Türkiye siyaseti neredeyse bir aydır iktidar bloğunun belirlediği tuhaf bir ikili gündeme hapsolmuş durumda. Gündemin bir yanında Devlet Bahçeli’nin tetiklediği Kürt sorununda yeni bir ‘’çözüm süreci’’ gibi görünen Devlet girişimi var, diğer yanında ise hükümetin Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne karşı yürütmekte olduğu siyasî operasyon.
Bu gündemin görünüşe göre büyük maddesini oluşturan PKK’nın silah bırakarak kendisini tasfiye etmesini sağlamayı amaçlayan girişimin neredeyse yedi aylık bir geçmişi var. Buna karşılık, Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik olarak şeklen yargı eliyle yürütülen ve Başkan İmamoğlu’yla adamlarının derdest edilmesine yol açan siyasî operasyonun henüz bir ayı dolmadı.
Peki bu ikili gündemi neden ‘’tuhaf’’ diye niteliyorum?… Tuhaf çünkü bu iki gündemin bir arada takip edilmesi birbirine karşıt amaçları gerçekleştirmeye dönüktür ve bu nedenle de kendi içinde tutarsızdır. Öyledir çünkü birinci gündem ülkenin büyük bir sorununu, Kürt sorununu çözmek suretiyle ülkeye barış ve huzur getirmeyi amaçlamış görünürken, ikincisi bunun tam karşıt yönünde seyrediyor, yani toplumsal kutuplaşmayı derinleştirip yaygınlaştırıyor ve ülkede barış ve düzenin temellerini sarsıyor.
Anamuhalefet partisinin kontrol ettiği yerel yönetim başkanlarının görevden alınıp ceza kovuşturmalarıyla taciz edilmesi ve çoğunun yerine kayyım atanması, toplumsal barışı dinamitlemesi yanında, açıkça antidemokratik bir uygulamadır. Dahası, siyasî iktidar bu antidemokratik girişimi haklı olarak protesto eden yurttaşlara da ölçüsüz şiddetle mukabele ediyor ve pek çoğunu polis nezarethanelerine veya cezaevlerine tıkıyor. Hükümetin uygulamalarını eleştiren herkese karşı sistematik bir ‘’cadı avı’’na dönüşmüş olan bu operasyon çerçevesinde hemen hemen her gün muhalifler polis tarafından şafak vakti yapılan baskınlarla evlerinden alınıp götürülmektedir.
Bu cadı avından en fazla zarar gören ifade özgürlüğüdür. Nitekim olaylar hakkında kendince değerlendirme yapan, siyasî iktidarın hoşlanmadığı görüşler açıklayan, olup bitenlere ilişkin olarak kamu oyunu aydınlatmaya çalışan başta gazeteciler olmak üzere herkesin hemen gözaltına alınarak haklarında ceza kovuşturması başlatılması vakayı adiye halini almıştır. Bu arada, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyon kapsamında yirmiden fazla şirkete kayyım atanmasına ilişkin son gelişmenin de gösterdiği gibi, ülkede artık muhaliflerin veya CHP’li belediyelerle irtibatlı sayılan hiç kimsenin mal-mülk emniyeti de kalmamıştır. Mül-kiyete keyfî el koymalar yaygınlaşmaktadır.
Bu ve benzeri hak-hukuk tanımayan pervasız uygulamalarla AKP-MHP iktidarı yurttaşların sivil ve siyasal haklarını, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığını tanımadığını ve bu arada demokratik rejimi de kategorik olarak reddettiğini ortaya koymaktadır.
Öte yandan bu çelişik gündemin hükümetin niyeti konusunda görünüşte yarattığı belirsizliğe rağmen, AKP-MHP iktidarının bu gidişatını asıl tanımlayanın, aylardır sürüncemede olan sözde ‘’çözüm süreci’’nin olumlu çağrışımları değil de, Mayıs 2023 seçimleri sonrasında yükselişe geçen ana muhalefet partisinin toplumsal desteğini zayıflatma ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nu (hapse atmasa bile) itibarsızlaştırıp saf dışı bırakmayı amaçlayan kampanyası olduğu kesin gibidir.
Esasen, gerçekleşmesi halinde, PKK’nın tasfiyesinin ardından Kürt sorununun barışçı-demokratik çözümünü sağlayacak hukukî ve siyasî adımların geleceği konusunda da maalesef bir kesinlik bulunmamaktadır. Gerçi partileri adına Öcalan’la temasları yürüten DEM Parti heyetinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la nihayet 10 Nisan’da gerçekleştirdiği görüşme sonrasında yapılan açıklamada ‘’şiddet ve çatışmanın olmadığı, demokratik ve siyasal alanın güçleneceği bir dönem’’in geleceği konusunda ‘’dünden daha umutlu’’ olunduğu ifade edilmektedir. Yine de, DEM Parti heyetinin bu açıklamasının bile sürecin amacı konusunda şimdiye kadar açık-seçik mesajlar vermekten kaçınmış olan Cumhurbaşkanının -ve Devletin- görüşünü yansıttığından emin olamayız.
Öte yandan bu görüşme üzerine MHP genel başkanı Bahçeli’nin yaptığı ‘’terörsüz Türkiye gayesi tavsamadan ve daha fazla uzamadan gerçekleşmeli, on yıllara sari bu melanet ortadan kalkmalı’’ şeklindeki açıklama da devletin ve AKP-MHP ikilisinin -yine Bahçeli’nin sözleriyle- ‘’terörün kökünü kazınması’’ veya ‘’ülkemizin terör kamburundan tamamen kurtarılması’’ndan başka bir amacının olmadığını teyit eder gibidir.
Bu durum da söz konusu sürecin asıl amacının, hukuk ve siyaset alanında gerçekleştireceği özgürlükçü-demokratik reformlar yoluyla AKP-MHP bloğunun Kürt sorununu barışçı bir şekilde çözeceği havası yaratılarak, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını ve ikili koalisyonun iktidarını garanti etmek üzere yapmayı düşündükleri anayasa değişiklikleri için DEM Parti’nin desteğini sağlamak olduğunu akla getirmektedir.
Böyle bakıldığında, CHP’nin itibarsızlaştırılarak geriletilmesini ve popülaritesi yüksek cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun devre dışı bırakılmasını hedeflemiş olan malum sözde yargı operasyonu da ikili iktidarın bu genel stratejisini tamamlayan bir hamle olarak görülebilir.
(Diyalog, 13 Nisan 2025)