BlogYayınlar

İDEOLOJİ OLARAK SOSYAL DEMOKRASİ

 ‘’Sosyal demokrasi’’nin sol bir siyasî ideoloji olduğu belli olmakla beraber, tam olarak ne anlama geldiği o kadar net değil. Sosyal demokrasinin mahiyeti ve anlamı kişilere ve bağlamlara göre bir ölçüde değişkenlik göstermektedir.  

Yine de sosyal-demokrat ideolojinin en azından günümüzde yaygın olarak kullanılan iki anlamını belirlemek mümkündür. Bunlar kıta Avrupa’sı sosyal demokrasisi ile, daha çok Amerika’ya özgü olan sol-liberalizm veya liberal soldur. Ayrıca, özellikle Avrupa’da sosyal demokrasi ile ‘’demokratik sosyalizm’’ arasında bir yakınlık vardır, hatta bazan ikisi aynı anlamda kullanılmaktadır. Ancak, demokratik veya veya değil, ‘’sosyalizm’’ üretim araçlarının devletleştirilmesini savunurken; sosyal demokrasi amaçlarını genellikle özel mülkiyetin korunduğu ama devletçe regüle edilmiş veya kontrollü bir piyasa aracılığıyla gerçekleştirmekten yanadır.

Esas olarak Almanya’da doğduğu şekliyle Kıt’a Avrupası sosyal demokrasisi tarihsel ve ideolojik olarak Marksizm kökenlidir. O bu anlamda bir ‘’sınıf’’ ideolojisi olarak doğmuştur, taraftarları halâ onu ‘’emeğin’’ veya ‘’çalışanlar’’ın ideolojisi olarak görürler. Bununla beraber, sosyal demokrasi asıl sınıfçı ideoloji olan Marksizm-Leninizm’den bazı bakımlardan farklıdır. Aralarındaki en önemli fark, sosyal demokrasinin şiddet yoluyla devrimci dönüşümü reddetmiş ve politik hedeflerini demokratik yoldan gerçekleştirmeyi benimsemiş olmasıdır.

Buna karşılık ABD’deki sol liberalizm ne tarihsel kökeni ne de siyasî programı bakımından Marksizmle ilişkilidir. Aksine ‘’sol liberalizmi’’ esas olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında özgürlüğü ‘’pozitif’’ olarak yorumlamasıyla klasik liberalizmle ayrışmış olan ‘’yeni liberalizm’’in bir uzantısıdır. Bunun bir sonucu olarak, son derece marjinal Marksist sosyalizm dışında Amerikan solu ‘’sınıfçı’’ değildir. Esasen Marksizm bireyci kültürü belirgin olan Amerika’da Avrupa’da olduğu kadar popüler olamamıştır. Bununla beraber, Amerikan sol liberalizmi bireyci temellerinden kısmen ayrılarak daha komüniteryen bir niteliğe bürünmüştür.

İşçi Partisi örneğinde İngiliz sosyal demokrasisi de, başlangıçta Marksizmden etkilenerek bir sınıf ideolojisi olarak ortaya çıkmış olmakla beraber, zamanla bu vasfı zayıflayarak o da sol liberalizme yaklaşmıştır. Kıta Avrupası’nda ise sosyal demokrasi sınıfçı duyarlılığını tam olarak kaybetmemekle beraber, ideolojik katlığını bir ölçüde yitirmiştir. Ancak, bu durum eski anlamında sosyalist ideolojinin tümüyle ortadan kalkması anlamına gelmemiş, aksine sosyal demokrasinin kısmî dönüşümünden doğan boşluk demokratik sosyalistlere belli bir alan açmıştır.  

