Blog

Ekonomik Özgürlük ve Liberal Adalet

Bilindiği gibi, “Amerikan liberalizmi”nde liberalizmin klasik, liberteryen anlamından farklılaşan birçok unsur var. Bunların galiba en bilineni, “serbest piyasa”nın ve onun temelini oluşturan ekonomik özgürlüklerin bu perspektifte neredeyse marjinal bir yer tutmasıdır. Amerikan liberalleri ekonomik özgürlükler yerine sivil ve siyasal özgürlükleri ve “refah hakları”nı öne çıkarırlar. Piyasa ekonomisini de neredeyse “kerhen” kabul ederler, dolayısıyla piyasaların klasik liberallerin kabul edebileceğinden daha fazla düzenlenmesinden yanadırlar.

Sözgelişi Ronald Dworkin liberalizmi özgürlükle değil de eşitlikle temellendirir; dahası, başta sivil özgürlükler (ifade ve vicdan özgürlükleri gibi) olmak üzere kimi münferit özgürlükleri çok önemli saymakla beraber, genel bir özgürlük hakkının var olduğunu kabul etmez.

Benzer bir durum John Rawls için de söz konusudur. Meselâ, Rawls’un teorisi herkes için eşit özgürlüğü “hakkaniyet olarak adalet”in birinci ve öncelikli ilkesi sayar ama bu öncelik meselâ “üretim araçlarında özel mülkiyet” hakkını kapsamaz. Nitekim Rawls kendi adalet teorisinin belli bir ekonomik model tercihini öngörmediğini, “liberal adalet”in pekalâ üretim araçlarının kolektif mülkiyetine dayanan bir ekonomik modeli benimsemiş olan bir toplumda da gerçekleşebileceğini belirtir.

Bunları hatırlatmamın nedeni şu: Son yıllarda, birisi çalışmaları liberal adalet üzerinde yoğunlaşmış olan, diğeri ise esas olarak “insan hakları” teorisi çalışan iki ayrı düşünür (sırasıyla, John Tomasi ve James Nickel) farklı bağlamlarda geliştirdikleri benzer fikirlerle, kanaatimce, bu tartışmaya dikkate değer bir katkı yapıyorlar.

Klasik-liberal gelenekten gelip son eserinde (Free Market Fairness, 2012) Hayekçi ve Rawlscu perspektifleri felsefî düzeyde bağdaştırmaya çalışan John Tomasi’ye göre, Rawls’un “hakkaniyet olarak adalet” anlayışına bağlı kalınarak kamu politikaları bakımından pekalâ onunkinden farklı ve klasik liberal anlayışa uygun sonuçlara ulaşılabilir. Böylece, diğer özgürlükler yanında, piyasa ekonomisinin temelini oluşturan ekonomik özgürlükler de Rawls’un kendi adalet anlayışı bakımından da zorunlu hale gelir.

Tomasi’ye göre, kendi hayatlarını yöneten sorumlu fâiller olarak yurttaşların, sahip oldukları ahlâkî kapasitelerini kullanmaları ve geliştirebilmeleri için (ki bu Rawls’un da hareket noktasıdır), sivil ve siyasal özgürlükler yanında güçlü bir iktisadî özgürlüğe de ihtiyaçları vardır. Başka bir anlatımla, kendi hayatlarının sorumluluğunu üstlenen fâiller olabilmek için, kişilerin hayatlarının iktisadî alanlarında da karar vermekte özgür olmaları gerekir.

James Nickel’e gelince, bu insan hakları teorisyeni de ekonomik özgürlüklerin değerini küçümseyen ve/veya bunları kişinin kendini-geliştirmesi ve özerkliği amacıyla ilişkisiz gören yaklaşıma karşı, ekonomik özgürlüklerin temel önemine dikkat çekmektedir. Ona göre, ekonomik özgürlükler kişinin kendi hayatının gidişatı üzerinde kontrole sahip olmasını sağlarlar. Ekonomik faaliyet kişinin tercih oluşturması ve tercihi doğrultusunda eylemde bulunması bakımından önemlidir; pek çok insan için ekonomik faaliyet alanı anlamlı ve değerlidir. Nickel’e göre, ayrıca, temel ekonomik özgürlüklerin varlığı din özgürlüğü, iletişim özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri ile siyasî özgürlüklerin de fiilen kullanılabilirliğinin ön şartıdır (James Nickel, Making Sense of Human Rights, 2007, 125-131).

Ben şahsen liberal pozisyonun tanımı bakımından sivil ve siyasî özgürlükler ile ekonomik özgürlükler arasında ayrım yapan, her iki kanattan gelen ve farklı gerekçelere dayanan yaklaşımları öteden beri yanlış bulmuşumdur: Tomasi ve Nickel’in açıkladıkları üzere üretken ekonomik özgürlükleri ve piyasa ekonomisini dışlayan bir liberalizm anlayışı tutarlı olmadığı gibi, liberalizmi piyasa ekonomisiyle özdeşleştirmekte doğru bir liberal pozisyon değildir. Aslına bakılırsa, birçok muhafazakâr, hatta sosyal demokrat da piyasa ekonomisi taraftarıdır ama onların bu taraftarlığı sırf faydacı nedenlere, yani piyasa ekonomisinin kaynakların etkin tahsisini sağladığı ve genel olarak refahı artırdığı gerekçesine dayanır.

Shares:

Okumaya Devam Edin

Blog

KORKU, DİN VE ERDEM

Yirminci yüzyılın önde gelen filozoflarından Bertrand Russell (1872-1970) ‘’Hür Düşüncenin Değeri’’ başlıklı denemesinde 1944 yılında şöyle yazmış: ‘’Kızgın bir Tanrı’dan korkmayı erdem sanan insan çok geçmeden yeryüzü tiranlarına boyun eğmeyi