BlogYayınlar

ÖZGÜRLÜĞÜ NASIL SAVUNMALIYIZ?

‘’Liberteryenler iki büyük gruba ayrılmıştır: özgür bir toplumu, özgür olmayan bir toplumdan daha iyi sonuçlar verdiği için benimseyenler ile, özgür bir toplumu kişinin başkalarının özgür olma eşit hakkını bastırmadığı sürece özgür olma hakkını inkâr etmek veya bastırmak yanlış olduğu için benimseyenler. Bu farklılığın sıkça karşılaşılan adlandırması ‘’deontolojistlere karşı sonuçsalcılar’’[i] şeklindedir. Ne yazık ki bu iki grup arasındaki iç kavgaya çok fazla enerji harcanmıştır.

Ben iktisatçı olarak eğitim almış olduğum için, liberteryen öğretiyi faydacı veya sonuçsalcı nedenlerle benimsemiştim. Özgür bir toplumun özgür olmayan bir toplumdan -elbette uzun vadede- daha sağlıklı, daha zengin ve daha mutlu olacağına inanıyordum. İktisat teorisi ve iktisat tarihinden hareketle, Sovyetler Birliği, Çin ve başka ülkelerdeki merkezî-planlamalı ekonomilerin korkunç başarısızlığının farkındaydım. Bu farkındalık bana liberteryenizmi benimsemenin uygun bir temeliymiş gibi gelmişti. 

Sağlam bir felsefî temelden yoksun olarak, en azından yolculuğumun ilk aşamalarında liberteryenizmin ahlâkî gerekçesi hakkında düşünmeye çok zaman harcamadım. Yine de hiç kimse beni insanların özgür olmayı tabiatı icabı hak ettiğine, her bir kişinin kendi hayatını kontrol etmek konusunda (bu hakkın kullanımı başkalarının aynı hakkı kullanmalarıyla çatışmadığı sürece) doğal bir hakka sahip olduğuna ikna etmeye gerçekten ihtiyaç duymamıştı. Onun için, yirmi yıldan fazla bir süre önce panelistlerinden biri olduğum liberteryen bir toplantıda sonuçsalcı mı deontolojist liberrteryen mi olduğum bana ilk sorulduğunda, her ikisiyim diye cevap vermiştim. İnsanların, başka insanların saldırıdan özgür olma hakkına saygı göstermeleri gerektiğine ve eğer herkes bu şekilde davranırsa bütün toplum için mümkün olan en iyi sosyal ve ekonomik sonuçların elde edileceğine inanıyordum. 

Zaman geçtikçe kendimi gitgide daha sık olarak liberteryenizm lehinde ahlâkî kanıt getirir durumda buldum. Bazı bakımlardan, bilincinde olduğum şu veya bu cebrî kötülüğe karşı öfkemin gerekçesini dile getiriyordum sadece. Yine de özgür bir toplumun birçok sosyal ve ekonomik boyutta özgür olmayan bir toplumdan daha iyi işlediğine olan inancımı hiç terk etmedim. Aynı zamanda hepimizin mümkün olan en derin anlamda sonuçsalcı olmak zorunda olduğumuza da kural-faydacısı üstat Leland Yeager tarafından ikna edilmiştim. İyi niyetli hiçbir kimse ‘’adalet yerini bulsun da isterse dünya yıkılsın’’ kuralına sonsuza kadar bağlanamaz. En inançlı liberteryen deontologist liberteryenizmin bütün temel esaslarına bağlılığın -söz gelişi- insan türünün sonunu getirecek olduğunu eğer kesin olarak bilseydi, o bile yumuşamak ve kararını, normal olarak bağlayıcı olan bir ahlâkî kurala istisnasız bağlılığın sonuçlarına bakarak vermek zorunda olurdu.

Neyse ki, bu ikilem gerçek hayatta karşılaşmadığımız bir durumdur. Aslında, hemen hemen her zaman tam özgürlük kuralını izleyebiliriz ve hiç şüpheniz olmasın ki öyle yapmak sadece yıkıcı sonuçlar doğurmamakla kalmayacak, aynı zamanda imkân dahilinde olan en yapıcı sonuçların gerçekleşmesini de sağlayacaktır.

Her halükârda, uzun liberteryenizm yolculuğumdan sonra beni şimdi de çoktandır devam eden bu tartışmanın insanları liberteryenizme kazandırma stratejimizle ilgili olan başka bir yanı çok etkilemektedir.  Birinci Strateji insanları özgürlüğün işlediğine, özgür bir toplumun özgür olmayan bir toplumdan daha zengin ve iyi durumda olacağına, özgür bir piyasanın trenlerin zamanında hareket etmelerini bir devlet bürokrasisinin yapacağından daha iyi sağlayacağına ikna etmektir. İkinci Strateji hiçbir kimsenin, bir devlet görevlisinin bile, masum insanların eylem özgürlüğüne müdahale etme hakkına sahip olmadığına, hiç birimizin sırtında başka birinin binmesi için bir eyerle doğmadığına insanları ikna etmektir.

Dünyamızda, ahlâk ve adalet hakkındaki sakat iddialar pek çok insanın kafasını karıştırmış veya yanıltmış olduğu için, liberteryenizm hakkındaki eğitimin çoğu yükünü taşıyan think tank’lerde ve diğer organizasyonlarda çalışanlar başta olmak üzere çoğu liberteryen çabalarını Birinci Stratejiyi mümkün olduğunca etkin olarak uygulamak üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Bundan dolayı, onlar devletin görünüşte iyi niyetli yasaları ve düzenlemeleriyle aslında piyasayı veya başka bir durumu nasıl bozduğunu gösteren mebzul miktarda kamu siyaseti araştırmaları üretmektedirler. Şüphesiz, toplumun özellikle de politik cenahındaki şu veya bu şekilde tam özgürlüğe karşı olan % 98’i veya daha fazlası da sözde bir ‘’piyasa başarısızlığı’’, bir ‘’sosyal adaletsizlik’’ veya başka bir problemin devletin insanların eylem özgürlüğüne müdahalesini meşrulaştırdığını ileri süren ve algıladıkları kötülükleri tedavi etme vaadi içeren kamu siyaseti araştırmalarıyla buna cevap verirler.

