‘’Devletsiz Hukuk’’ serisinin bu son yazısında 20. yüzyılın önde gelen klasik liberal düşünürü Friedrich A. Hayek’in (1899-1992) ‘’devletsiz hukuk’’la ilgili görüşlerini gözden geçireceğim. Hayek kariyerine iktisatçı olarak başlamış ve iktisatta Nobel Ödülü kazanmış olmasına rağmen, zamanla siyaset, hukuk, psikoloji alanlarında ve sosyal bilim metodolojisinde bazıları çığır açan eserler vermiş olan çok yönlü bir düşünürdür.

Akademik dünyada sadece iktisat alanında değil, genel olarak toplumsal ve siyasal teoride Hayek’in açtığı yolda yürüyen, onun görüşlerinden aldığı ilhamla bu alanlara orijinal katkılar yapan akademisyen ve düşünürler olduğu gibi, Hayek kendi çağdaşları arasında da Karl Popper (1902-1994), Michael Polanyi (1891-1976) ve Bruno Leoni (1913-1967) gibi düşünürleri de hem etkilemiş hem de onlardan etkilenmiştir.  

Friedrich Hayek aynı zamanda hukuk doktoralı olmasına rağmen bu alanda eser vermeye nispeten geç bir tarihte, 1950’li yıllarda başlamıştır. Bu konudaki ilk eseri 1955 yılında Mısır’da verilen bir seri konferansa dayanan The Political Ideal of The Rule of Law (Hukukun Üstünlüğü Siyasî İdeali) adlı kısa kitabıdır. Bu çalışmayı hukukun mahiyetiyle ilgili görüşlerini de içeren kapsamlı bir toplumsal-siyasal teori geliştirdiği The Constitution of Liberty (1960) izlemiştir (Türkçesi: Özgürlüğün Anayasası, 2013). Bu dönemde Hayek’te hukukun merkezî olarak planlanmasına karşı bir tez var olmakla beraber, bu tema düşünürün genel toplumsal-siyasal teorisinin yeni ve nihaî bir ifadesini oluşturan magnum opus’u niteliğindeki üç ciltlik Law, Legislation and Liberty (1973-1979) adlı eserinde daha da geliştirilmiştir. (Bu eser Hukuk, Yasama ve Özgürlük [HYÖ] adıyla Türkçeye çevrilmiştir: 2012, 2024)

Hayek’in 1960’larda hukuka bakışında meydana gelen kısmî değişiklik, bu serinin bir önceki yazısında belirttiğim gibi, esas olarak İtalyan hukukçu Bruno Leoni’nin görüşlerinden esinlenmiştir. Bu değişikliğin esasını, Hayek’in genel toplumsal teorisinde zaten kullana geldiği ‘’kendiliğinden doğan düzen’’ paradigmasını hukuk fenomenine de uygulamaya başlaması oluşturmaktadır. Ancak Hayek’in görüşlerindeki ‘’devletsiz hukuk’’ yönündeki bu kayma onun yasama yoluyla hukuk üretimini (legislation) tamamen reddettiği anlamına gelmemektedir.

Kendiliğinden Gelişen Düzen ve Hukuk

F. A. Hayek toplumsal kurumların gelişimini esas olarak kendiliğinden düzen kavramıyla açıklamaktadır. Bu kısaca şu demektir: Başta toplumun kendisi olmak üzere piyasalar, dil ve hukuk gibi toplumsal kurumların ortaya çıkması devletin veya başka herhangi bir beşerî iradenin bilinçli tasarım veya kurgusunun eseri olmayıp, toplumsal işbirliği içindeki bireylerin gönüllü etkileşim ve iletişimlerinden kendiliğinden bir şekilde doğmuş ve gelişmişlerdir. Bunlar, ‘’insan eyleminin ürünü olmakla beraber insan tasarımının ürünü olmayan’’ düzen veya fenomenlerdir. Hayek sosyal teori veya bilimin varlığını mümkün kılanın da kendiliğinden düzen kavramı olduğunu söyleyecek kadar iddialıdır: ‘’Sosyal teori pek çok insanın eyleminin ürünü olan ama insan tasarımının sonucu olmayan düzenli yapıların varlığının keşfiyle başlar.’’  (RO, s. 21, 37)

