BlogYayınlar

KLASİK LİBERALİZMİN RUHUNU KORUMAK

‘’Özgür bir toplumun felsefî temellerini bir kere daha yaşayan bir entelektüel dava ve bunun gerçekleştirilmesini de en enerjik zihinlerimizin yaratıcılık ve tahayyülüne meydan okuyan bir görev yapamadığımız sürece, özgürlüğün geleceği aslında karanlıktır.’’ (F. A. Hayek, ‘’The Intellectuals and Socialism’’, 1949)*

1950’ler klasik liberallerin karanlık günleriydi. Büyük Devlet Batı dünyasında siyasî yelpazenin tamamının hoş gördüğü bir fikirdi. O yıllarda meslektaşım Warren Nutter sık sık ‘’kitapları koruma’’nın klasik liberallerin asgarî amacı olduğunu söylerdi. Liberal fikirleri en azından basılı halde tutmak zorundaydık. Serbest piyasanın büyük müdafii Friedrich A. Hayek de Nutter’in düşüncesini ‘’fikirlerin korunması’’nı da içine alacak şekilde genişletmiştir.

Bu amaçların ikisi de gerçekleşmiştir. Günümüzde serbest-piyasacı liberal kitaplar hala okunmakta ve onların geliştirdikleri fikirler yüzyılın ortasında olduğundan daha yaygın olarak kavranmaktadır. Bugün, düşünen çoğu Amerikalı klasik liberalizmin özünde, bireyin ilerlemesinin kolektif üzerinde odaklanan herhangi bir projeden daha iyi sonuçlar getirebileceği anlayışının yattığını bilmektedir. Çoğu kimse de klasik liberalizmin Amerikan solunun 2. Dünya Savaşı sonrasında geliştirdiği ‘’liberalizm’’le çok az ilgisi olduğunun sezgisel olarak farkındadır.  

Bu başarılara rağmen, biz hakiki liberaller klasik liberalizmin ruhunu korumakta başarılı değiliz. Kitaplar ve fikirler çok önemlidir ama yalnız başına bunlar bizim felsefemizin yaşayabilirliğini sağlamak için yeterli değildir. Evet, asıl problem bu idealin takdiminde yatmaktadır.

Bunun için, meselâ başkanlığı sırasında birisi onun konumunu Ronald Reagan’ınkiyle karşılaştırmaya çalıştığında George Bush** alaycı bir dille ‘’şu vizyon şeyi’’ne atıfta bulunmuştu. Reagan’ın Amerikan düşüncesine dikkat çekmek için başvurduğu ‘’bir tepede parlayan şehir’’ Püriten imajı Bush’un zihniyetine yabancıydı. Bush Reagan’ın ne kastettiğini anlamamış ve bu imajın halkın tutumlarında niçin yankılandığını takdir edememiştir.

Bir anlamda, diyebiliriz ki Ronald Reagan George Bush’un hakkında bilgisiz olduğu Amerikan ruhuyla bir bağlantı kuruyordu. Bu karşılaştırmada, gerçekliğe açılan penceresi hakkında kapsayıcı bir vizyondan kaynaklanan kişiler ile, görüş ufku halihazırdaki algılarla pragmatik olarak sınırlı olan kişiler arasındaki hayatî ayrışma açık hale gelmektedir.

Bana göre, klasik liberalizmin savunucuları ‘’bu işler mi?’’ tarzındaki pragmatist düşünce sahibi ikinci gruptan ibaret olduğu zaman, onun halk tarafından yeterince kabul edilebilir olması sağlanamaz. Bilim ve kişisel çıkar bir argümana evet güç verir, fakat asıl önemli olan bir vizyona, bir ideale sahip olmaktır. İnsanlar çok arzu ettikleri ve uğruna mücadele edecekleri bir şeye ihtiyaç duyarlar. Eğer liberal ideal orada yoksa bir boşluk doğacak ve bu boşluğu başka fikirler dolduracaktır. Klasik liberaller, tuhaf bir şekilde, bu dinamiği anlayamamışlardır.    