Kamu siyaseti tartışmalarına dikkat eden herhangi bir kişi bu konuda çalışanların ardı ardına gelen, sonu gelmez savaşına aşinadır. Ben kendim bu gibi bir hayli çalışma yaptım, dolayısıyla bunu kınamıyorum. Kişi özgürlük karşıtı argümanların kusurlarını ve devletin çok sayıda problemi ‘’çözme’’ çabalarının başarısızlıklarını göstermeye devam ettikçe, insanların ikna olacağını ve özgürlüğe bir şans vermeyi isteyeceğini umut eder.

Ne var ki -profesörler, uzmanlar, köşe yazarları, niteliksiz siyasîler ve kiralık kalemler bir yana- kamu siyaseti alanında çalışanların savaşının hiç bitmemesi nedeniyle, özgürlüğün -en azından X durumuna göre- daha iyi çalıştığına kişi bir kere ikna edilince onun sonsuza dek liberteryenizme kazanılmış olduğu asla garanti değildir. Eğer bir kimse sadece dün özgürlük taraftarı bir kanıt ve teze dayanarak bize gelmişse, yarın özgürlük karşıtı birinin gösterdiği kanıt ve teze dayanarak devlet müdahalesini desteklemeye kolayca geri dönebilir. Vaktiyle görüşlerinin niçin sürekli değiştiğini soran bir kişiye J. Maynard Keynes’in verdiği zekice cevap gibi: ‘’Olgular değiştiği zaman ben de görüşümü değiştiririm. Peki siz ne yaparsınız beyefendi?’’ Eğer liberteryenler özgürlük için mücadele etmeyi sadece sonuçsalcı nedenlerle seçerlerse, sürekli olarak savaş halinde olacaklardır. Kişi ‘’özgürlüğün bedeli sürekli uyanıklıktır’’ gerekçesiyle bu ihtimali kabul edebilirse de; liberteryenlerin mücadele etmeleri gereken özgürlük karşıtı güçlerin yüzlerce kat daha fazla birliklere ve cephane satın almak için binlerce kat daha fazla paraya sahip oldukları gerçeği karşısında, bu tür savaş onlar için son derece cesaret kırıcıdır.

Buna karşılık, bir kimse devlet müdahalesinin yanlış olduğuna bir kere ikna edilirse, liberteryenizme ikna olmuş olan kişinin masum insanlara karşı devletin cebre başvurmasına önceden verdiği desteğe geri dönme ihtimali çok daha azdır. Ahlâkî olarak temellendirilen liberteryenizm, zorunlu olarak ancak dayandıkları geçici argümanlar ve kanıtlar kadar güçlü olan sonuçsalcı argümanların kaygan zeminine dayanan liberteryenizmden daha güçlü ve daha uzun ömürlü olduğunu gösterecektir. Bundan dolayı, eğer liberteryen safları genişletmek istiyorsak ahlâkî argümanları çabalarımızın en azından bir parçası yapmamız tavsiyeye şayandır. Özgürlüğün devlet kontrolünden gerçekten daha iyi işlediğini insanlara göstermenin elbette bir zararı yoktur. Fakat çabalarımızı bunu göstermekle sınırlamak, en iyi ihtimalle onları geçici başarıya mahkûm eder. 

Özgür bir topluma eğer ulaşacaksak, hiçbir suç işlememiş ve hiç kimsenin haklarını ihlâl etmemiş olan başkalarına kendi isteklerini zorla veya şiddet tehdidiyle dayatmanın her birey veya grup için yanlış olduğuna ve böyle yapmanın sizin ve benim gibi devleti oluşturan kişiler için de yanlış olduğuna insanların büyük bir kısmını ikna etmek zorundayız. Geçmişte, tam da böyle bir yaklaşımdan özgürlük için büyük zaferler doğdu; söz gelişi kölelik karşıtı kampanyada, (Büyük Britanya’nın serbest tahıl ticaretini kısıtlayan) Tahıl Yasaları’na karşı mücadelede ve kadınların çalışması, mülk edinmesi ve kendilerine erkekler gibi özgür kişiler olarak davranılması üstündeki hukukî kısıtlamaların kaldırılması mücadelesinde olduğu gibi.

Liberteryenler en azından ahlâkî üstünlüğü asla özgürlüğe cebrî müdahalede ısrar edenlere terk etmemelidirler; ispat külfeti, daima, masum insanları bastırmak için şiddet kullanma arayışında olanlar üzerinde olmalıdır, başkalarının aynı hakkına riayet ederken sadece hayatlarını en iyi olduğunu düşündükleri şekilde yaşamakta serbest bırakılmaktan başka bir şey istemeyenlerin üzerinde değil.’’

(Robert Higgs, ‘’Freedom: Because It Works or Because It’s Right?’’, December 28, 2012. https://www.independent.org/article/2012/12/28/freedom-because-it-works-or-because-its-right/)

Çeviri: Mustafa Erdoğan


[i] Bir eylemi ahlâkî olarak doğru olduğu için yapmak (deontology) ile, iyi veya yararlı sonuçlar ürettiği için yapmak (consequentalism) arasındaki karşıtlık.

Shares:

Okumaya Devam Edin