Türkiye’yi zengin ülkeler kategorisine sokacak model özgürlükçü ekonomi modelidir. Tarihsel tecrübe de göstermektedir ki, ekonomik özgürlükleri yüksek olan ülkeler daha yüksek ekonomik büyüme ve insani gelişmişliğe sahip olmaktadır.

Bu yazı 5 Ocak 2022 tarihinde Paraanaliz websitesinde yayımlanmıştır.

“Mutlak eşitliği özgürlüğe önceleyen toplumlar ne eşitlik ne de özgürlüğe sahip olur. Eşitliği tesis etmek için kullanılan otorite özgürlüğü yok eder ve sadece yetki sahiplerinin çıkarına hizmet eder. Özgürlüğü eşitliğe önceleyen toplumlar ise ikisine de önemli ölçüde sahip olur.”

Milton Friedman

Giriş

Türkiye’de yeni model tartışmaları süregelirken, maalesef kıymeti kendinden menkul veya tarihsel tecrübeden beslenmesi ile değil heterodoks olması ile övünülen reçeteler gündeme geliyor. Gerek iktidara yakın gerekse de aynı iktidara muhalif kimi çevreler, başarısı ispatlanmış çözümleri miadını doldurmuş demode fikirler gibi lanse ediyor. Son 200 yıldır dünyada refah üreten olgular ve kurumlar, ısrarla ve bilinçli olarak küçümseniyor veya göz ardı ediliyor.

Bir ülkede yürürlüğe konulacak siyasi veya iktisadi sistemin (modelin) tek meşru amacı toplumuna mutluluk ve refah getirmesi olabilir. Diğer hiçbir gerekçe veya fantezi bundan daha değerli ve öncelikli sayılamaz. Peki hangi sistemler toplumunun refahına daha iyi hizmet eder? Veya şu meşhur soruyu soralım: Neden bazı toplumlar daha zenginken, diğerleri daha yoksuldur? Ve de yoksulluk ile mücadelede ne tür politikalar daha etkili olmaktadır?

Kronik bir sorunun çözümü, onu var eden yapısal sebepleri bertaraf etmekten geçer. Akciğer bronşları tıkanan ve solunum güçlüğü yaşayan bir hastanın sıkıntısını hafifletmek için ona oksijen takviyesi verilebilir. Ama hastalığın sona ermesi ancak hastanın sigarayı bırakması ile mümkündür. İşte yoksulluğun çözümünde de sosyal yardımlar ancak geçici işlev görür. Yoksulluğun gerçek sebebi üretken bir ekonomiye sahip olamamaktır. Çözümü de sürdürülebilir, güçlü ve kapsayıcı ekonomik büyümedir.

Ekonomik Özgürlükler ve Toplumsal Refah

Üretken bir ekonomi için üreten bir topluma ihtiyaç vardır. Bireyleri üretmeye sevk edecek olan ise; üretim eylemi ile elde edeceği faydanın katlanacağı zahmete baskın gelmesidir. İşte ekonomik özgürlükler, bireylerin kendilerine uygun gördükleri faydanın peşinden koşma hakkı ile ilgilidir. Bir diğer deyişle, bireylerin kendi yaşamları için kendi imkanlarını (zaman, yetenek, beceri, finansal kaynak vb.) en doğru olduğuna inandıkları eylemler için kullanabilmesidir.

Ekonomik özgürlükler, aynı zamanda başkalarının da sahip olduğu bu hakka keyfi müdahale etmemeyi de içerir. Birey, başkasına zarar vermediği sürece, kendisine fayda sağlayacağını düşündüğü eylemler yoluyla topluma da hizmet eder. Zira, eyleminden bir fayda elde edebilmesi için o eylemden fayda görecek ve onun karşılığını verecek bir muhatap da bulması gerekir. Adam Smith’in de veciz sözünde belirttiği gibi; fırıncının taze ve lezzetli ekmekler üretmek için çaba göstermesi hayırseverliğinden değil iyi bir gelir elde etmek istemesindendir. İşte ekonomide katma değerin kaynağı da; bireylerin, diğerlerinin beğenisini kazanmak için kaynaklarını daha verimli kullanmak istemesinden başka bir şey değildir.

