Editör’den,

Anayasa Mahkemesi bir yurttaşın kişisel başvurusu üzerine geçenlerde ceza mevzuatıyla ilgili önemli bir karar verdi, sevindirici olduğu kadar tereddüt de yaratan bir karar… Mahkemenin Genel Kurulu Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinin 6. fıkrasında yer alan “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenlerin örgüt üyesi gibi’’ cezalandırılmasını öngören hükmün belirsiz ve öngörülemez olduğuna hükmetti. Karar, bir siyasî partinin binası önünde yapılan gösteriye katılan bir yurttaşın başvurusuyla dolayısıyla verildi. Kararın sevindirici yanı, ihlâlin doğrudan doğruya kanundan kaynaklanan ‘’yapısal’’ niteliği dolayısıyla Mahkemenin bunu bir ‘’pilot karar’’ olarak tespit etmesidir. (İçtüzüğünün 75. maddesinde öngörülen ‘’pilot karar’’ usulüne Anayasa Mahkemesi ilk defa 2019 yılında verdiği bir kararda başvurmuştu.) Böylece, daha önce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğu AİHM tarafından da tespit edilen ve T.C. Anayasasına aykırı olan sözkonusu hükmün TBMM tarafından düzeltilmesi yolun –en azından teorik olarak- açılmş olmaktadır.

Ancak, aşağıda açıklandığı üzere, Anayasa Mahkemesi’nin bu arada aynı yasa hükmüyle ilgili benzer başvuruların bir yıl süreyle durdurulmasına kararı vermesi endişe vericidir. Çünkü bu karar, fiilen, ihlâl durumunun diğer başvurucular için bir yıl daha devam etmesineMahkemenin  izin vermesi anlamına gelmektedir. Kaldı ki, aynı kuralla ilgili benzer tespiti 4 yıl önce AİHM de yaptığı halde bu güne kadar gerekli yasal değişikliği gerçekleştirmeyen TBMM’nin bu sefer yargı kararının tam gereğini süresi içinde yerine getireceği de kuşkuludur.

Bu arada, üniversite camiasının ısrarlı protestoları yüzünden yılbaşından beri sürüncemede olan Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması sorunu, görevden alınan Melih Bulu’nun yerine Bulu’nun yardımcısı olarak görev yapmış olan Naci İnci’nin atanmasıyla görünüşe göre çözülmüş oldu. Ne var ki, Naci İnci’nin Rektör olmasına öğrencisi ve hocasıyla Üniversitenin mensuplarının karşı olduğu yapılan oylamayla kesinleşmiş olduğu için, sorunun gerçekten çözülmüş olduğu söylenemez. Mevcut sistemin matığına uygun olarak, sadece üniversite rektörlüklerine değil bütün kamusal makamlara tek başına Cumhurbaşkanı tarafından atama yapılmasının isabeti bir yana, Cumhurbaşkanının Rektörlüğe -ilk atamada olduğu gibi- bu sefer de üniversite mensuplarının büyük bir çoğunlukla karşı olduğu ayan beyan ortaya çıkmış olan bir kişiyi atamasının ifade ettiği anlam gerçekten ürküntü vericidir. Cumhurbaşkanı adeta şöyle demiş olmaktadır: ‘’Siz ne derseniz deyin ben bildiğimi okurum. Öğretim üyelerinin iradesinin de benim nazarımda hiçbir kıymeti yoktur.’’

Bunun siyasî iktidar bakımından medenî bir toplum olma iradesini yansıtmadığı açıktır ama Türkiye’nin bugün üniversitelerle ilgili olarak karşı karşıya olduğu mesele bundan ibaret değildir. Bu konuda daha temel önemdeki başka bir mesele şudur: AKP iktidarının son yıllarında yaşanan gelişmeler Türkiye’de üniversite kavramının çökmekte olduğunu gösteriyor ve bu gidişatta ülkemizde bilimsel gelişmenin geleceğinden endişe etmemiz gereken çok şey var. Maalesef Türkiye üniversiteleri gitgide ‘’üniversite’’ olmaktan çıkarak yüksek liseler olmaya doğru ilerliyorlar.

Türkiye’nin önünde önceki sayılarımızda da işaret ettiğimiz, çözülmeyi bekleyen başka sorunlar da var elbette. Suriyelilerden sonra Afgan göçüyle daha da büyük bir sorun haline gelen ülkemizdeki ‘’yabancılar’’la ilgili olarak insan haklarıyla uyumlu acil yasal düzenleme ihtiyacı var. Hükümetin bu konudaki politikası henüz ortaya çıkmış gibi görünmüyor. Benzer bir durum Afganistan’da asker bulundurulması ve Taliban yönetimiyle ne tür bir ilişki kurulacağı konusunda da söz konusudur. Ayrıca, toplumsal barış ve uyum açısından, bu konularda ne düşündüğünü, ne yapmayı planladığını hükümetin kamuoyuyla paylaşması da aynı derecede acil bir ihtiyaç olarak ortada durmaktadır.

