Bugün medyada yer alan bir haberin başlığı: ‘’Polisten Kürtçe şarkı çalan mekâna uyarı: Biz anlamıyoruz, git bu şarkıları değiştir!’’… Bu, üstelik Diyarbakır’da, yani insanların çoğunun anadilinin Kürtçe olduğu bir şehirde oluyor. Daha önce de zaman zaman polisin Kürtçe konuşmalara müdahale ettiğine dair haberler okumuştuk.

Kürt sorununun daha başka yanları da var ama bu en mütevazi olanını güya daha önce halletmiş, hiç değilse sivil alanda Kürtçe ifade yasağını kaldırmıştık!

Türkiye siyasetinin halihazırdaki büyük sorunları biri genel diğeri özel olmak üzere iki grupta toplanabilir. Bu sorunların genel nitelikte olanı, kısaca, siyasî ve hukukî sistemimizin bugün itibariyle medenî dünyanın standartlarından çok uzaklaşmış olduğu şeklinde ifade edilebilir. Gerçekten de, Anayasasının yazdığının aksine, Türkiye bir süredir ne ‘’insan haklarına saygılı’’dır, ne ‘’demokratik’’tir, ne de bir ‘’hukuk devleti’’dir. Bugün Türkiye siyasetinin öncelikli meselesi bu çıkmazdan kurtulmayı mümkün kılacak bir irade göstermektir.

Türkiye’nin özel nitelikteki ama cesameti ve âciliyeti bakımından bundan geri kalmayan daha başka sorunları da elbette var; bunların başında da, yukarıda aktarılan haber başlığının da gösterdiği gibi, ‘’Kürt sorunu’’ gelmektedir. ‘’Hikmet-i hükûmet’’ felsefesine bağlı devlet milliyetçileri anlamamakta ısrar etseler de, bunun Türkiye için temel önemde ve âcilen çözülmesi gereken bir mesele olduğu apaçıktır. Bırakalım ‘’insan haklarına saygı’’, ‘’hukukun üstünlüğü’’ ve ‘’adalet’’ gibi medeniliğin asgarî standartlarını, ‘’hikmeti hükümet’’çilerin öncelikli değeri olan ‘’devletin bekâsı’’ açısından bile aynı sonuca varmak kaçınılmazdır.

Evet, Türkiye’nin bekâsı Kürt sorununun barışçı-demokratik yoldan çözülmesine (de) bağlıdır. Ama daha önemlisi, bu aynı zamanda Türkiye toplumunun huzur, barış ve refahı için de bir ön şarttır. Bu konuda sorun yokmuş gibi davranmak veya sorunun çözümünü meçhul bir geleceğe ertelemek Türkiye’nin sadece huzur ve barışı için değil, demokrasi umudu için de ölümcül bir hata olur.

Bu arada, rejim sorununun âcilen çözülme ihtiyacı, Kürt sorununun çözümünün ertelenmesini zorunlu kılıyor da değildir. Tam aksine, bu sorunun akut hale gelmesi Türkiye’nin özgürlükçü-demokratik rejim standartlarından uzaklaşmasıyla doğrudan doğruya bağlantılı olduğundan, demokratikleşmeyle Kürt sorununun çözülmesinin birlikte yürümesi gerekmektedir. Yıllar önce ‘’Bizi Kürtler Özgürleştirecek!’’ diye yazarken de buna benzer bir düşünceyi ima etmiştim: Kürt sorununu çözmek için zorunlu olan özgürlükçü atılımlar Türkiye’nin rejimini, dolayısıyla Kürtlerle beraber hepimizi de özgürleştirecektir. Bugün bunu tersinden söylüyorum: Türkiye’yi özgürleştirmek Kürt sorununun da barışçı çözümünü kolaylaştıracak, bu çözümün zeminini oluşturacaktır.

Şimdi, barışçı-demokratik çözüm perspektifi açısından Kürt sorununun bugünkü durumuna baktığımızda, bu sorunun demokrasi içinde ve barışçı çözümü yolunda daha önce başlatılan girişimler maalesef akim kalmış bulunuyor. Çünkü, bugün Türkiye’yi yönetenler ne yazık ki 1990’ların Kürt sorununun varlığını reddeden ‘’güvenlikçi’’ anlayışına teslim olmuş görünüyorlar. Onlara göre, Türkiye’de Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır. Karşı karşıya olduğumuz meselenin, ne pahasına olursa olsun PKK terörünün üstesinden gelmekten ibaret olduğunu sanıyorlar.

Asker ve sivil kanadıyla millî güvenlik bürokrasisinin yönlendirdiği anlaşılan mevcut iktidar bloku, bu yüzden, Kürt siyasî hareketinin demokratik araç ve yöntemleri kullanmayı seçmiş olan siyasî kanadını muhatap almıyor. İktidar HDP’yi muhatap almak şöyle dursun, onu görmezlikten gelmeyi, hatta önde gelen temsilcilerini hapse tıkmak ve kazandığı belediyeleri güvenlik devletinin kontrolüne almak gibi yollarla onu sindirmeyi ana politika olarak bellemiş durumdadır.

O kadar ki, ‘’millî güvenlik devleti’’nin bu konudaki saplantısı son yıllarda Türkiye’nin dış politikasının da ana belirleyicisi haline gelmiş bulunuyor. Bunu, askerî operasyonları ve ‘’güvenli bölge’’ girişimi vb. yollarla Türkiye için tehdit oluşturduğunu söylediği ‘’terörist’’ YPG’yi bastırmayı, en azından denklem dışına atmayı amaçlayan iktidarın Suriye politikasında gözlemek mümkün. Başka bir anlatımla, Türkiye içerde başta demokratik katılım olmak üzere Kürtlerin temel haklarını ve siyasî temsilcilerini tanımamakta ısrar eder, hatta bastırmaya çalışırken, Suriye’de odaklaştığı şekliyle dışarda da Kürtlerin kendi-kaderini-belirleyen veya en azından sözü dikkate alınan bir siyasî varlık olarak ortaya çıkma çabalarını engellemeye çalışmakla meşguldür.

Büyük devlet olma iddiasındaki Türkiye için ne kendine güvensizliktir, ne hazin tecellidir bu!

(Diyalog, 6 Ekim2019)

Önceki İçerikVenezüella Sosyalizminde Bira Yok (ve Demokrasi De)
Sonraki İçerikLiberteryanizm Nedir?
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)