ABD ve Kanada merkezli düşünce kuruluşları Heritage Vakfı ve Fraser Enstitüsü’nün her yıl yayımlamış olduğu çalışmalar da gösteriyor ki ekonomik özgürlüklerini geliştiren ülkeler daha yüksek büyüme performansı sergiliyor (Grafik 1). Yine ekonomik özgürlüklerin yüksek olduğu ülkelerde yoksulluk oranı çok daha düşük oluyor (Grafik 2). Ekonomik özgürlükler ile ekonomik refah arasındaki olumlu ilişkiyi bir çok farklı akademik çalışma da doğruluyor.

Grafik 1- Ekonomik Özgürlükler ve Ekonomik Büyüme Oranı

Heritage Vakfı’nın bulgularına göre, ekonomik özgürlükleri gelişen ülkeler son 25 yılda yıllık ortalama %2.6 büyüme hızı kaydederken, ekonomik özgürlükleri zayıflayan ülkeler aynı dönemde %1.7 gibi bir hızla büyüyor.

(Kaynak: Heritage Vakfı, 2021 Ekonomik Özgürlükler Raporu)

Grafik 2- Ekonomik Özgürlükler ve Yoksulluk Oranı

Bu grafik, 2011 yılı satın alım gücü baz alınarak günde 5.5$’ın altında geliri olan yoksul kişi sayısının toplam nüfusa oranını gösteriyor. Ekonomik özgürlüğü en düşük ülkelerde yoksulluk oranı %71.5 seviyesindeyken, ekonomik özgürlüğü en yüksek ülkelerde bu oran sadece %4.5.

(Kaynak: Fraser Enstitüsü, 2021 Ekonomik Özgürlükler Raporu)

Ekonomik Özgürlüklerin Temel Unsurları

Hangi ülkeler ekonomik açıdan daha özgürdür? Gerek yukarıda bahsettiğim kurumların düzenli raporlarında gerekse de akademik literatürde bunun için çeşitli kriter ve tasnifler mevcut. Ben bu çalışmalardan da hareketle altı kategoride ekonomik özgürlükleri sınıflandırmak isterim:

1- Mülkiyet Hakları ve Hukukun Üstünlüğü:

Bireyi üretmeye teşvik eden temel unsur, ortaya koyduğu emeğin karşılığında bir gelire sahip olacağını bilmesidir. Özel mülkiyet, emeğin karşılığını almayı garanti eden yegane kurumdur. Aynı zamanda bireyi devlete bağımlı yaşamaktan kurtarır ve ona ekonomik bağımsızlık verir. Belki de ekonomik büyüme ve refahın en hayati koşulu özel mülkiyet hakkının tanınmasıdır. Mülkiyet hakkını tanımak ve yaşatmak; onu her türlü anlaşmazlık, çatışma, saldırı ve keyfiliğe karşı koruyan adil kanunlar ve bu kanunları etkili biçimde uygulayan güvenlik ve yargı kurumları ile mümkündür.

Grafik 3- Mülkiyet Hakları ve Kişi Başı Milli Gelir

Heritage Vakfı’nın çalışmasına göre; mülkiyet hakları, hukukun üstünlüğü ve yolsuzluktan kaçınma endekslerinde yüksek skor gösteren ülkeler daha yüksek kişi başı milli gelire sahip oluyor.

(Kaynak: Heritage Vakfı, 2013 Ekonomik Özgürlükler Raporu)

2- Rekabetçi ve Eşit Kurallar:

Bir ülkede kamu otoritesi iş yapmayı ne kadar zorlaştırıyorsa o ülkede ekonomik özgürlükler o kadar çok zayıflıyordur. Piyasaya girişi engelleyen sınırlamalar, karmaşık vergi mevzuatı, katı koşullara tabi mesleki ve ticari izinler, ayrımcı düzenlemeler veya esnek olmayan bürokratik kurallar ekonomik rekabeti azalttığı gibi bu düzenlemelerin yokluğunda faaliyet gösterebilecek verimli girişimlerin kurulmasını da engeller. Kanunların ticareti kolaylaştırması ve rekabeti artırması kadar istikrarlı olması ve herkese eşit biçimde uygulanması da ekonomik özgürlükler açısından mühimdir. Keyfi biçimde değişebilen ve ayrıcalıklı gruplara türlü imtiyaz, muafiyet veya istisna tanıyabilen kuralların olduğu bir sistemde iktisadi kaynaklar toplumun refahı için verimli şekilde kullanılmaktan çok kamu yöneticilerinin ve baskı gruplarının çıkarı için harcanır.

Grafik 4- Gelir gruplarına göre en çok ve en az rekabetçi ülkelerin ekonomi büyüme oranları (2007–2014)

Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre; her farklı gelir grubunda daha rekabetçi olan ekonomiler, daha az rekabetçi olanlara kıyasla daha yüksek büyüme oranına sahip oluyor.