Hayek’e göre, kendiliğinden düzen varlığı duyularımızla idrak edilmesi imkânsız olan soyut bir düzendir.  Kendiliğinden düzenler evrimsel bir şekilde gelişmişlerdir ve değişen şartlara uyarlanmak suretiyle varlıklarının devamını sağlayan kendi iç dinamiklerine sahiptirler. Kendiliğinden düzen teorisi bize kaos gibi görünen şeyin aslında karmaşık bir ilişkiler düzeni oluşturduğunu söylemektedir. Hayek hukukun da evrim sürecinin ürünü olan bir kendiliğinden düzen olduğunu savunmuştur. Piyasada fiyatların serbest ve desantralize bir süreçten kendiliğinden bir şekilde doğması gibi, hukuk ta merkezî yasama yerine adem-i merkezî bir yargısal sürecin eseridir. Hayek hukukun evrimci bir şekilde gelişmesini Roma (özel) hukuku ve İngiliz common law’u örneklerinden yararlanarak açıklamaktadır.

Odağında kendiliğinden düzen paradigmasının yer aldığı hukuk anlayışını Hayek HYÖ’nün birinci cildini oluşturan 1973 tarihli Rules and Order (‘’Kurallar ve Düzen’’) adlı kitabında ortaya koymuştur.  (Karl Popper Hayek’in hukuçu takipçileri dışında değeri pek takdir edilmemiş olan bu eseri ‘’siyaset felsefesinde o zamana kadar yayımlanmış en büyük eser’’ olarak nitelemişti). Bu kitabın tezi Hayek’in kendi anlatımıyla şudur: ‘’Bireylerin kendi amaçlarını gerçekleştirmenin en iyi şartlarını sadece evrensel olarak uygulanan adil davranış kuralları çerçevesinde herkesin kendi bilgisini kendi amaçları için kullanmasına izin verildiği bir özgürlük durumu üretebilir. Böyle bir sistem muhtemelen ancak cebir gücünün kullanımında çoğunluğun otoritesi dahil olmak üzere her türlü otorite genel prensiplerle sınırlanırsa gerçekleştirilebilir ve sürdürülebilir. Bireysel özgürlük her nerede var olmuşsa, büyük ölçüde -hiçbir zaman anayasal belgelerde tam olarak ifadesini bulmuş olmayan- bu gibi prensiplere yaygın saygının bir ürünü olmuştur.’’ (s. 55)

Özgürlüğün Hukuku ve Yasama

Kurallar ve Düzen’de Hayek birini Nomos (özgürlüğün hukuku) diğerini ise Thesis (yasama/vazedilen hukuk) olarak adlandırdığı iki tür hukuk arasında esaslı bir ayrım yapar. Özel hukuk yanında ceza hukukunu da içine alan nomos bireylerin kendi bilgilerini kendi amaçları için kullanabilecekleri korunmuş bir alan -yani izin verilen eylemlerin alanı- öngörür. Bu hukuk ‘’bireylerin birbirlerine karşı davranışını yöneten amaçtan-bağımsız kurallardan oluşur’’ ve ‘’gelecekteki bilinmeyen sayıdaki durumlara uygulanmak içindir.’’ (RO, 85-86). Hayek’e göre, amaçtan-bağımsız olan evrensel adil davranış kurallarından oluşan özgürlüğün hukuku bireylere ne yapmaları gerektiğini söylemez, sadece onların içinde kendi amaçlarını gerçekleştirmekte özgür olacakları alanın sınırlarını belirler.

