Veganlık, hayvan kaynaklı tüm ürünlerin tüketimini reddeden, etik ve çevresel prensiplere dayanan bir yaşam biçimidir. Bu felsefe, beslenme alışkanlıklarından giyime, günlük tüketim malzemelerinden etik değerlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Vegan beslenme, et, süt, yumurta gibi hayvansal kaynaklı hiçbir gıdanın tüketilmediği, bitki bazlı besinlere dayanan bir diyet şeklidir.
Etik nedenlerle veganlık, hayvan haklarına duyulan saygı ve empati üzerine inşa edilir. Çevreci veganlık ise hayvan haklarından ziyade hayvansal ürünlerin üretiminin çevreye vermekte olduğu zararlar üzerine odaklanan veganlık biçimidir. Veganlığın çıkış noktası etik nedenlere dayansa da, iklim krizinin görünür hale gelmesi ile çevreci kaygılarla veganlığı tercih edenlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır ve bunun temel sebebi hayvancılık endüstrisinin sebep olduğu yüksek emisyon oranıdır.
Bilindiği üzere, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin ana nedeni atmosfere kontrolsüz bir şekilde salınan karbondioksit, metan, su buharı ve azot oksit gibi sera gazlarıdır. En az tehlikeli olarak tanımlanmasına karşın, diğer gazlara oranla çok yüksek seviyede olan karbondioksit, fosil yakıtla çalışan motorlu taşıtların ve santrallerin artması, nüfusun artması ve yeşil alanların azalması gibi nedenlere bağlı olarak küresel ısınmanın en önemli sebeplerindendir.
Metan gazı küresel ısınmada etkili olan ikinci sera gazı olup, önemli bir kısmı atmosfere doğal kaynaklardan salınmakta ve ancak endüstriyel ölçekte hayvancılığın artması, bazı tarımsal aktiviteler, fosil yakıt kullanımı ve kontrolsüz atıklar gibi nedenlerle salınımı her geçen gün artmaktadır. Üçüncü en önemli sera gazı olan azot oksitin artış nedeni ise, yapay gübre üretimi, bazı endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerdir.
Sonuç itibariyle insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının yaklaşık üçte biri gıdayla ilişkilidir. Gıda kaynaklı sera gazları büyük ölçüde; sığırların sindirim sürecinden kaynaklanan metan, bitkisel üretimde kullanılan gübrelerden kaynaklanan azot oksit, tarım arazilerinin genişletilmesi için ormanların kesilmesinden kaynaklanan karbondioksit, gübre yönetimi, pirinç ekimi, mahsul artıklarının yakılması ve çiftliklerde yakıt kullanımından kaynaklanan diğer tarımsal emisyonlardan kaynaklanmaktadır.
Emisyon yoğunluğuna bakıldığında ise, genellikle en yüksek sera gazı emisyonuna sebep olan gıdalar özellikle; kırmızı et, süt ürünleri ve çiftlik karidesleri gibi hayvansal gıdalardır. Bunun nedenlerini şöyle özetlemek mümkündür:
Öncelikle et üretimi genellikle geniş otlaklar gerektirir; bu alanlar genellikle ağaçların kesilmesi ile oluşturulur ve bu da, ormanlarda depolanan karbondioksitin salınmasına ve orman alanlarının küçülmesine neden olmaktadır. Ayrıca inekler ve koyunlar otları ve bitkileri sindirirken metan gazı salmakta, sığırların meralardaki atıkları ve büyükbaş hayvan yemi üretiminde kullanılan kimyasal gübreler de, bir başka güçlü sera gazı olan azot oksit yaymaktadır. Karides çiftliklerinin yüksek karbon ayak ise, yoğun miktarda karbon emen mangrov ormanları ile kaplı kıyı arazilerini işgal etmesinden kaynaklanmaktadır.
Öte yandan bitki bazlı gıdalar (meyve ve sebzeler, tam tahıllar, fasulye, bezelye, kuruyemiş ve mercimek gibi) genellikle daha az toprak, su kullanır, daha az enerji tüketir ve hayvansal gıdalara kıyasla sera gazı salınımları düşüktür. Nitekim yakın zamanda Oxford Üniversitesi’nden bilim insanları tarafından 55.504 kişinin diyetleri ve 119 ülkedeki 38 bin çiftlik verileri incelenerek yapılan ve Nature Food dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma, bitki temelli beslenen insanların üretim yeri ve yöntemi ne olursa olsun günde 100 gramdan fazla et tüketenlere kıyasla yüzde 75 daha az sera gazı emisyonuna, yüzde 75 daha az arazi kullanımına, yüzde 54 daha az su kullanımına ve yüzde 66 daha az biyolojik çeşitlilik kaybına yol açtığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla iklim değişikliği konusunda endişe duyan ve vegan beslenmeyi insanlar ve gezegen için en iyi seçenek olarak görmeye başlayan insanların sayısında ciddi bir artış görülmeye başlamıştır. Ancak vegan beslenmek gerçekten her zaman en sürdürülebilir seçim midir?