(Kaynak: Dünya Ekonomik Forumu Küresel Rekabetçilik Raporu 2015–2016)

3- Ticaret ve Yatırım Serbestliği:

Ticaret özgürlüğü, bireyin bir malı veya hizmeti istediği kişiye istediği fiyattan istediği miktarda satma veya satmama hakkı ile ilgilidir. Aynı özgürlük bir mal veya hizmet alımı için de geçerlidir. İthalat ve ihracata uygulanan türlü kota, gümrük vergisi, ücret tarifesi, fiyat kontrolü ve benzeri kısıtlamalar, bireylerin kendi kaynaklarını en verimli biçimde kullanmasını ve kendisi için en faydalı ticari kararı vermesini engeller. Öte yandan kısa veya uzun vadeli yabancı kaynakların ülkeye giriş ve çıkışında engellerin olmaması ve yabancı yatırıma açıklık da ekonomik özgürlükler açısından vurgulanması gereken diğer önemli hususlardır.

Grafik 5- Uluslararası Ticaret ve Ekonomik Büyüme

Dünya Bankası verilerine göre; gelişmekte olan ekonomiler içerisinde uluslararası ticarete açık olanlar, 1980’lerden itibaren istikrarlı biçimde hem gelişmiş ülkelerden hem de dışa kapalı ülkelerden çok daha hızlı büyüyor.

4- Düşük Vergi Yükü:

Yüksek vergiler, satın alım gücünü zayıflatmak yoluyla toplumsal refahı olumsuz etkilediği gibi bireylerin üretim eylemleri sonucunda elde edeceği şahsi faydayı da azaltarak üretkenliği, yaratıcılığı, girişim şevkini ve çalışma teşviğini düşürür. Birçok farklı akademik çalışma da, gerek gelir vergisi gerek de kurumlar vergisinde yapılan indirimlerin ekonomik büyümeye olumlu etkisini doğrulamaktadır.

Grafik 6- Gelişen Ülkelerde Şirketlere Vergi Oranı ve Toplam Vergi Gelirleri

Dünya Bankası ekonomisti Theresa Osborne’un 2016 yılındaki çalışmasına göre; gelişmekte olan ülkelerde, işletmelere uygulanan vergi oranı ile toplam vergi gelirleri arasındaki ilişki olumsuz. Diğer deyişle, vergi oranının düşük olduğu ülkelerde milli gelire kıyasla toplam vergi gelirinin daha yüksek olduğu gözlemleniyor. Osborne bu ilişkiyi, gelişen ülkelerde yüksek vergilerin verimliliği ve büyümeyi düşürmesine bağlıyor.

(Kaynak: Dünya Bankası (Ekonomist Theresa Osborne’ın Çalışması)

5- Etkin Kamu Harcamaları ve Kurumsal Devlet:

Ekonomik özgürlüklerin korunması ve yaşatılması için kamunun güvenlik ve hukuk hizmetlerini üstlenmesi gerektiğinden bahsetmiştik. Bunun yanında bireylerin üretim kararlarını olumlu etkileyen ve fırsat eşitliği sağlayan altyapı, eğitim ve sağlık gibi pozitif dışsallığı olan kamusal hizmetler de devlet tarafından finanse edilebilir. En ideal şartlarda dahi ortaya çıkabilecek ekonomik eşitsizlikleri gidermek ve toplumsal ahengi güçlendirmek için yine asgari ölçüde yapılacak gelir transferleri ve sosyal yardımlar da kamunun üstlenebileceği giderler arasında sayılabilir. Burada unutulmaması gereken husus, tüm bu harcamaların yine toplumdan alınan vergiler ile finanse edildiğidir. Verimsiz, popülist, kısa vadeli siyasi çıkarları gözeten ve siyasi rüşvet mahiyetinde kamusal harcamalar için vergi veya borç yükünü artırmak, ekonomik özgürlüklerin ve toplumsal refahın zayıflamasına yol açar. Devletin kurumsal kapasitesi, vergi gelirlerinin yukarıda bahsedilen faydalı ve gerekli kamusal hizmetler için ne kadar etkin kullanıldığı ile ilgilidir. Siyasal iktidarın bağımsız kurumlarca ve etkin kanunlarla sınırlandırılmadığı ülkelerde rüşvet, yolsuzluk, kayırmacılık, akrabacılık, himayecilik gibi yozlaşma faaliyetleri daha çok gözlemlenir ve vergi gelirleri toplumun genelinden ziyade iktidara yakın gruplar için harcanır.