Üstelik biz liberaller işlenecek malzemeden yoksun da değiliz. Adam Smith’in ve benzerlerinin yazıları meselâ insanî etkileşim düzeninin kapsamlı ve tutarlı bir vizyonunu sunmaktadır. Smith’in ‘’görünmez el’’ tasviri veya ‘’doğal özgürlük sistemi’’nden daha ikna edici ne olabilir? Özgürlük ve bireyin önceliği lehindeki bu güçlü argümanlar bugün de halâ yankı uyandırabilecek güçtedirler.

Kesinlikle, fiilen ulaşılabilir olmaktan ziyade potansiyel olarak kaldığı için, bireysel özgürlüğe ilişkin klasik vizyon üstün bir ideal için genelleştirilmiş bir insanî özlemi karşılar.  Klasik liberalizm bu özelliğini kendisi de hem bilimi hem de kişisel çıkarı aşan kapsayıcı bir vizyon sunan daha yeni baş rakibi olan sosyalizmle paylaşır. Yani, muharrik ruhları birbirinden kesin olarak ve çarpıcı biçimde farklı olsa da, hem klasik liberalizmin hem de sosyalizmin kendi ruhu vardır.

Hayır, buradaki problem önde gelen düşünürlerde değildir. Bütün sosyalist perspektifin merkezinde ona can veren bir prensip veya idealin yer aldığı düşüncesine çoğu sosyalist itiraz etmez. Fakat klasik liberal olduğunu kabul eden pek çok kişi benim onların konumlarının ‘’ruhu’’ dediğim şeyin varlığını kabul etmekte isteksiz görünmüştür. Onlar  bilgiye dayalı kişisel çıkara zaman zaman zaman yapılan atıf yanında, çok defa dava için sırf ‘’bilimsel’’ kılıf arayışı içinde görünmektedirler.

Günümüzün klasik liberalleri bir dünya görüşü olarak klasik liberalizmin temelinde bir   ideolojik çekicilik veya hatta bir romansın olabileceğini kabul etmekten utanır gibidirler. Bu duruş duayen olarak nitelenen kişilere içsel bir tatmin sunabilir belki ama liberalizm için genel ve yaygın kabul kazanmaya sıra geldiğinde son derece zararlıdır.

Başka yerde olduğu gibi burada da siyasal iktisatçıların zaafı ‘’her bir kişi kendisinin iktisatçısıdır’’ fenomeninin varlığıdır. Oysa bilimsel kanıt kendi başına ikna edici değildir, onun inanç ve ideallerle tamamlanması gerekir. Herkes kendisinin kendi iktisatçısı olduğunu düşünür, evet, ama her insan tasarlanan bir topluma, bir dizi soyut düzen prensibini somutlaştıran sanal bir ütopyaya katılma özlemini de korur.

Klasik liberaller işlerinin pozitif bilimcilerinkinden daha zor olduğunu anlamak zorundadırlar. Fizikçi veya biyoloğun deneysel bulgularının halk tarafından kabul edilmesinden endişe etmeye ihtiyacı yoktur. Halk doğal gerçeklikle zorunlu olarak karşılaşır ve bu anında hissedilen gerçekliği inkâr etmek aptallar arasına girmektir. Duvarda veya suda yürümeye çalışan çok kişi yoktur.

Keza ve önemli olarak, ruhlarını veya işleyiş ilkelerini anlamadan modern teknolojik aygıtları kullanabileceğimizi pekâlâ anlarız. Ben bilgisayarın kelimeleri kâğıda geçirmeme izin verme prensibini kişisel olarak bilmeye ihtiyaç duymam. Bu durumu bilgisayardan önce ekonomik ağa olağan olarak katılan kişininkiyle karşılaştırın. Şüphesiz, piyasaya katılan bu fırsatları yaratan etkileşim düzeninin prensiplerini öyle çok sorgulamadan, sadece alıcı, satıcı veya girişimci olarak karşılaştığı fırsatlara tepki verebilir. Bununla beraber, başka bir bilinç düzeyinde, katılan, bu düzenin insanî siyasî tercihlerden doğduğunu kabul etmek zorundadır.