Gelecek sayıda buluşmak üzere.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Boğaziçi Üniversitesine Tartışmalı Yeni Bir Rektör Atadı

Yaklaşık 9 aydır Boğaziçi Üniversitesine kimin ve hangi yöntemle rektör atanacağına dair tartışmalar devam ediyor. Erdoğan’ın üniversite bileşenlerinin itirazlarına rağmen Prof. Dr. Melih Bulu’yu rektör olarak atamış, aylar süren protestolardan sonra kamuoyuna açıklanmayan bir nedenden dolayı 15 Temmuz’da Erdoğan tarafından görevden alınmıştı. Üniversite çevrelerinde oluşan beklenti, Erdoğan’ın Boğaziçili akademisyenler tarafından desteklenen adaylardan birinin rektör olarak atanması yönündeydi. Ne var ki, 20 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla yayımlanan atama kararı bu naif beklentileri boşa çıkardı. Bu kararla eski rektör Bulu’nun vekilliğini yapan Prof. Dr. Mehmet Naci İnci Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atandı.[1]

Bu atamadan önce Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin yüzde 82’sinin katıldığı bir oylama yapıldı. Bu oylamada 19 aday yarıştı ve 17 aday meslektaşlarından güvenoyu aldı.[2] Desteklenmeyen iki adaydan biri olan Prof. Dr. Mehmet Naci İnci’nin rektörlüğe atanması hem üniversite öğrencileri tarafından hem de akademisyenler tarafından tepki ile karşılandı.

Bu atama ile AKP hükümeti üniversite bileşenlerinin talep ve kaygılarını bir kez göz ardı etmiş ve aylarca süren protestolara karşı kayıtsız olduğunu göstermiştir. AKP’nin politik olarak kendisine yakın olan kişileri rektörlüğe atamada ısrar etmesi Boğaziçi Üniversitesini ele geçirilmesi (capture) gereken bir kurum olarak hedeflediğini, bunu “sorunsuz” biçimde gerçekleştirmek için ise, atama yöntemi üzerine değil kimin atanacağına üzerine yoğunlaştığını göstermektedir. Ne var ki, bu hususta başarılı olduğu söylenemez.

Türkiye akademik özgürlük alanında son yıllarda hızlı bir düşüş yaşamaktadır. Bunun en önde gelen sebeplerinden bir tanesi üniversitelere yapılan siyasi motivasyonlu atamalardır. Kendilerine bir tür akademik asayiş amiri misyonu biçilen rektörler siyasi iktidarın akademideki uzantısı olarak çalışmakta, öğretim üyelerinin akademik faaliyetlerine müdahil olmaktadır. Dahası, son yıllarda rektörler idari işleyişteki yetki ve sorumluluklarını aşarak akademisyenlerin üniversiteden kovulup kovulmamasında kritik bir rol üstlenmektedirler. Bu durum hem rektörlüklerin hükümet nezdinde ele geçirilmesi gereken bir makam olarak görülmesini sağlamakta hem de akademik özgürlük ve kaliteyi düşürmektedir.

AYM’den “Örgüt Adına Suç İşleme” Düzenlemesi için Pilot Karar

Anayasa Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun 220/6 maddesinde öngörülen “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenlerin örgüt üyesi gibi cezalandırılacağına” ilişkin düzenlemenin belirsiz ve öngörülemez olduğunu belirterek bir pilot karar verdi. 3 Ağustos tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Hamit Yakup başvurusuna ilişkin Genel Kurul kararında AYM, bir siyasi partinin il binası önünde yapılan gösteriye katılan başvurucunun terör örgütüne yardım suçundan üç yıl dokuz ay hapis cezasına çarptırılması nedeniyle yaptığı başvuruyu haklı bularak başvurucunun barışçıl toplantı hakkının ihlal edildiğine karar verdi.[3] Mahkeme ihlalin yasadan kaynaklandığını belirterek, pilot karar usulünü uyguladı. Bu çerçevede kararın bir örneğini TBMM’ye tebliğ ederek bir yıl içinde yasanın değiştirilmesini istedi. Bu süre boyunca da aynı konuda yapılan başvuruları bekletme kararı verdi. AYM’nin bu kararı olumlu bir karar olmakla birlikte pek çok sorun barındırdığı da belirtilmelidir. Öncelikle bu kararın çok geç bir karar olduğunu belirtmek gerekir, zira başvuru 2014 tarihlidir. AYM bu kararı başvuru yapıldıktan yedi yıl sonra vermiştir. Diğer taraftan aynı konuda AİHM (Işıkırık/Türkiye kararında) 2017 yılında TCK, m.220/6’nın öngörülemez ve yasallık ilkesine uygun olmadığına karar vermişti.[4] Bu kararın uygulanmasına ilişkin olarak da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’nin üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirtmişti.[5] AYM, AİHM’den dört yıl sonra aynı şekilde söz konusu düzenlemenin öngörülemez olduğuna ve mahkemelerin bu hükmü çok geniş yorumlayarak, anayasal toplanma hakkını kullanan kişilerin ağır bir şekilde cezalandırılmasına yol açtığına karar verdi.