Grafik 7- Kamu Borç Stoku ve Ekonomik Büyüme

Harvard Üniversitesi ve Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu’nda yapılan ve 22 gelişmiş ülkeyi temel alan bir çalışmaya göre (2012); merkezi bütçe açıkları sonrasında artan kamu borcu ekonomik büyümeyi olumsuz etkiliyor. Kamu Borç Stoku görece düşük ülkelerin uzun vadeli yıllık ekonomi büyüme oranı %3.5 iken, bu rakam yüksek borçlu ülkelerde %1.2’ye kadar düşüyor.

6- Sağlam Para:

Bir ülkede mülkiyet hakkına saygının en temel ölçütü o ülkedeki enflasyon oranıdır. Enflasyon bir ülkede ne kadar yüksekse, özel mülkiyete saygı o derece düşüktür. Zira enflasyon, bireylerin geliri ve servetinden yapılan yasal olmayan kesinti veya daha doğru ifadeyle (ç)alınan vergidir. Yüksek enflasyon, bireylerin üretim ve yatırım kararlarını da olumsuz etkiler. Fiyat istikrarının olmadığı bir ortamda bireyler atılımda bulunmak ve risk almak istemez. Bu da ekonomide yenilikçi ve verimli girişimlerin önünü tıkar ve toplumsal refahı olumsuz etkiler. Düşük enflasyon ancak sağlam para politikaları ile mümkündür. Bunun için de iktidardan bağımsız hareket edebilen, ana hedefi fiyat istikrarı olan ve bunun için de kural bazlı para politikalarını takip eden bir Merkez Bankası zorunludur.

Grafik 8- Türkiye’de Yüksek Enflasyon ve Uzun Vadeli Büyüme

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Araştırma Genel Müdürlüğü’nün 1950–1999 arası dönemi incelediği bir çalışmada, Türkiye’de büyümenin en önemli belirleyicisi olan yatırımların yüksek enflasyonun yarattığı belirsizlikten olumsuz etkilendiği ve yüksek enflasyonun uzun vadeli büyüme potansiyelini düşürdüğü ortaya konmuştur.

Sonuç

İşte Türkiye’yi zenginleştirecek iktisadi sistemin ana hatları. Ben buna “özgürlükçü ekonomi modeli” diyorum.

Diğer pek çok gelişmiş ülkede görüldüğü gibi Türkiye’nin ihtiyacı olan; özgürlükçü ekonomi modelidir. Şu ana kadar siyasete hakim olan zihniyet hep ekonomi dışı argümanlarla bu modele engel olmuştur. Kimi zaman milli güvenlik, kimi zaman politik çıkarlar, kimi zaman köhne devletçi anlayış gerekçe gösterilerek Türkiye vakit kaybetmiş ve kaynaklarını israf etmiştir. Ülkemizde topyekün kalkınmayı temin edecek istikrarlı bir büyüme, bu yerleşik zihniyeti aşma iradesini gösterebilmek ile doğrudan ilintilidir.

Önceki İçerikTürkiye’de Ekonomik Özgürlükler Raporu 2021
Sonraki İçerikYOLSUZLUK ALGI ENDEKSİ 2021
İbrahim Alper Akalın
1984 yılında Gaziantep’te doğdum. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği lisans, İngiltere’de bulunan Warwick Üniversitesi’nde de Yönetim Bilimleri alanında yüksek lisans derecesi aldım. 15 yıla yakın süredir Türkiye’nin önde gelen yatırım bankalarında ve uluslararası finans kurumlarında hisse senedi araştırma analisti ve finansal danışman olarak çalıştım. Bu süre boyunca sanayi ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren şirketler başta olmak üzere çeşitli finansal kurumlar ve uluslararası yatırımcılara, şirket değerlemesi, fizibilite ve finansal modelleme, satın alma ve birleşme, halka arz, proje finansmanı ve hisse senedi yatırım danışmanlığı hizmetlerinde bulundum. 2006 yılında kurulan liberal gençlik oluşumu 3H Hareketi’nin kurucusu ve genel koordinatörü olarak birçok sivil toplum etkinliğinde aktif çalışmalarda bulundum. Aynı zamanda DEVA Partisi kurucu üyesiyim ve partinin Ekonomi ve Finans Politikaları Başkanlığı’nda görev almaktayım.