Hayek yargıç yapımı hukuk mekanizmasını özgür bir toplumun kendiliğinden düzeninin sürdürülmesi ve geliştirilmesi için en uygun araç olarak ortaya koyar. Bu düzenin esasını oluşturan adil davranış kuralları başlangıçta kendiliğinden gelişmenin ürünü olacaktır ama mevcut sistemi yeni kurallarla iyileştirecek olan yargıçların bilinçli çabaları sayesinde bu düzen gitgide daha da mükemmelleşecektir. (RO, 100) Hayek’in analizinde yargıcın yerine getirmesi gereken ana görev kendiliğinden düzenin idame ettiricisi olmaktır. 

Nomos’un karşısında yer alan thesis ise siyasî otorite tarafından konmuş olan ve hükümetin izleyeceği belirli özgül amaçlar için tasarlanmış kurallardan oluşur. Ancak bu durum yasama organlarının gerektiğinde adil davranış kuralları da koymasına engel değildir. Thesis esas olarak kamu hukukundan oluşmaktadır.

Hayek’e göre, yasama organının nitelik bakımından birbirinden farklı olan iki görevi vardır. Bunlardan ilki tarihsel olarak onun aslî işlevi olan devlet mekanizmasının işleyiş kurallarını koymaktır. Yasama organının ikinci görevi ise yazılı yasalar yapmaktır. Ama bu iki görev birbiriyle bağdaşmadığı için Hayek son zamanlarda iki tane yasama meclisi öngören bir ‘’Anayasa Modeli’’ geliştirmiştir. Bu modelde meclislerden birincisi (Legislative Assembly) evrim ürünü olan hukuku düzeltmek ve tamamlamak üzere çeşitli konularda (vergilendirme, güvenlik ve sağlık gibi) evrensel, amaçtan-bağımsız adil davranış kuralları geliştirmekle görevlidir. İkinci (Teşriî) Meclis (Governmental Assembly) ise devlet mekanizmasının örgütlenme kurallarının konmasıyla, hükümetin hedefleri, bütçe vs. ile görevlidir.

Hayek, Bruno Leoni’nin etkisiyle, yargıç-yapımı evrimci hukukun seçmenlerin ve özel çıkar gruplarının baskılarına tâbi olan yasama organının yaptığı hukuktan (vazedilmiş yasalardan) daha kesin olduğunu düşünmeye başlamıştır. Hayek’e göre, common law yasama hukukundan daha büyük bir öngörülebilirlik sağlamaktadır; çünkü bu sistemde yargısal kararlar neyin adil olduğuna ilişkin yaygın olarak paylaşılan anlayışlardan türemekte, bu da çoğu insanın önerilen bir eylemin caiz olup olmadığını öğrenmek için teknik hukukî tavsiye aramaktan ziyade onların davranışlarını hukuktan beklenenlere uydurmasını kolaylaştırmaktadır. Uyuşmazlığın tarafları önceki benzer davalarda nasıl karar verildiğine ve onlarda ifadesini bulan ilkelere bakarak, kendi davalarında nasıl karar verileceğini büyük ölçüde öngörebilir ve dolayısıyla bu kararı kendi bireysel planlarında göz önünde bulundurabilirler.

Ancak Hayek Bruno Leoni’nin özel hukuk alanında yasama faaliyetinden vazgeçilebileceği düşüncesine katılmamıştır. Çünkü, belirttiğimiz gibi, Hayek’e göre, emsale dayanan evrimci hukukun da zaman zaman yasama yoluyla düzeltilmeye ihtiyacı vardır.