Ancak piyasanın genişlemiş düzenine can veren prensiplerin anlaşılması veya takdir edilmesi yoluyladır ki bir birey anlamsız siyasî faaliyetten kaçınabilir. Asgarî ücret yasalarını, kira kontrollerini, destekleme fiyatlarını veya parasal enflasyonu savunanlar bireyi ve piyasayı anlamıyorlardır. Üniversitedeki bilim insanı için, bu gibi prensiplerin anlaşılması klasik liberal pozisyonun savunulmasına dönüşmek zorundadır. Fakat iktisatçı bilim insanları kendi başlarına kendi kanaatlerini dayatma otoritesine sahip değildirler, onların genel olarak yurttaşları da saflarına katmaları gerekiyor.

Kolektivistlerin Yükselişi

On dokuzuncu yüzyılın ilk on yıllarında ve özellikle İngiltere’de öğretildiği şekliyle, klasik siyasal iktisat kitlelerin düşüncelerini etkiliyordu. Klasik liberalizmin savunucuları büyük siyasî reform için destek harekete geçirecek kadar zorlayıcı ve anlamlı bir vizyon sunabilmişlerdi. İngiltere’nin Tahıl Yasalarının kaldırılmasını düşünün, şüphesiz zor bir adım.  Neticede İngiltere çiftçilerini korumaktan niçin vazgeçmesi gerekiyordu? İngiltere Tahıl Yasalarına karşı olanlar ancak serbest ticarete ilişkin daha büyük vizyonu sunmak suretiyle yasa koyuculara üstün gelebildiler. Reformcular başarılı olup ta Yasaların kaldırılması dünyayı değiştirdi.

Ne var ki, 19. yüzyılın ortasından sonra liberal hareketin ruhu yolunu kaybetti. 1848’de Marx ve Engels Komünist Manifesto’yu yayımlayınca sosyalizmin güçlü çekiciliği liberalizmin zayıf ışık olarak görünmesini sağladı. O zamandan buyana klasik liberaller savunmacı duruma gerilediler ve sürekli olarak faydacı hayalcilerin yürürlüğe koydukları reformlara karşı mücadele ettiler. Artık bireysel özgürlük odak noktası değildi.

Kolektivistler üstün bilgelik iddia ediyorlardı; hayat toplam mutluluğun izlenmesi haline gelmişti. Hegel’den esinlenen siyasî idealistlerin yardım ve teşvikiyle, bu yeni entelektüeller kişisel idrak fikrinden uzaklaşıp kolektif ruh fikrine kaydılar. Tarihin tecrübesi onun son derece kusurlu olduğunu göstermiş olsa da, sosyalizm ideali büyük siyasî ve kurumsal değişimlere yol açacak kadar başarılı oldu. Sosyalizmin Rusya’da veya Batı Avrupa’nın bazı yerlerinde bile uzun süreli varlığı sosyalist idealin gücünden başka neyle açıklanabilir?

Öyleyse, burada gerçekte hangi farkları ayrıştırıyoruz? Klasik liberalizmin ruhu ile sosyalizminki arasındaki kategori farkı, birinin bireyi idealize ederken diğerinin kolektifi idealize etmesidir.  Birey gerçekten de liberal vizyonun merkezinde yer alır; birey toplumda bütün katılanlar tarafından karşılıklı olarak başarılabilir olan amaçları gerçekleştirmek için mücadele eder.  Kesinlikle, bu amaçların tercihler yapan ve [bu yolda] eyleme geçen kişilerin bilinçlerine içkin oldukları içindir ki, onların ürettiği sonuçlar ‘’toplumsal sonuçlar’’ olarak ne ölçülmeleri mümkündür ne de anlamlıdırlar. Yine de bizim kullandığımız çoğu toplamcı sayılar ‘’toplumsal’’ ile birlikte düşünülürler: Amerikan vergi analistlerinin toplumun vergi yükünü veya hükümetin periyodik olarak yayınladığı standart işsizlik sayısını belirtmek için kullandıkları dağılım tablolarını düşünün.