Bu soruya cevap verebilmek için konuya pek çok açıdan bakmak gerekir. Şüphesiz bugün için yapılan tüm araştırmalar ve bilimsel veriler hayvancılık endüstrisinin sera gazı emisyonlarına eşsiz bir katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Ancak bunun karşılığında dünya üzerindeki tüm sosyolojik, kültürel, ekonomik ve coğrafi gerçekleri gözardı ederek, alternatifler oluşturmak yerine radikal bir biçimde veganlığı önermenin sürdürülebilir ve etik olduğunu söyleyebilir miyiz?
Örneğin; dünya tarım arazilerinin üçte ikisi otlatma arazileri olup, bunların birçoğu eğimli, kurak veya ekmeye uygun olmayan alanlardır. Tamamen vegan bir dünyada, bir kısmı tekrar ormanlaştırılabilse bile, bu alanların büyük bölümü efektif olarak değerlendirilmeyeceği gibi, vegan beslenme için gerekli olan gıda farkını kapatabilmek için günümüzdekinin üçte biri oranında daha fazla tarım alanı, yani daha fazla gübre, pestisit, orman alanlarının ağaçsızlaştırlarak tarım alanına dönüştürülmesi ve tarım amaçlı fosil yakıt tüketimi gerekecektir.
Dünyada ekilebilir alanların yaklaşık yüzde kırkının hayvan yemi üretmek için kullanıldığı, bunun da ormansızlaşma, su kullanımı, gübre akıntısı, pestisitler ve fosil yakıt kullanımı gibi çevresel maliyetleri beraberinde getirdiği bilinmektedir. Ancak hayvansal tarım, insanlar için gıda üretilebilecek alanlarda yem yetiştirerek veya insanların tüketebileceği gıdalar ile besleyerek değil otlaklarda otlatma veya atık ve artık ile beslenerek gerçekleştirilmesi mümkündür. İnsanlar için yapılan bitkisel tarım sonucu ortaya çıkan ve insanların tüketmediği saman, kabuk, kepek gibi artıklar hayvanların beslenmesinde kullanılabilir. Gıda atıklarının etkili bir şekilde toplanması için yöntem ve politikalar yaygınlaştırılarak bu atıklar da yine hayvanların beslenmesinde kullanılabilir. Bu yaklaşımla, hayvan gıda kaynaklarının, insan gıda kaynaklarıyla rekabetinin en aza indirilmesi mümkündür.
Öte yandan, vegan besinler günümüzde vegan olmayanlar tarafından dahi çevreci ve sağlıklı bir alternatif olarak görülmesi nedeniyle yoğun bir ilgiyle karşı karşıyadır. Ancak vegan besinlerin nereden geldiği ve nasıl yetiştirildiği üzerine dikkatli bir şekilde düşünülmeden, doğrudan çevre için faydalı olduğunu kabul etmek hatalı bir yaklaşımdır. Bu perspektifle bakıldığında hava yoluyla taşınan meyve ve sebzelerin kümes hayvanı etinden kilogram başına daha fazla sera gazı emisyonu yaratabileceği gözardı edilmektedir. Örneğin; yaban mersini ve çilek gibi çabuk bozulan hassas meyveler, sezon dışı dönemlerde genellikle Avrupa ve ABD’ye hava yoluyla ithal edilmekte ve dolayısıyla yüksek karbon emisyonuna sebep olmaktadır.
Manchester Üniversitesi’nde sürdürülebilirlik üzerine çalışan Angelina Frankowska’nın yaptığı bir araştırma da, Birleşik Krallık’ta yenen kuşkonmazın ülkede yenen diğer sebzelerle karşılaştırıldığında en yüksek karbon ayak izine sahip olan sebze olduğunu ve kuşkonmazın her kilogramı için 5,3 kg karbondioksit üretildiğini tespit etmiştir. Bunun da başlıca nedeni, büyük bir kısmının Peru’dan hava yoluyla ithal edilmesidir. Yine İtalya’da Parma Üniversitesi’nden Francesca Scazzina’nın öncülük ettiği bir çalışmada, yalnızca sebze ve meyve tüketen iki vegan bireyin benzer nedenlerle et tüketen insanlara göre daha fazla karbon ayak izine sahip oldukları ortaya konulmuştur.
