BlogYayınlar

MODERN ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ VE TEMSİLÎ REJİM

Liberal siyasî öğretinin 19. yüzyıl Fransa’sındaki parlak yıldızı İsviçre doğumlu Benjamin Constant (1767-1830) en fazla antik çağın ‘’özgürlük’’ anlayışıyla modern özgürlüğü karşılaştırdığı ve ikincisinden yana tavır aldığı 1819 tarihli ünlü nutkuyla tanınır.  (Benjamin Constant: Modernlerinkiyle Karşılaştırıldığında Antik Çağdakilerin Özgürlüğü Üzerine’’, M. Erdoğan [ed.], 2024)

Benjamin Constant söz konusu denemesinde antik toplumların kolektivist özgürlük anlayışını tahlil ederek bu anlayışın modern (ticarî) toplumların şartlarıyla neden bağdaşmayacağını açıklar. Kendisinin bu bağdaşmazlığa dikkat çekme ihtiyacı duymasının nedeni, Fransa’da büyük acılara sebep olmuş olan 1789 Devrimi’nin arkasında da benzer bir kafa karışıklığının yattığının bilincinde olmasıydı. Özgürlüğü antik toplumlar gibi kolektif iktidara ‘’aktif ve daimî katılım’’la özdeşleştiren Fransız Devrimcilerinin esas ilham kaynağının ‘’toplumsal bütünün otoritesini özgürlükle karıştıran’’ Jan-Jack Rousseau olduğunu Constant doğru olarak tespit etmiştir.  

Düşünür bu arada antik toplumların kolektivist toplum tasavvurlarının bireyleri özel hayatlarında köleleştirdiğine de işaret etmektedir. Bu aslında, eski Greklerde bireyselliğe yer olmadığını ve bireysel haklar diye bir düşünce ve kavramın mevcut olmadığını söylemenin başka bir yoludur. Bu toplumlarda kolektivist yaklaşımın baskın olması, Constant’a göre, onların savaşçı toplumlar olmalarıyla da yakından ilgilidir. Devamlı savaş halinde olan antik toplumlar savaşın gereklerine göre örgütlenmişlerdir ve her vatandaş aynı zamanda, hatta öncelikle, askerdir.

Benjamin Constan’tan altmış küsur yıl sonra İngiliz sosyal felsefeci -yine başka bir liberal- Herbert Spencer (1820-1903) da askerî toplumlar ile modern sanayi toplumları arasında örgütlenme tarzları bakımından bir karşıtlığın var olduğuna dikkat çekmiştir. Spencer’in nitelemesine göre, gönüllü iş birliği sistemine (başka bir deyişle, ‘’sözleşme rejimi’’ne) dayanan modern sanayi toplumlarının aksine, askerî toplumlarda hiyerarşiye ve sabit statülere dayalı cebrî ilişkiler öne çıkar. (Herbert Spencer, The Man versus The State, 1885, ss. 1-2) 

Bu konunun demokrasi ve temsilî rejimle başlıkta ima edilen bağlantısına gelirsek, Constant bu bağlantının aydınlatılmasında da öncü bir role sahiptir. Ona göre, modern özgürlük antik toplumlarınkinden farklı, ‘’despotik’’ olmayan bir siyasî örgütlenme tarzını gerektirmektedir. Bu, bireylere kendi özel çıkarlarını gözetebilecekleri daha geniş bir özgür hayat alanı tanıyan, başka bir ifadeyle yurttaşların zamanlarını devletten (kamu hayatına katılmadan) çok kendi özel işlerine ayırmalarına imkân veren bir örgütlenme tarzı demektir. Modern anlayışta birey daha fazla zamanını kendisine ayırdığı ölçüde özgürdür.

Benjamin Constant’a göre, modern toplumların siyasete daimî ve doğrudan katılım yerine, temsilî sisteme geçmelerini zorunlu kılan neden işte budur. ‘’Temsilî sistem bir halkın [‘temsilcileri üzerinde etkin ve daimî bir gözetim uygulaması’ şartıyla] kendisinin yapamadığı veya yapmak istemediği şeyleri yapması için bazı kişileri görevlendirmesine imkân veren bir örgütlenmeden ibarettir.’’ (s. 42) Özgür bir toplum için siyaseti aslî ve kapsayıcı değil de talî (veya türevsel) ve kapsamı sınırlı bir etkinlik alanı olarak vaz eden bu perspektifin liberal öğretiyle içsel bağlantısı ve onun için önemi herhalde dikkatlerden kaçmamıştır.  

Benjamin Constant’ın yukarıda özetlediğim tezinin ve temsilî rejimi gerekçelendirme tarzının bize demokrasiyle ilgili olarak da söylediği önemli bir şey var. Nitekim kadim Greklerin ‘’kamu hayatına kolektif ve daimî katılım’’ olarak anlayıp uyguladıkları ‘’özgürlük’’ başka bir bağlamda ‘’doğrudan demokrasi’ olarak karşımıza çıkar. Onun için, Constant burada ‘’doğrudan demokrasi’’nin modern toplumlara uygun olmadığını da dolaylı olarak söylemiş olmaktadır.

Bu bağdaşmazlık modern toplumların genellikle ‘’doğrudan demokrasi’’nin uygulanamayacağı kadar büyük oldukları meselesinden ibaret de değildir. Bundan da önemlisi, böyle bir aracısız yönetimin hem kolektivizmi bakımından, hem de -akıl, bilgi ve soğukkanlılıktan çok- izlenimler, yanlış algılar, duygular ve heyecanlarla hareket eden, manipüle edilmeye açık, kontrolsüz ve fevrî kalabalıkları öne çıkarması bakımından medenî hayatın gerekleriyle bağdaşmaz olmasıdır. Doğrudan-demokratik yönetim büyük ölçüde kitle psikolojisinin yönlendirdiği, totaliter uygulamalara açık bir rejim olacaktır.  

‘’Doğrudan demokrasi’’nin bu sakıncasına daha temel bir sorunu, bir prensip ve ahlâk sorununu da eklemeliyiz. O da şudur: Demokrasi teorisinin arka planında onun ‘’kendi kendini yönetme’’in (self-rule) siyasal toplum düzeyinde kurumlaşması veya toplumun kendi kaderini belirlemesinin (self-determination) bir ifadesi olduğu iddiası yatmaktadır. Oysa kendi kendini yönetim veya self-determinasyon sadece bireysel düzeyde mümkündür, sadece bireyler kendi kendini yönetimin öznesi olabilirler. Gerçekte karmaşık bir ilişkiler ve etkileşimler ağı demek olan ‘’toplum’’ kendi kendisini yönetecek, irade sahibi bir özne değildir. Ayrıca, milyonlarca farklı bireysel tercihten despotik olmayan, anlamlı bir kolektif tercihin (politikanın) üretilmesine imkân verecek bir teknik eğer varsa, bu henüz bulunmuş değildir.  

Onun için günümüzün temel siyasî sorunu ‘’tam demokrasi’’nin nasıl tesis edileceği değil; genel ve eşit oy hakkına, temel özgürlüklere ve hukukun üstünlüğüne dayanan ve işlevleri sınırlı bir devlet cihazına yer veren temsilî bir rejimin kurulmasıdır.

(Diyalog, 16 Mart 2025)

Shares:

Okumaya Devam Edin