılarının Manipüle Edilmesi

Karantina önlemlerinin hafifletilmeye başladığı yaz aylarından itibaren koronavirüs vaka sayılarının beklenmedik bir biçimde stabil kalması, vaka sayılarının gerçekte olduğundan daha az gösterildiğine dair şüpheleri artırmıştı. Eleştirileri uzun süre göz ardı eden Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 30 Eylül Çarşamba günü yaptığı basın toplantısında “her vaka hasta değildir” dedi ve semptom göstermeyen vakaların hasta olarak nitelendirilemeyeceğini belirtti. Bu değişiklik esasında 29 Temmuz 2020 tarihinde sessizce gerçekleşmiş, duyurulan günlük koronavirüs tablolarında “vaka sayısı” yerine “hasta sayısı” ifadesi kullanılmaya başlanmıştı. Fakat bu ayrım kamuoyunun, uzmanların ve muhalefetin dikkatinden kaçmıştı. O kadar ki, Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Öztürk şunu söyledi: “Ben vaka sayısı ve hasta sayısı ifadesinin eş anlamlı olarak kullanıldığını sanıyordum. Meğer başka bir anlamla kullanılıyormuş. Benim de bilgim yoktu.” 

Sosyal medyada gelen tepkiler üzerine Koca “devletimiz, halkın sağlığı kadar ulusal çıkarını da korumaktadır. Çünkü salgın hayatın tüm alanlarını etkilemektedir” diyerek aslında ekonomi ve turizm gibi alanlardaki tahribatı azaltmak amacıyla verilerin değerlendirilmesinde farklı bir yöntemin seçildiğini ima etmiş oldu.

“Vaka” ve “hasta” arasında yapılan ayrımın evrensel bir temelden yoksun olduğunu belirtmek gerekir. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre “klinik işaret ve semptomlardan bağımsız olarak, laboratuvar testlerinde COVID-19 enfeksiyonu taşıdığı tespit edilen bir kişi” vaka olarak sayılır. Sağlık Bakanlığı’nın uluslararası temeli olmayan bir standart geliştirme girişiminin halihazırda var olan şeffaflık ve güvenilirlik sorununu daha da derinleştirdiğini belirtmek gerekir. 

HDP’ye Yönelik Operasyonlar

2014’te yaşanan “Kobani Eylemleri” ile ilişkili olarak 25 Eylül 2020 tarihinde 7 ilde HDP’lilere yönelik operasyon düzenlendi. Eski HDP milletvekillerinin, il/ilçe yöneticilerinin ve Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in de aralarında bulunduğu 82 kişi gözaltına alındı. HDP eş-başkanı Mithat Sancar bunu “intikam operasyonu” olarak tanımladı ve “Kobani Eylemleri’nin aydınlatılması için defalarca Meclis’te araştırma önergesi verdik. Fakat bu önergelerin tamamı iktidar partilerinin oylarıyla reddedildi” diyerek Kobani Eylemleri’nden HDP’nin sorumlu olmadığını ve iktidarın olayları aydınlatma kaygısının olmadığını dile getirdi.

25 Eylül’de başlayan polis operasyonu 1 Ekim’de Kars merkezli olmak üzere devam etti ve 19 kişi daha gözaltına alındı. Bir gün sonra ise İçişleri Bakanlığı, Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in yerine kayyum atadı. Böylelikle 2019 yerel seçimlerinde 3’ü büyükşehir olmak üzere 8 il belediyesi kazanan HDP, Kars’a atanan kayyumla birlikte elindeki tüm il belediye başkanlıklarını yitirmiş oldu. 2019’da kazandığı 45 ilçenin ise yalnızca birkaç tanesini elinde şu anda bulunduruyor. HDP’lilere yönelik keyfi tutuklamalar ve kayyum atamaları hem onları marjinalleştirerek ulusal siyasal sistemin dışına itiyor hem de yerel demokratik norm ve kurumları derinden zedeliyor. 