Hayek ve Anarşizm

Friedrich Hayek’in siyasî olarak anarşist olmadığı bellidir. Ancak kendisini kurumsal olarak ‘’minimal devlet’’i benimsemeye götüren felsefî-teorik nedenler aynı zamanda onu anarşizme de yaklaştırmaktadır. Hayek’in anarşizme en çok yaklaşan tezi ise hukuk fenomenine bakışında kendisini gösterir. Yine de, sahici hukukun büyük ölçüde kendiliğinden bir şekilde evrim yoluyla ortaya çıktığını, yani devlet tarafından merkezî olarak oluşturulmuş olmadığını kabul emekle beraber, gördük ki yasama yoluyla üretilen hukukun da Hayek’in hukuk teorisinde ihmal edilemeyecek bir yeri vardır. Aralarında hukuk anlayışı bakımından var olan esaslı benzerliğe rağmen, Hayek’i Bruno Leoni’den ayıran temel nokta da budur. 

Aslında, Hayek’e göre, devletin kendisini sadece güvenliği sağlamaya adadığı özgür, müreffeh ve barışçı bir toplum pekâlâ düşünülebilir. Yani, hukukun üretimini de içeren toplumun kendiliğinden düzeni, kolluk ve mahkemeler tarafından hukukun uygulanması yoluyla barış ve adaletin sağlanması dışındaki her hizmeti pekâlâ sağlayabilir. (RO, 132-133). Başka bir ifadeyle, adil davranış kurallarına uyulmasını sağlamak için devlet örgütünün varlığı şarttır. Bu da demektir ki, Hayek sadece hukukun icrası için devleti gerekli görmektedir, hukukun üretimi ise esas olarak kendiliğinden işleyen toplumsal süreçlerin ürünüdür. Yani, Hayek hukukun uygulanmasında değilse de üretiminde devletsiz/anarşik bir anlayışa sahiptir. Hatta Hayek daha da ileri gitmekte ve toplumun üyeleri devlet örgütü olmadan kurallara uyacak olsalardı, o zaman ‘’toplum dediğimiz kendiliğinden düzenin hükümetsiz var olabileceği’’ pekâlâ düşünülebileceğini belirtmektedir. (RO, 47)

Bu arada, literatürde Edward P. Stringham ve Todd J. Zywicki ‘’Hayekian Anarchism’’ (2011) başlıklı bir makalede, kendisi açıkça anarşizmi savunmasa da,  merkezinde ‘’kendiliğinden düzen’’ kavramının yer aldığı Hayek’in sosyal teorisinin mantıkî sonucunun anarşizm olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yazarlara göre, iktisat hakkındaki yazılarında Hayek’in piyasaların rekabetçi sürecini bir ‘’keşif süreci’’ olarak tanımlaması ile common law sisteminde yargıcın hukuku keşfetmesine atıfta bulunması arasındaki benzerlik bizi şu sonuca götürmelidir: İktisadî keşif için piyasadaki rekabetin gerekli olması gibi, hukukun keşfi için de hukukî hizmetlerin sağlanmasında rekabet esastır. Hayek, paranın özelleştirilmesi önerisinde yaptığı gibi (Denationalisation of Money, 1976) her türlü tekelin sakatlığına ilişkin mantığını devam ettirmiş olsaydı, hukukun da devlet tekelinden tamamen çıkarılmasını savunuyor olurdu. Sonuç olarak, Stringham ve Zywicki’e göre, ekonomide piyasa rekabetinin merkezî planlamaya üstünlüğünü savunmasıyla aynı nedenlerle Hayek’in (ve Hayek’çilerin) kendisiyle tutarlı olması için hukukun devlet tarafından tekelci tedariğine de karşı çıkması gerekir.   

Hayek’in genel olarak devletsiz bir toplumu savunmadığı açık olmakla beraber, onun başlıca toplumsal kurumların (‘’medeniyetin temelleri’’nin) devlet tarafından yaratılmış olmayıp toplumsal evrim ve gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıktığı şeklindeki düşüncesi ile anarşizm arasında en azından insanoğlunun tarihsel serüvenine bakış bakımından bir benzerlik olduğu açıktır. Hayek bu yaklaşımıyla adeta şunu söylemektedir: Devletler toplumların üzerine sonradan çöken -ve maalesef güvenlik uğruna katlanılan- birer parazittirler.

Shares:

Okumaya Devam Edin