Salgınlar ve Yasaklar: 100 Yıl Sonrası
COVID-19 Pandemisi esnasında medyadaki yaygın ve abartılmış biçimde tartışmalar, yüz yıl önce gerçekleşen İspanyol Gribi (1918) salgınıyla COVID-19 arasındaki sözde paralellikleri konu ediyor. Böyle bir karşılaştırma hakkında ne düşünüldüğünün önemi olmaksızın bunun, tabii 1900’lerden bu yana ortaya çıkan onca tıbbî gelişmeyi bir kenara koyarsak, Amerikan tarihindeki bir başka olayın yüzüncü yıldönümünü gizlediğini görebilirsiniz.
17 Ocak 1920’de On Sekizinci Yasa’yı da kuvvetlendiren Volstead Yasası yürürlüğe girdi. Bir gece yarısından önceki son akşamüstünde, Amerikalılar kadehlerini son bir kez kaldırdılar, arkadaşlarını selamladırlar ve alkol yasağının başlangıcını karşıladılar. Ancak ifade etmek gerekir ki alkol yasağı, bir gecede olup bitmedi.
On Sekizinci Yasa’nın on yıllar süren oluşum sürecinde, alkol içiminde bir “aşırıya kaçmama” hareketi Amerika’yı sarıp sarmaladı. Dinî yeniden-doğuşçular ile radikal ilericilerin önde gelenleri birleşti ve alkol-karşıtlığı düşüncesini önce yerel, ardından federal düzeye yükselterek güçlü bir karışım (bir kokteyl değil elbette) ortaya koydular.
Eyaletler, “yerel seçenek” denen ve münferit şehir ve bölgelerin alkolsüzleştirmesinin önünü açan bir yasalaştırma sürecini başlattı. Beraberinde eyalet-çapında alkol yasakları geldi ve 1881’de Kansas, alkol yasaklarını eyalet yasasına dahil eden ilk eyalet oldu (Maine bundan daha önce, 1851’de bir Alkol Yasağı Yasasını yürürlüğe koymuştu ancak kısa süre içinde ilga edildi.).
Bu noktadan sonra yarış başladı. Ancak büyük bir hız ve tantanayla başlayan böylesine bir siyasi hareket için alkol yasağı, uzunca bir süre başarısız bir kamu politikası olarak anıldı. Geniş bir yelpazede farklı yaşam tarzlarından Amerikalılar buna karşı çıktı ve kısa sürede büyüyen yasa-dışı alkol imalatı, akıl almaz bir şekilde geniş bir alana yayıldı.
Tarih öğrencilerinin bileceği üzere alkol yasağı, ortaya konulduktan on üç sene sonra tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Bu dönemden edinilen tecrübe, yasa koyuculara insan davranışları üzerine önemli bir ders verdi: Devlet alkolümüze ne kadar karışırsa, biz de buna o kadar karşı çıkarız!
Artık 2020 yılına geldiğimize göre, politikacıların ve devletlerin bu dersi iyice içselleştirmiş oldukları yanılgısına düşülebilir, ancak COVID-19 salgınının ortaya çıkmasıyla bu yüzyıllık kazanım öylece uçup gitmiş gibi gözüküyor.
Geçtiğimiz Nisan ayının başlarında Meksika hükümeti, birayı “temel ihtiyaçlar” sınıfından çıkardı ve böylelikle salgın esnasında bira fabrikaları kepenk kapatmak zorunda kaldı. Sonuç üzücü olduğu kadar tahmin edilebilirdi de: Onlarca Meksika vatandaşı yasal biralar yerine kaçak alkolü tercih etmek zorunda kaldıkları için hayatlarını kaybettiler.
Her ne kadar yakın zamanda ABD’de böyle bir trajedinin ortaya çıkması mümkün gözükmüyor olsa da kimi devlet görevlilerinin alkol yasağından öğrendikleri dersi unutmaya meyilli oldukları açıkça görülüyor. Salgının ilk günlerinde, Pennsylvania’nın alkol düzenleyicileri, devlet tarafından işletilen içki marketlerinin kepeğini indirdi.
Pennsylvania’nın bu kararının ardından, karara bağlı olarak ortaya çıkan herhangi bir ölüme dair doğrudan rapor ortada olmasa da bu durumun halk sağılığını gereksiz yere tehlikeye atıyor olduğu su götürmez bir gerçek. Bu durumun sonucunda çok sayıda Pennsylvania vatandaşı, New Jersey, Ohio ve Batı Virginia gibi komşu eyaletlerdeki alkol dükkanlarına akın etti. Sayılan eyaletlerdeki birçok dükkân sahibi, böyle bir akına hazırlıksız yakalandı ve bunun da olumsuz sonuçları oldu.
Pek çok halk sağlığı uzmanının da belirttiği üzere, insanları oldukları yerde barındırmak yerine bir şekilde eyalet sınırlarını geçmeye iten bir kamu politikasının benimsenmesi, salgın esnasında devletin beceriksizliğinin en bariz örneklerinden biriydi.
Ancak hakkını vermek gerekir ki 2020’de alkol konusunda iyi gelişmeler de oldu. COVID-19, politikacıları (en azından Meksika ve Pennsylvania dışındakileri) alkole dair köhneleştirilmiş politikaları yeniden gözden geçirmeye yöneltti. Alkol yasağının kaldırılmasından sonra bile Amerika’da alkol satışını kısıtlayan politikalar varlığını devam ettiriyordu.
Her ne kadar bu günlerde Federal Hükümet alkol yönetimine daha az karışsa da yerel yönetimlerin alkol politikaları üzerinde hâlâ ciddi bir etkisi var. Günümüz Amerika’sında bile; alkol satışının tamamen yasak olduğu bölgeler, kontrol-eyaletler adı verilen alkol satışından hükümetin sorumlu olduğu bölgeler ve “üç-aşamalı sistem” adı verilen alkol üreticilerinin doğrudan müşterilerine satış yapmasını engelleyen bir sistemi benimseyen bölgeler mevcut.
Bu sistem tüm bu atalet ve anlamsız inada rağmen iyi kötü bir yüzyıl idare edilmişti, ancak artık bir değişimin belirtileri hissedilmeye başlanıyor. COVID-19 sırasında yasa koyucular, “Eğer biz ilaçlar gibi sıkı denetime tabi olan ürünleri bile bir günde kapımıza getirtebiliyorsak, neden alkolü getirtemeyelim?” gibi basit sorular sormaya başladılar. “Ve neden barlar yıllardır pizzacıların yaptığı gibi al-götür margarita satamasın?”.
Otuzu aşkın eyalet bu soruların ardından Pandemi esnasında geçici süreyle al-götür ve paket servis olarak alkole izin verdi; Ohio ve Iowa gibi eyaletler ise bunu çoktan kalıcı hale getirdi.
Alkol politikalarının bu uzun süren modernleşmesinin kazananı; ülkede çeşitli iş imkânı ve istihdam da katan girişimci alkol üreticileri ve elbette 2020’nin bu tatsızlığını soğuk bir içkiyle gidermek isteği oldukça anlaşılabilen tüketiciler oldu.
C. Jarrett Dieterle tarafından “Pandemics and Prohibition: 100 Years Later” başlığıyla İngilizce olarak kaleme alınan bu yazı 01.01.2021 www.spectator.org sitesinde yayınlanmıştır.
Çev: Çağın T. Eroğlu
Orijinal metin kaynağı: https://spectator.org/pandemic-prohibition-american-spectator-print-magazine/