Bugün Avrupa sosyal demokrasisi ile Amerikan demokratik solunu birleştiren başlıca iki  ideal vardır. Bunlar her ikisi de pozitif veya müdahaleci devlet anlayışını doğuran ‘’eşitlik’’ ile ‘’sosyal adalet’’tir. Ancak, solun eşitlikçiliği ‘’hukuk önünde eşitlik’’ veya ‘’muamele eşitliği’’ (ve hatta ‘’fırsat eşitliği’’) anlamında bir eşitlik değil, kişi ve grupların sosyo-ekonomik konumları bakımından eşitlenmesini hedefleyen bir eşitliktir. Bu amaç devletin sürekli olarak yasal ve idarî düzenlemeler yoluyla bireyler arası ilişkilere müdahale etmesini ve yeniden-dağıtım politikaları izlemesini gerektirmektedir.

Sosyal demokratlar ‘’sosyal adalet’’ terimi ile de bildik anlamda adalettten çok, özel bir adalet anlayışını kastederler. Normal olarak adil toplum herkesin özgürlük ve haklarının, meşru olarak kazanılmış hak ve menfaatlerinin hukuken korunduğu,  kişiler arası ilişkilerin gönüllülüğe dayandığı, bireylerin hayat projelerini devletin veya başka kişilerin müdahalesi olmaksızın gerçekleştirebildikleri,  kamu otoritelerinin yurttaşlar arasında keyfî ayrım yapmadıkları, mahkemelerin  bağımsız ve tarafsız oldukları ve adalet ve hakkaniyete uygun olarak çalıştıkları, haksız eylem ve işlemlerle kişilere verilen zararların yargı yoluyla hakkaniyetli bir şekilde tazmin ve telâfi edildiği… bir toplum demektir.

Ayrıca, adil bir toplumda, aralarında özel bir yakınlık olmadıkça veya sözleşmeyle bu yönde bir taahhüt altına girmiş olmadıkça, hiç kimsenin başka herhangi bir kişiye karşı bir mal veya hizmeti temin ve tedarik etme yükümlülüğü yoktur. Bunun tek makul istisnası, kendi kusurları olmaksızın dara düşmüş veya kendisine bakacak durumda olmayanların devletçe desteklenmesi olabilir.  

Oysa ‘’sosyal adalet’’in ima ettiği bu anlamda adalet değildir. Sosyal demokratların derdi, kapitalist yoldan üretilmiş olan değerlerin, yaygın deyimiyle ‘’gelir ve zenginliğin’’ -üreticilerinin onlar üzerindeki haklarını dikkate almaksızın- kendilerinin uygun gördükleri kişi ve gruplara dağıtılmasıdır. Bu demektir ki, eşitlikçilik gibi ‘’sosyal adalet’’ de devletin ‘’hukuk önünde eşitlik’’ten önemli ölçüde ayrılmasını gerektirmektedir.

Kısaca, sosyal demokratlar sivil ve siyasî özgürlüklere taraftar olsalar da ekonomik özgürlüklere ve bu arada mülkiyet hakkına pek sempatik bakmazlar. Türkiye’deki ‘’sosyal demokratlar’’ı kastetmiyorum tabiî, onların çoğunun kendi ideolojilerine yaramayacağını düşündükleri sivil ve siyasal özgürlüklere bağlılıkları bile şüphelidir.

(Diyalog, 12 Ekim 2025)

Shares:

Okumaya Devam Edin

Blog

Acil Gündem: İnsan Hakları

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’de insan hakları ihlâlleriyle ilgili 2021 raporunu açıklaması bizimkileri çok kızdırdı. Nitekim Dışişleri Bakanlığı bu konuda sert bir açıklama yaparak, Türkiye’ye yöneltilen ‘’asılsız iddialar’’ı külliyen reddettiklerini duyurdu
Blog

Müteferrik

Bugünkü yazıda üç ayrı konuya temas edeceğim. İlki, bugünlerde gündemde olan bir yasa önerisiyle ilgili. ‘’Altıncı Yargı Paketi’’ adı altında 3 Haziran’da Meclise sunulan yasal düzenleme önerisinde, iktisadî konularda ‘’yalan