Başka birçok kavram veya ideoloji gibi milliyetçilik te mahiyeti sıkça yanlış anlaşılan bir ideoloji veya doktrindir. Nitekim, ‘’sokaktaki insan’’a göre milliyetçilik kendi ulusunun iyiliğini düşünmek demektir. Tahsil ve terbiye ile (yoksa ‘’talim ve terbiye’’yle mi demeliydim?) ‘’aydınlanmış’’ olanlar ise bu konuda daha ‘’sofistike’’dirler; onlar milliyetçiliği grup aidiyeti ve bağlılığı duygusunun daha gelişmiş ve ‘’ileri’’ biçimi olarak görürler.

En başta milliyetçilerin, temsil ettikleri ideolojinin insanlığın çok eski zamanlarından beri var olduğunu iddia etmelerinin ve elbette onu hayırhah bir ideoloji olarak görmelerinin arkasında bu yanlış anlayış yatmaktadır.
Oysa bu düşünce veya hissiyatın milliyetçilik ideolojisiyle pek az bağlantısı vardır. Gerçekte, kişinin kendi grubunun veya ulusunun iyiliğini düşünmesi için milliyetçi olması gerekmediği gibi, gruba (ulusa) aidiyet duygusu da milliyetçi ideoloji için tek başına yeterli değildir.

Evet, milliyetçilik ne bir duygu ne de o duygudan türeyen bir kavrayıştır, milliyetçilik bir siyasî ideolojidir. Modern bir ideoloji olarak milliyetçilik esas olarak kavramsal bir kurgudur, ama önemli ölçüde insanların aidiyet duygularının istismarına dayanan bir kurgu.

Isaiah Berlin’in vurguladığı gibi, milliyetçiliği yaratan dinamik çok kere toplumun gururunun incinmesi veya onurunun yaralanmasıdır. Onurun yaralanmasının gerçek bir durum olması da şart değildir, kitlelerin böyle hissetmelerini sağlayacak bir algı oluşturulması milliyetçiliğin doğması veya -duruma göre- harekete geçmesi için yeterlidir. Bu incinmişlik veya yaralanmışlık algısını oluşturma görevini de en başarılı şekilde devletin kılavuzluğu altında ‘’aydınlar’’ yapar.

Milliyetçiliğin en büyük ‘’başarısı’’ modern ulus-devletlerin yaratılmasıdır. Ulus-devlet milliyetçiliğin eseri olduğu gibi, milliyetçilik te ulus-devlet(in) ideolojisidir.

Milliyetçiliği karakterize eden özellikler aynı zamanda onun ‘’patolojik’’ yanını gösteren unsurlar olarak ta görülebilir. Bu özellik veya unsurları şu şekilde belirtebiliriz:

(1) Milliyetçilik kendi ulusunun emsalsiz olduğunu ve başka uluslara üstün olduğunu iddia eder. Bu üstünlük algısı yayılmacılığı ve irredantizmi besleyip teşvik eden başlıca etkenlerden biridir.

(2) Milliyetçilik açıkça veya zımnen bir etnik-kültürel ulusun varlığının kabulüne dayanır. Başka bir deyişle, kültürel olan siyasîleştirilir. Bunun başka bir sonucu da ulus-devlet bağlamında ‘’soydaş’’ ile ‘’yurttaş’’ın aynı anlama gelmesidir. Etnik-kültürel ulus kimliği çoğu zaman devlet ve aydınların işbirliğiyle bilinçli olarak kurgulanan bir kimliktir; milliyetçiliğin ‘’ulus’’u aslında, ünlü deyişiyle, tasarlanan veya hayal edilen bir topluluktur.

(3) Milliyetçilik kendi ulusunun etnik-kültürel bakımdan türdeş olduğunu iddia eder. Kültürel farklılık veya çeşitliliği reddeden bu türdeşlik iddiası da toplumu oluşturan ana unsurdan farklı olan etnik-kültürel azınlıkların veya etnik-kültürel bakımdan farklı olan grup veya toplulukların zorla tasfiyesini (tehcir, etnik temizlik ve soykırımı) teşvik eder.

(4) Milliyetçilik ulusla devleti özdeşleştirir; devlet etnik-kültürel olarak tanımlanmış olan ulusundur, ulusa aittir. Devlet ulusundur, ulus devletindir veya ikisi aynı şeydir. Böylece ulusa sadakat devlete sadakate bağlanır veya dönüştürülür. Onun için günümüz
milliyetçilikleri çoğu yerde devlet milliyetçiliği veya devletçi milliyetçiliktirler.

(5) Milliyetçilik, Martin van Creveld’in hatırlattığı gibi, devleti araç olmaktan çıkarıp bizatihi bir amaca dönüştürür. Devlet artık uğruna mücadele edilmesi, ‘’gerektiğinde’’ ölünmesi gereken en yüce değerdir; devlet için ölmek basit bir ölüm değil şehit olmaktır.

(6) Milliyetçilik, diğer komüniteryen ideolojiler gibi, bireycilik karşıtıdır; asıl ahlâkî özne olarak ulusu görür. Bireysel varoluşu kendi başına bir değer olarak kabul etmeyen milliyetçiliğin bireyleri ana referansı olan ulusa feda etmeye hazır olması şaşırtıcı değildir.

Kısaca, milliyetçilik ve ulus-devlet çağımızın yaşayan en büyük patolojisi ve medeniyetten uzaklaşma reçetesidir. (Diyalog, 29 Ocak 2023)

Önceki İçerikÖzgürlük Gündemi Sayı 30
Sonraki İçerik“SESSİZ YAŞADIM, KİM BENİ NERDEN BİLECEKTİR?”
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)