İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde büyük kapsamlı yolsuzluklar yapılmış olduğu isnadıyla Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na karşı geçen Mart ayında başlatılmış olan ceza soruşturması kapsamında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan Cumhuriyet Halk Partisi’nin kapatılmasıyla sonuçlanabilecek bir sürecin başlatılması talebini de içeren savcılık iddianamesi nihayet açıklandı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılması halinde talep edildiği gibi CHP’ye karşı kapatma davasının açılmasına götürecek sürecin ana muhalefet partisinin kapatılmasıyla sonuçlanması zayıf bir ihtimaldir. Öyle de olsa, İmamoğlu’na karşı başlatılan soruşturmanın bugüne kadarki yürütülme şeklindeki olağandışılıkla birlikte düşünüldüğünde, bu olay Erdoğan rejiminin hukuksuzlukta ne ölçüde bir sınır tanımazlık ve pervasızlık sergileyebileceğini kesin bir şekilde ortaya koymuş bulunmaktadır.
Aslına bakılırsa, bu olay AKP rejiminin ölçüleri büsbütün kaçırdığı, pervasızlık modundaki ilk vukuatı değildir. Bu rejimin akıldışılık ve ölçüsüzlükleri bakımından insanların ‘’ağzını açıkta bırakan’’ siyasî ve hukukî hamleleri zaten aşağı yukarı son on yıldır birbirini izleye geldi. O kadar ki, bu türden her yeni hamle aklı başında çoğu kimseye ‘’pervasızlığın bu kadarı da olmaz’’ dedirtti.
Neden ‘’pervasızlık’’?… Çünkü her ne kadar son 10-12 yıldır Türkiye’nin rejimi gittikçe daha bariz olmak üzere otoriter özellikler sergiliyor olsa da, en azından demokrasi ilkesi açıkça ve kesin olarak resmen reddedilmiş değildir. Ama demokrasiden kopma iradesini ilan etmekten kaçınan bir rejimin otoriter çıkışlarının da belirli sınırlar içinde kalması, başka bir deyişle, icraatında asgari bir ‘’makuliyeti’’ muhafaza ediyor olması beklenirdi.
Daha somut olarak da, ‘’pervasızlık’’ nitelemesinin arkasında, rejimin kurgusunda demokrasiden kesin ayrılmayı önleyecek bazı enformel fren ve denge unsurlarının veya ‘’rejimin selameti’’ açısından korunması gereken bazı asgari hadlerin bulunduğunu resmî iktidara hatırlatacak ‘’hikmet-i hükümet’’çi bir devlet ve siyaset elitinin var olması gerektiği inancı yatmaktadır.
Her iki ihtimal de gerçekleşmediğine göre, evet, Erdoğan rejiminin siyaset tarzının artık zirve noktasına ulaşan bu pervasızlığının anlamı ne olabilir?
Bana öyle geliyor ki, bu olup-bitenleri doğru anlamak için, karşı karşıya bulunduğumuz durumu ‘’demokrasiden sapıyor muyuz, sapmıyor muyuz’’ veya ‘’ne derece sapıyoruz’’’ meselesi olarak düşünmekten artık vaz geçerek bambaşka bir paradigmaya atlamamız gerekiyor. O da şudur: Tayyip Erdoğan aslında kendi ideolojik kimliğinden hiç beklenmeyecek bir şeyi yapmaya, 1920’ler ve 30’ların Kemalist rejimini ihya etmeye çalışıyor.
Son on yıldır, bu satırların yazarı da dahil birçok muhalif Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kemalistlerin kontrolüne girdiğini düşünüyorduk; oysa görünen o ki, aslında Erdoğan Kemalist güçleri kontrolü altına almış bulunuyor. Erdoğan elbette ‘’cebrî kültürel modernleşme’’ anlamında Kemalist ideolojiye angaje olmuş değildir, ama Kemalist siyaset tarzını ve onun rejim pratiğini kendisine model almış olduğu da ortada. Nitekim, bu son hamlesi başta olmak üzere, Erdoğan rejiminin birçok uygulaması tek-parti rejimi mantığını andırmaktadır.
Onun için, Erdoğan’ın AKP’sini demokratik rejimin ‘’yoldan çıkmış’’ bir aktörü olarak değil de Kemalist rejimin yeni sürükleyici aktörü veya tek-parti CHP’sinin yeni versiyonu olarak görebiliriz. Bu yorumun hem (esas olarak bugünkü CHP’de temsil edilen) geleneksel Kemalistlere hem de AKP’nin dindar-muhafazakâr tabanına, herkesin bildiği nedenlerle, ters geleceğini biliyorum. Ama dedim ya, buradaki asıl mesele toplumun dindar mı yoksa ‘’çağdaş’’ mı olacağı değil, aynen 1920’ler ve 1930’lar Türkiye’sinde olduğu gibi, muktedirin kişisel ikbaliyle özdeşleşen ‘’devletin bekası’’ meselesidir.
Kısaca, Erdoğan’ın asıl rol modelinin Mustafa Kemal ve rejim modelinin de ‘’tek-parti rejimi’’ olduğunu anlarsak, böylece hem bugünkü rejimin icraatına şaşırmayız, hem AKP’yi yeni CHP olarak anlamakta zorlanmayız, hem de rejimin geleceğine ilişkin olmadık hayallere kapılmaktan kendimizi alıkoyabiliriz.
(Diyalog, 16 Kasım 2025)