AYM ihlalin yasadan kaynaklandığını tespit etmesine rağmen, Anayasanın 152. maddesine göre davaya bakan mahkeme sıfatıyla yasaya karşı itiraz yoluna başvurma yolunu seçmemiş, bunun yerine, ihlal kararını TBMM’ye göndererek yasanın TBMM tarafından bir yıl içinde değiştirilmesini istemiştir. Oysa AYM itiraz yoluyla doğrudan yasayı inceleyerek iptal kararı verebilirdi. Öte yandan, TBMM’nin bu kararı nasıl uygulayacağı konusunda mevzuatta bir hüküm bulunmamaktadır. Yasa teklifi verme yükümlülüğünün kimde olduğu belli değildir. Bu konuda TBMM İçtüzüğünde bir değişiklik yapılarak, AYM kararlarının uygulanmasına ilişkin usul düzenlenmelidir. 

Ancak kararın asıl sorunlu yönü, aynı konudaki başvuruların incelemesini bir yıl boyunca durdurması, buna karşılık ilgili hükümden ceza almış olanların infazının durdurulması ya da ertelenmesi konusunda herhangi bir tedbir kararı vermemiş olmasıdır. Bu durumda yasallık ilkesine uymadığı hem AYM hem de AİHM tarafından tespit edilmiş olan bir yasa hükmüne dayalı olarak ceza alan kişiler bir yıl boyunca hürriyetlerinden yoksun kalmaya devam edeceklerdir. Bu durumun kendisi kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin ihlaline sebebiyet verecektir. Kaldı ki bir yıl içinde TBMM tarafından yasa değiştirilse bile bu kişilerin yasa değişikliğinden nasıl yararlanacakları belli değildir. Yasa değişikliğine dayalı olarak yeniden yargılanma talebinde bulunduklarında bu kişilere yeni yasaya göre ceza verilemez. Zira suç teşkil eden fiil AYM kararı doğrultusunda daha vazıh bir şekilde tanımlandığında, yeniden yargılanma talep eden bireylerin fiilleri yeni kurala göre yargılanarak ceza verilemez. Çünkü bu halde ceza yasasının geçmişe yürütülmesi söz konusu olur ki, bu da Anayasaya aykırılık oluşturur. Dolayısıyla öngörülemez bir kurala göre ceza verilmiş olan kişilerin başvurularının bir yıl boyunca askıya alınmasının hiçbir anlamı yoktur. Bizzat bu karar kişilerin haklarının ihlaline sebebiyet verecektir. 

Sistemik sorunlardan kaynaklanan hak ihlallerinin giderilmesi için AYM daha fazla pilot karar usulüne başvurmalıdır. Ancak pilot kararın nasıl uygulanacağı konusunda daha hassas ve titiz olmalıdır. Pilot kararın kendisi hak ihlallerine sebep olmamalı ya da mevcut ihlalleri ağırlaştırmamalıdır.


[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/erdogan-bogazici-universitesine-bulunun-yardimcisi-naci-inciyi-rektor-olarak-atadi-haber-1532410 Ingılızce: https://www.middleeasteye.net/news/turkey-bogazici-university-interim-rector-appointed-fulltime-head-university

[2] https://yetkinreport.com/2021/08/21/bogazicine-yine-istenmeyen-rektor-atamasi/

[3] Hamit Yakut [GK], B. No: 2014/6548, 10/6/2021 

[4] Işıkırık/Türkiye, no. 41226/09, 14/11/2017; AİHM Işıkırık kararından sonra TCK m. 220/6 ve 220/7 maddelerin öngörülemez olduğuna dair toplam 15 karar daha vermiştir. Bazıları için bkz. Bakır ve diğerleri/ Türkiye, no. 46713/10, 10/7/2018; İmret/Türkiye (2), no. 57316/10, 10/7/2018; Daş/Türkiye, no. 36909/07, 2/7/2019.

[5] Bakanlar Komitesi, 7-9 Haziran 2021 tarihli toplantısında (CM/Del/Dec(2021)1406/H46-34) Işıkırık dava grubuna ilişkin olarak TCK’nın 220/6 ve 220/7 maddelerinde yapılan değişikliklerin mahkemenin tespit ettiği ihlali ortadan kaldırmadığını belirtmiştir.

Önceki İçerikÖzgürlük Gündemi Sayı 18
Sonraki İçerikDSÖ’nün Alkol Tüketimini Düşürmek Amaçlı Aksiyon Planına İlişkin Danışma Raporu