Türkiye’de Dini ve Etnik Aidiyetlere Saygısızlık Sorunu

Medeni bir ülke olmanın en önemli göstergelerinden birisi özellikle devletin tüm dini ve etnik aidiyetlere karşı eşit mesafede ve saygılı olmasıdır. Türkiye’de maalesef dini ve etnik aidiyetlerin insanları nitelendirmek ve özellikle aşağılamak hatta suçlamak için kullanılması giderek yaygınlık kazanıyor. Bir grup insanı veya bireyi Hristiyan, Müslüman, Ateist, Zerdüşt Alevi, Yahudi, Sünni olarak veya Ermeni, Rum, Kürt, Arap, Türk vb. olarak nitelendirmek ve bu nitelendirmeyi kötü bir vasıfmış gibi vurgulamak çok önemli insan hakları ihlallerine, toplumsal gerginliklere ve hatta çatışmalara yol açabilecek tehlikeli bir yaklaşımdır. Bu açıdan üzerinde durulması gereken beş boyut vardır. Bunlar: Bu tür nitelendirmelerin kimler tarafından yapıldığı, kime veya kimlere karşı yapıldığı, hangi amaçla neden yapıldığı, hedef kitleyi etkileme gücünün ne olduğu, nihayet bu tür nitelendirmeler karşısında kamuoyunun tutumunun veya tepkisinin ne olduğudur. Türkiye’de dini ve etnik aidiyetlerin insanları suçlamak veya aşağılamak için kullanılması yeni bir olgu değildir. Bütün dini ve etnik aidiyetler konusunda bu tür aşağılayıcı ve suçlayıcı ifadeler kullanılmıştır. Konunun önemini etkileyen ilk husus, bu tür nitelendirmelerin kimler tarafından yapıldığıdır. Sokaktaki vatandaşların çeşitli vesilelerle ikili veya çoklu konuşma ve sohbetlerde bu tür nitelemeler yapması etkileri ve sakıncaları sınırlı bir olgudur. Ayrıca bu tür durumların yasalarla veya diğer müeyyidelerle engellenmesi de mümkün değildir. Ancak bu tür nitelendirmelerin siyasi iktidar mensuplarınca yapılması çok önemli negatif etkiler ve sakıncalar yaratabilecek bir husustur. Bu açıdan Sn. Cumhurbaşkanının birkaç kez “bunlar ateist, bunlar zerdüşt “ ifadelerini kullanması vahim bir gelişmedir. Çünkü bu tür ifadeler, devlet gücünü kullanan tüm merciler açısından bir uyarı ve yönlendirme etkisi yaptığı gibi, sıradan vatandaşların, özellikle de siyasi iktidarı destekleyenlerin durumdan vazife çıkararak, istenmeyen hak ihlalleri yapmalarına da yol açabilir. Ayrıca kendisini mağdur hissedenlerin siyasi iktidar mensuplarına karşı hak araması zor, hatta Cumhurbaşkanınca yapılmış olması halinde imkansız hale gelebilir. Dini veya etnik aidiyetlerin insanları suçlamak için kullanılmasında ikinci önemli konu bu suçlamaların kime veya kimlere yapıldığıdır. Şayet nitelendirme veya suçlama bireysel ise, bu durumda mağdur olanın hakkını araması ve bir biçimde gereken cevabı ve karşılığı vermesi olasılığı vardır. Buna karşılık dini veya etnik aidiyeti nedeniyle suçlananlar gruplar, cemaatler yani geniş topluluklar ise bu durum ciddi sonuçlar doğurabilir. Çünkü böyle bir durumda kendisini o toplulukların veya grupların üyesi hisseden herkes bu durumdan rahatsız olacak ve kendisini tehdit altında hissedecektir. Yani bu tür ifadeler toplu bir infaz etkisi yaratacaktır. Bu tür ifadelerin belli bir suçu işleyen veya işlediği varsayılan gruplar kastedilerek örneğin teröristler zikredilerek yapılması sonucu değiştirmeyecek, hatta daha da vahim hale getirecektir. Çünkü bu durumda örneğin ateistlik veya zerdüştük aidiyeti bir suç işlemeye yatkınlık nitelendirmesiyle aşağılanmış olacaktır. Dolayısıyla bu tür ifadeler teröristler için söylense bile, o inanç grubunda olan herkesi rahatsız edecek sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca bu tür nitelendirmelerin suçun şahsiliği ve suçun kanuniliği ilkelerine de aykırı olduğu muhakkaktır. Çünkü yasalarda ateistlik veya zerdüştlük bir suç olarak tanımlanmamıştır. Ayrıca şayet bir suç işlenmişse, bunun cezasını failin çekmesi gerekmektedir. Dini veya etnik aidiyetleri nedeniyle insanların suçlanması veya aşağılanması hiçbir durumda mazur görülemez. Belli etnik veya dini aidiyeti olan kişilerin çeşitli suçları ve hatta günahları işleme olasılığının diğerlerinden daha fazla olduğunu kimse iddia edemez. Bir insan cinayet de işlese, bir terör grubu toplu katliamlar da yapsa, bu eylemlerin belli bir etnik veya dini aidiyetle ilişkili olduğunu iddia etmek insan haklarının ve hukuk devletinin tüm ilkeleriyle çelişen bir durumdur. Ateist bir insanın en mütedeyyin görünen bir Müslümandan daha iyi bir insan olamayacağı hiçbir şekilde kanıtlanmış değildir. Bir zerdüştün, herhangi bir dine mensup kişiden daha fazla suç işlemeye meyilli olduğunu da hiç kimse iddia edemez. Bu tür iddialar genellikle diğer inanç sistemlerini, hatta kendi inancını iyi tanımamaktan veya yanlış tanımaktan kaynaklanmaktadır. Dini ve etnik aidiyet esas alınarak yapılan suçlamaların kimleri etkilemek amacıyla veya kimleri etkileyebilecek şekilde yapıldığı da çok önemlidir. Miting meydanlarında yapılan aşağılamalar veya suçlamalar ile bir köy kahvesinde veya eş dost ziyaretinde yapılan suçlamalar aynı toplumsal etkiyi yaratmayacaktır. Özellikle çok sayıda TV ekranından canlı olarak verilen ve defalarca haber bültenlerinde yer verilen söylemlerin çok kapsamlı etkileri ve sonuçları olacağı muhakkaktır. Son olarak dini veya etnik kimliklere dayalı suçlamalar ve aşağılamalar karşısında kamuoyunun vereceği tepki çok önemlidir. Bir toplulukta densiz bir kişinin yaptığı suçlamaya, akil bir kişinin vereceği cevap, suçlamanın ters çevrilmesine imkan verebilecektir. Ancak örneğin Cumhurbaşkanı’nın tüm TV’lerden defalarca yaptığı suçlamalar karşısında kamuoyunun hiçbir tepki göstermemesi, vahim bir olaydır. Çünkü bu durum toplumun geri kalan kısmının bu suçlama ve aşağılamaları yadırgamadığı hatta benimsediği anlamına gelebilir. Aşağılanan etnik veya inanç grubunun böyle bir izlenime kapılması o topluma aidiyetini geri dönülmez biçimde sarsan bir insan hakları ihlali anlamına gelecektir.

Önceki İçerikDarbe Girişimi Ve Sistemik Kriz
Sonraki İçerikVenezüella Sosyalizminde Bira Yok (ve Demokrasi De)