Bir ‘’sosyal’’ amaç belirlediğimiz anda, liberalizm prensibinin kendisiyle çelişiriz. Evet klasik liberaller yenilmiştir. Onların idealize edilmiş ve genişlemiş düzenin sosyalist alternatifinden daha büyük bir değerli mallar ‘’demeti’’ ürettiği iddiasını ileri sürmek suretiyle tartışmayı kendileri saptırmışlardır.

Etkinlik normuna bunun gibi kaba bir biçimde başvurmak, kavramsal olarak bile, bütün oyunu [muarızına] hediye etmek demektir. Hemen hemen hepimiz bu ithamla suçluyuz; çünkü genişlemiş piyasanın hangi şekilde ölçülürse ölçülsün aslında nispeten daha büyük demet ürettiğini elbette biliyoruzdur. Fakat dikkati toplamcı bir değer ölçeğine yöneltmek  bireysel özgürlük amacını gerçekleştirmekte liberal düzenin eşsiz olduğunu örtmektir.

Elbette, biz klasik liberaller sosyalistlerin kendi oyununda bile iyi savunma yapabiliriz. Fakat böyle yapmakla kendi odağımızı bizimki yerine onların oyununa kaydırırmış oluruz; oysa biz, başkalarını [oyuna] dahil etmek kadar, kendi terimlerimizle oynamayı da öğrenmek zorundayız. Ne mutlu ki, birkaç modern klasik liberal, bizatihi özgürlüğü ölçmeye vurgu yapan karşılaştırmalı lig tabloları kullandıkça oyun alanlarını yeniden çizmeye başlamaktadır.

Oyalanma Bulmacaları

Bu yüzyılda uygulanan ve yayılan akademik iktisat alanı kendi payına düşen zararı vermiştir. İktisadî araştırmanın sahici entelektüel serüven ve heyecan-verici girişim sunmasına izin vermekten ziyade, [iktisatçılar olarak] onu karmaşık bir matematiksel ve empirik bilime çevirdik.  Hayek ve nispeten az sayıdaki benzerleri gibi liberallere komünizmle mücadelenin motivasyon sağladığı Soğuk Savaş yıllarında bu yönelim sadece filiz halinde idi. Fakat o zamandan beri ekonomi disiplini oyalayıcı bulmaca-çözümüne (bulmaca çözmekle oyalanmaya) döndü.  [Bu durumda] özellikle hiçbir zaman profesyonel eğitimli iktisatçılar olmayacak olanlar için ekonomiyi yeniden nasıl canlandırabiliriz?

Cevabın başlangıcı Ronald Reagan ve onun ‘’tepedeki parlayan şehir’’indedir. Başkan Reagan genel denge ekonomisinin eşzamanlı denklemlerini kendisi çözebilmişti. Onun iktisat eğitimi Eureka Koleji’ndeki lisans dersleriyle sınırlıydı, ama kendisnin olabilecek bir sosyal düzene ilişkin bir vizyonu vardı. Bu vizyon ‘’biz hepimiz özgür olabiliriz’’ temel ve basit düşüncesi üstüne kurulmuştu ve kuruludur. Reagan aracılığıyla Adam Smith’in ‘’basit özgürlük sistemi’’nin -ancak belli belirsiz anlaşılsa bile- ruhu aydınlatabileceğini, tutarlı ve birleştirici bir felsefî disiplin doğuran bir ruh yaratabileceğini anlıyoruz.  

Liberalizmin ruhunun mahiyeti hakkında bilinecek başka ne vardır? Liberal felsefedeki hareket ettirici bir unsur, şüphesiz, bireyin başkalarının cebrî müdahalesinden özgür olma isteğidir. Fakat liberal ruhun ikinci bir unsuru olan, başkaları üzerinde güç kullanma isteğinin olmayışı da son derece önemlidir. Genişlemiş bir piyasa düzeninin ideal işleyişinde, her bir kişi piyasadan maliyetsiz bir çıkış seçeneğine sahiptir. Başka birinin zorlamasına yer yoktur, bireyler ‘’özgür durumda’’dırlar.  

