Vaktiyle Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) yan kuruluşu olarak bilinen ‘’Ülkü Ocakları’’nın genel başkanlığını da yapmış olan Sinan Ateş’in kurban gittiği cinayetin soruşturulması etrafında gelişen -en hafif deyimiyle- tuhaf olaylar serisi dava aşamasında daha da göze batar hale gelmiş görünüyor.

Herkesin bildiği gibi, bu ‘’tuhaflıklar’’ın hepsi MHP’yle bağlantılıdır, MHP bunların odağında yer almaktadır.  Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, başta merhumun eşi olmak üzere Sinan Ateş’in yakınları ve arkadaşları bu cinayetin adı geçen partiyle bağlantılı olduğunu ima etmektedirler. Aynı çevrelerin cinayet soruşturmasının yürütülmesinde çıkan zorlukları ve olayın dava aşamasına gelmesinin gecikmesini de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidar ortağı olan MHP’nin gizli-açık müdahalesine bağladıkları da sır değil.

İlginç olan nokta, Bahçeli ve MHP yönetiminin bir yandan bu imalardan ciddî olarak rahatsızlık duyduklarını gösteren sert tepkiler verirken, öbür yandan iddialarda haklılık olabileceğini düşündüren hamleler de yapmalarıdır. Nitekim, Bahçeli AKP lideri Erdoğan’ın Sinan Ateş’in eşiyle üstelik cumhurbaşkanlığı makamında görüşmesinden ziyadesiyle rahatsız olmuştu ve ‘’aramızdaki ittifakı bozarım ha!’’ anlamına gelen tehdidinde bu rahatsızlığın da rolü vardı.

Onun için, pek çok kişinin MHP’nin kızgınlığının nedeninin haksız yere itham altında bırakılmaktan çok, bu cinayette gerçekten de bir şekilde dahli olmasından ileri geldiğini düşünmeleri anlaşılabilir bir durumdur. Hatırlanacağı gibi, Bahçeli’nin ortağına çektiği malum ‘’rest’’ Erdoğan’ın niyetlenmiş göründüğü ‘’normalleşme’’ ve CHP’yle ilişkilerini ‘’yumuşatma’’ girişimine son vermekle kalmadı, aynı zamanda Ateş’in eşiyle teması kesmesine ve MHP’nin Sinan Ateş cinayetiyle ilişkilendirmesini eleştiren bir açıklama yapmasına da yol açtı.

Öyle veya böyle, sonuçta MHP’nin bu cinayetle gerçekten bir ilişkisi olduğuna dair merhum Ateş’in aile çevresiyle sınırlı olmayan yaygın bir kamuoyu oluşmuş bulunmaktadır. Onun için, eğer gerçekten de durum buysa, o zaman bu partinin Türkiye siyasetinin kritik anlarında kilit rol oynadığını da hatırlayarak sormamız gerekiyor: MHP’nin devlet içindeki ve daha genel olarak ta Türkiye’nin siyasal sistemi içindeki yeri ve rolü nedir?…

MHP bir siyasî parti midir, herhangi bir parti midir, yoksa başka bir şey midir?…

Bu meseleyi tezekkür ederken ayrıca merhum Ateş’in acılı annesinin şu sözlerini de göz önünde tutmamız gerekiyor: ‘’Bu devletin üzerinde devlet mi var, ben nereye gideyim kimden [adalet] isteyeyim?’’…

Neyin kastedildiği malum: Cinayet soruşturmasının yavaş işlemesi ve davanın geç açılmasıyla kalmayıp, davanın yapılan ilk duruşmasının da mahkemenin işin hakikatini ortaya çıkarma yolunda sahici bir çabasını yansıtmaktan çok, neredeyse teatral bir havada geçmesinin olayın MHP bağlantısından, onun yargıda ve genel olarak devlet içindeki gücünden kaynaklandığı kanaatinin yol açtığı bir hayal kırıklığını yansıtıyor bu sözler.

Evet, gerçekten yargıyı da yönlendirebilecek derecede güçlüyse, MHP’nin bu gücü nerden geliyor?… MHP devlet içinde bir tür ‘’paralel bir yapılanma’’ya mı sahiptir, yoksa devlet içinde -hatta üstünde- bir güç müdür?…

Ve böyle bir güç sadece AKP’nin iktidarda kalmak için MHP’nin desteğine mahkûm olmasından (o da ayrı bir bahis) ve yargıda kadrolaşmasına göz yummasından ileri geliyor olabilir mi? Yoksa MHP devlet içinde -ve devlet nezdinde- bunu aşan düzeyde ve bugünkü siyasî konjonktürden bağımsız olan daha kalıcı bir güce mi sahiptir?…

Eğer öyleyse, MHP’nin sadece yargıda değil ‘’bakanlıklar’’da ve kamu idaresinde de kadrolaşmasına izin veren daha güçlü bir odak mı vardır? Yoksa bu odak bizatihi Devlet midir?…

Eğer MHP’nin devlet içinde güncel konjonktürden bağımsız ve kalıcı bir güce sahip olduğu doğru ise, o zaman T.C. yurttaşları olarak hepimiz şu can alıcı soruyu kendimize sormalıyız: MHP nedir, Ülkü Ocakları nedir?… MHP sadece bir siyasî parti olabilir mi?

MHP ve Ülkü Ocakları’nın carî sistem içindeki konumları ve siyasî işlevleri nedir?…

Ve bu camia bir höykürdü mü neden herkes korkmak ve sinmek zorundadır?…

Kısaca, Türkiye’nin siyasî rejiminin mahiyeti nedir? Biz nasıl bir rejimde yaşıyoruz?… Bu rejimi karakterize eden sadece Tayyip Erdoğan’ın ‘’tek adamlığı’’ mıdır, yoksa daha karmaşık, esrarlı ve ürkütücü bir siyasî fenomenle mi karşı karşıyayız?…

(Diyalog, 7 Temmuz 2024)

Önceki İçerikİKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELEDE TÜRKİYE NELER YAPABİLİR?
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)