Ayrıca, hayvansal ürünleri diyetlerinden tamamen çıkaran bireyler için dengeli protein, demir, vitamin B12 gibi besinlerin alınması oldukça güçtür. Bu açığı kapatmak için yararlanılan bazı besinler ise orantısız bir şekilde karbon emisyonuna neden olabilmektedir. Örneğin, veganlar için avokado önemli bir protein, vitamin ve yağ asitleri kaynağı olabilir ancak avokado yetiştirmek aşırı miktarlarda su kullanımı gerektirir. Kolay bozulan bir meyve olması da göz önünde bulundurulduğunda, bir araştırmaya göre Birleşik Krallık’a ithal edilen avokadolar için gereken atık miktarı, özel depolama koşulları ve paketleme ile birlikte yüksek miktarda karbon ayak izine neden olmaktadır. Bunun gibi yaygın şekilde vegan beslenmede önemli bir yeri olan badem, kaju fıstığı kakao, mantar gibi besinlerin de çevre açısından birçok karanlık tarafı bulunmaktadır
İnsanların yaşadıkları fiziksel çevre ile olan etkileşimi, besinlerini veya genel anlamda beslenme kültürlerini belirler. Sürdürülebilirlik argümanlarını veganlık iyidir, et yemek kötüdür çerçevesinden ele almanın, oldukça karmaşık ve çok yönlü bu konuya sağlıklı bir yaklaşım olmayacağı açıktır. Et yemeyi azaltmak önemli bir etki yaratabilir ancak insanların yaşadığı fiziksel çevre koşullarında sürdürülebilir olan her zaman değişiklik göstermektedir. Yaşam tarzlarını sürdürmek için yeterli protein almanın önceliği göz önüne alındığında, birçok insan için daha ucuz ve kolayca bulunabilen bir hayvan kaynağı daha iyi bir seçenek olabilir. Daha sürdürülebilir yaşamanın yollarını aramak ve seri üretilen hayvansal ürünlerin tüketimini sınırlamak şüphesiz önemlidir. Ancak herkesin bu konuda aynı seçeneğe sahip olduğunu varsaymak ne yazık ki yanlıştır.
Burada verdiğimiz örneklerden başka birçok sebeple vegan beslenmenin sürdürülebilirliğini tartışabiliriz. Dünyada pek çok insanın kendi hayvanlarını beslemeye muhtaç durumda olması, dengeli ve yeterli bir vegan beslenmenin maliyetlerinin hayvansal gıdalara oranla daha maliyetli olması, Kuzey Kutbu gibi coğrafyalarda avlanma dışında sürdürebilir beslenmenin ya çok maliyetli veya imkansız olması gibi birçok sebep, radikal biçimde veganlığı dayatmanın çelişkilerini ortaya koymaktadır.
Giderek sayısı artan olan araştırma sonuçlarına göre, bir miktar hayvan tarımının yapıldığı bir dünyanın iklim ayak izinin, tamamen vegan bir dünyaya göre daha küçük ve dengeli olacağı ancak bu çevresel denge kilit noktasını yakalamanın, çiftlik hayvanları sektöründe ve bu hayvanları yetiştirme şeklimizde büyük değişiklikler gerektirmekte olduğu ortaya konulmaktadır. Bu değişiklikler, hem iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rol oynayabilir hem de dünya nüfusunun sağlıklı ve dengeli bir diyet sürdürmesine yardımcı olabilir.
Çevresel sürdürülebilirlik konusunda, vegan beslenmenin karmaşık doğası, çeşitli çevresel maliyetleri ve coğrafi sınırlamaları göz önünde bulundurulduğunda, her durumda ideal bir çözüm sunmadığı açıktır. Sonuç olarak çevreci argümanlarla konuya yaklaşmak, bireylerin ve toplumların kendilerine özgü sosyo-ekonomik, kültürel ve coğrafi koşulları içerisinde en az çevresel etkiyi yaratacak, dengeli ve sürdürülebilir beslenme seçeneklerini değerlendirmelerini gerektirir.
Yazar: Rukiye Turan Karaca