Anayasa Mahkemesi Yeniden Hükümetin Hedefinde

Anayasa Mahkemesi son yıllarda yürütmenin hukuka aykırı işlemlerini denetleme ve iptal etme konusunda da oldukça çekingen davranmasına rağmen son günlerde hükümetin hedefi haline geldi. Oysa AYM, 2016 yılında gerçekleştirilen başarısız darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL sürecinde çıkarılan OHAL KHK’larını yerleşik içtihadının aksine denetlemekten kaçınmıştı. Aynı şekilde, OHAL işlemleri nedeniyle kamu görevlilerine idari, mali, cezai ve hukuki sorumsuzluk öngören kuralları iptal etmedi, sivillere dokunulmazlık öngören düzenlemeyi hala gündemine almadı. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Ahmet Altan gibi siyasi tutukluların bireysel başvurularında ihlal kararı vermedi.  Buna rağmen, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda yer alan ve şehirler arası yollarda gösteri yapılmasını tamamen yasaklayan düzenlemeyi iptal etmesi nedeniyle Mahkeme Başkanı, İçişleri Bakanının ağır ve kişisel eleştirilerine maruz kaldı. Mahkeme başkanı ve bir üye tarafından yapılan mahkemeye yönelik eleştirilerin yapıcı olması gerektiğine yönelik açıklamaları, İçişleri Bakanının daha ağır ve kişisel eleştirileriyle karşılaştı. Hükümetin tepkisi bununla sınırlı kalmadı, Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin liderinin AYM’nin yapısının başkanlık sistemine uygun olmadığı ve sisteme uyacak bir mahkeme kurulması için anayasal reform gerektiği yönündeki açıklamaları gündeme geldi. Mevcut sistemde Mahkemenin 15 üyesinin 12’si Cumhurbaşkanı, üçü ise meclis çoğunluğu tarafından atanmasına rağmen Cumhurbaşkanı da MHP liderinin açıklamalarına destek verdi ve bu yönde bir düzenlemenin önüne gelmesi halinde onaylayacağını beyan etti. Somut herhangi bir düzenleme yapılmasa bile bu açıklamaların Mahkeme üzerinde bir baskı yaratacağında şüphe yoktur.  

Avukatları ve Baroları Susturma Teşebbüsleri 

Son aylarda hükümetin avukatları ve baroları kontrol altına almaya yönelik teşebbüsleri ivme kazandı. Ankara Barosunun, Diyanet İşleri Başkanının LGBTİ karşıtı açıklamalarına yönelik açıklamaları ve işkence iddialarına ilişkin yayınladığı raporlara yönelik hükümet eleştirilerini Avukatlık Kanunundaki değişiklikler takip etti.  Bu kanun değişikliği ile 5000’den fazla avukat olan büyük illerde birden fazla baro kurulmasına imkân tanındı. Ayrıca büyük baroların TBB’de temsilini azaltan hükümlere yer verildi. Bu yasa aleyhine açılan iptal davası ise geçen hafta içinde AYM tarafından reddedildi. Bu arada imzaların kontrol edilmediği yönündeki itirazlara rağmen İstanbul’da 2. Numaralı baronun kuruluş dilekçesi TBB tarafından kabul edildi. Avukat Ebru Timtik’in adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla başlattığı açlık grevinin ölümle sonuçlanması üzerine Cumhurbaşkanı başkanlık sarayında düzenlenen adli yıl açılış töreninde terörle iltisakı olduğu tespit edilen avukatların ruhsatlarının iptal edileceği yönünde bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan çok kısa bir süre sonra ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ’nün avukat yapılanmasına ilişkin olduğu açıklanan soruşturma kapsamında 60’a yakın avukat hakkında gözaltı kararı verildiği öğrenildi. Bu avukatlara yöneltilen suçlamaların önemli bir kısmının salt mesleki faaliyetlerine ilişkin olduğu belirtilerek savunma mesleğinin soruşturma konusu yapılması eleştirilmiştir. 

Yeni İşkence İddiaları

Bir süredir ülkenin çeşitli yerlerinden işkence iddialarına ilişkin haberler gelmeye devam etmektedir. Son günlerde Van’ın Çatak ilçesinde askerler tarafından terör örgütüne yardım ettiği gerekçesiyle gözaltına alınan iki kişinin helikopterden atıldığı iddia edilmiştir. Valilik iddiaları yalanlamakla birlikte tedavi altına alınan vatandaşlardan 57 yaşındaki Servet Turgut yaşamını yitirmiştir. Olay hakkında açılan soruşturmaya ilişkin olarak ise yayın yasağı getirilmiştir. Daha sonra da bu haberi ilk yapan Mezopotamya Ajansı muhabirleri göz altına alınmıştır. Başka illerden de kötü muamele iddiaları gelmeye devam etmektedir. Uşak’ta gözaltına alınan bazı kadınların çıplak aramaya tabi tutulduğu iddia edilmiştir.

Yeni Ekonomi Planı

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 29 Eylül’de 2021-2023 dönemini kapsayan Yeni Ekonomi Planı’nı açıkladı. Fakat bu plan içinde barındırdığı tutarsızlıklar nedeniyle ekonomistlerin hedefi oldu. Planın açıklanmasından sonra Dolar ve Euro’nun TL’ye karşı değer kazanması piyasanın da Plan’a güvenmediğinin göstergesi oldu. Bir gazetecinin, döviz kurları ile ilgili sorduğu soruya Bakan Albayrak’ın “Dolar kuru benim için önemli değil” cevabını verdiğini söylemesi tepkileri Bakan’ın üzerine çekti. Türkiye halihazırda bir kur şoku içindeyken bu tarz bir açıklamanın yapılması Türkiye ekonomisi açısından oldukça kötü bir haber. Ayrıca Türk Lirası’nın gerçek değerinin anlaşılması amacıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından açıklanan Reel Efektif Döviz kuru verilerine göre Türk Lirası tarihinin en düşük seviyelerinde seyrediyor ve bu durum vatandaşların refahını önemli ölçüde düşürüyor. 