Şüphesiz, bugün bile piyasalar tamamen özgür değildirler; fakat bir ideal olarak, bu tasarlanan düzen bütün katılımcılarının tercih özgürlüğüne sahip olduğu heyecan verici ve amaca uygun bir dünya umudu sunabilir.

Bizim [Amerikan] tarihinden çıkarılabilecek çok sayıda imaj vardır. Çoğu, söz gelişi, Amerikan sınır boyu ruhundan türetilmiştir. Yine de sınırda olmak Amerikan tecrübesinin ilk yüzyılında niçin bu kadar önemliydi? Önemliydi, çünkü o liberal özgürlüğü temsil ediyordu.  Sınırın doğru ekonomik yorumu onun çıkış seçeneğini garanti etmesinde yatmaktadır; onun varlığı kişiler arası sömürü ihtimalini büyük ölçüde sınırlar. Bugün ülke sınırları kapalıdır, ama işleyen piyasa düzeni sınırla tamamen aynı şekilde işler; o her bir katılımcıya her bir ilişkide çıkış seçenekleri sunar.

Liberalizmin ruhunu geri getirmek için biraz geri adım atmamız gerekiyor. Yasama politikasının ayrıntılarında [kazanılan] küçük liberal ‘’zaferler’’ yeterli değildir. Bir dereceye kadar, liberal ilkeleri benimseyenlerin seçim başarıları da… Sırf kendi yöremizde kira kontrolünü yasaklamayı veya Ronald Reagan’ı Başkan olarak seçmeyi başarmamız klasik liberalizmin insanların tutumlarını etkilediğinin söylenebileceği anlamına gelmez. Klasik liberaller 1980lerde kelimenin tam anlamında ‘’uykuya daldılar’’ ve sosyalizmin ölümünün ardından da uyumaya devam ettiler. Sonuçta, bugün halkın tutumu liberal ideallerden daha fazla dadı devlet veya paternalist, rant-kollamacı, merkantilist rejimler tarafından biçimlendirilmektedir.

Yeni bir vizyon, liberalizm için yeni bir ruh yaratmak şimdi bizim en önemli görevimizdir. Burada dikkatimizi her şeyi içeren siyasî paketler tasarlamakla sınırlamayı önermiyorum. Siyaset büyük kısmı itibariyle peyderpey biçimde, adım adım ilerler. Benim önerdiğim, biz liberalizm öğretenlerin liberalizmin politikleştirilmiş [devletçi] ekonomilerden ölçülebilir olarak daha iyi sonuçlar verdiğini gösteren pragmatik, faydacı hesaplamalardan ziyade vizyona, özgürlüğün anayasasına odaklanmamızdır.

Başka bir ifadeyle, liberaller arkalarına yaslanıp ‘’bizim işimiz tamam’’ dememelidirler. Günümüzde sosyalizmin organizasyon ve fikir olarak iflâs etmiş olması siyaset felsefesinde yenilenmiş ve aralıksız bir [liberal] söylem ihtiyacını ortadan kaldırmamıştır.  Bizim bihakkın klasik liberalizmin ruhu diyebileceğimiz, muhafaza edilecek, korunacak ve yeniden yaratılacak bir söyleme ihtiyacımız var. Bu söylemin düzenleyici ilkeleri genel olarak insanlar tarafından anlaşılmadan genişlemiş piyasa düzeni ayakta kalamaz.

Çeviri: Prof. Dr. Mustafa Erdoğan

* Çevirmen tarafından eklendi.

** Yazar ‘’baba Bush’’u kastetmektedir.

(James M. Buchanan, ‘’Saving the Soul of Classical Liberalism’’, January 1, 2000, Türkçesi: Mustafa Erdoğan. https://www.independent.org/article/2000/01/01/saving-the-soul-of-classical-liberalism/)

Shares:

Okumaya Devam Edin