Yeni Ekonomi Planı’nda Bakan Albayrak refah düşüşüne değil üretim ve ihracat artışına odaklanmış görünüyor. Bu durum hükümetin Çin modeliyle kalkınma ihtimalini denemeye değer bulduğunu gösteriyor. Fakat Türkiye’nin ekonomik ölçek olarak Çin ile hiçbir benzerliğinin olmaması ve iç talebin de düşük olması gibi nedenlerle bu modelin başarıya ulaşması zor görünüyor.

YEP’te büyüme tahminleri 2021 için yüzde 5,8, 2022 ve 2023 içinse yüzde 5 olarak açıklandı. Fakat bunun yanında, cari açığın 2021 için yüzde 1,9, 2022 için yüzde 0,7, 2023 içinse 0,1 olarak gerçekleşeceği vurgulandı. Bu yapılırken Bakan, büyüme noktasında kamunun sürükleyici rol alacağını söyledi. Türkiye gibi tasarruf oranının oldukça düşük, dış kaynak ihtiyacınınsa oldukça yüksek olduğu bir ülkede bu kadar az cari açık verilerek bahsi geçen büyüme oranlarının nasıl yakalanacağına ilişkin somut açıklamalar yapılmaması ekonomistlerin ve vatandaşların ekonomi yönetimine güvenini azaltıcı bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.

Halkbank Davası

17-25 Aralık 2013 yılında başlatılan yolsuzluk operasyonlarının (Bu yolsuzluk operasyonlarının Türkiye bürokrasisi ve siyasetine yerleşmiş bir dini cemaat -Gulenists- tarafından yapıldığı daha sonra ortaya çıktı fakat davalardaki iddialar çürütülmedi) kilit ismi Reza Zarrab’ın Mart 2016’da ABD’de tutuklanmasıyla başlayan Halkbank davası devam ediyor. Zarrab, ABD’yi dolandırmak, İran’a ABD yaptırımlarını düzenleyen Uluslararası Acil Ekonomik Yetkiler Yasası’nı ihlal etmek, banka dolandırmak ve kara para aklamak suçlarından dolayı tutuklanmıştı. Daha sonra savcılıkla işbirliği yapan Zarrab, kurdukları yolsuzluk çarkının önemli noktalarından birinin Halkbank olduğunu hem savcılık soruşturmasında hem de duruşmalar sırasında belirtti. Zarrab’ın yaptığı işbirliği neticesinde o dönem Halkbank’ın genel müdür yardımcısı olan Mehmet Hakan Atilla ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını delmek suçlamasıyla Mart 2017’de New York JFK havalimanında tutuklandı. Bu davadan kısmen suçlu bulunan Atilla 32 ay hapis cezasına çarptırılmış ve 28 ay hapishanede kalmıştı. 

Atilla tahliye olsa da Halkbank’a yönelik dava devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Halkbank, “Yabancı Egemenler Dokunulmazlık Yasası” kapsamında, bu davada “federal mahkemenin yargı yetkisi olmadığı” gerekçesiyle davanın düşürülmesi talebinde bulundu. Fakat 2 Ekim’de Hâkim Richard Berman, Halkbank’ın ABD’ye karşı suç işlediğini, yasalara göre yargılama merciinin isabetli olduğuna karar verdi. Bu dava Türkiye ekonomisi açısından da oldukça önemli. Çünkü Türk bankacılık sistemi son yıllarda yaşanan gelişmeler haricinde neredeyse tüm uluslararası kuruluşlar tarafından güçlü olarak kabul edilirdi. Bu algı Halkbank davasıyla tamamen ortadan kalkıyor. Bunun yanı sıra Erdoğan-Trump görüşmelerinde -eski güvenlik danışmanı John Bolton’un anlatımına göre- Halkbank konusu, Trump tarafından, sürekli bir koz olarak masaya getiriliyor. Sanıyorum Halkbank davası daha uzun bir süre daha Türkiye’nin başını ağrıtacak. 

Önceki İçerikCovid-19 Salgını, Küresel Gıda Sistemini Dönüştürmemiz Gerektiğini Gösteriyor (çeviri)
Sonraki İçerikHayatı Ve Ardında Bıraktıkları Ile Bahaeddin Ögel