Bugünlerde, geleneksel kamusal söylemimizde pek yeri olmayan, askerlikle ilgili yeni bir konu, “vicdanî red” konusu tartışılıyor. Bu tartışma bana da epeydir yazmak istediğim bir konuyu ele alma fırsatı verdi.
Vicdanî red, bir kişinin vicdani kanaatini veya felsefî-ahlakî görüşlerini ileri sürerek zorunlu askerlik hizmetinden muaf tutulması talebini ifade eden bir kavram. Vicdani nedenlerle askerlikten muaf tutulan kişiye bunun karşılığında kanunun öngördüğü bir kamu hizmetinde belirli bir süre çalışma yükümlülüğü getirilmesinin uygun olacağı da Batı dünyasında genellikle kabul edilen bir görüştür.
Ne var ki, Türkiye’de böyle bir konunun tartışılması sadece carî rejimin tanımlayıcı karakteristiklerine ve seçkin siyasal kültürüne değil, fakat aynı zamanda bizim genel kültürel geleneğimize de ters düşmektedir. Hâkim kültürel geleneğimiz, açıktır ki, bariz militarist özellikler taşımakta ve bu çerçevede askerliği “kutsal” saymaktadır. Anadolu insanının gözünde hala ordu “Peygamber ocağı”dır. Garip olan, muhtemelen politik amaçlarla uydurulmuş olan bu efsanenin halk tarafından dinî bir buyrukmuş gibi algılanmasıdır.
Her ne hal ise, kültürümüzün bu militarist özelliği zorunlu askerliğin ve hatta ne yazık ki siyasette askerî vesayetin en önemli dayanaklarından biridir. Bununla bağlantılı olarak, meselâ “tarih”ten savaşları, zaferleri ve kahramanlık hikâyelerini anlayan ve eğitim-öğretim müfredatımızın vazgeçilmez bir parçasını oluşturan resmî yaklaşımın bugüne kadar sorgusuz-sualsiz ayakta kalabilmesi de, önemli ölçüde, bunun toplumumuzun genel eğilimleriyle uygunluğu sayesinde olmuştur.
Doğrusu, “vicdanî red”di ben uzun uzadıya tartışılmaya bile gerek olmaksızın hemen anayasallaştırılması gereken mütevazî bir talep olarak görüyorum. Benimki bunun çok daha ötesinde olan radikal bir taleptir. Ben zorunlu askerliğin büsbütün kaldırılmasından yanayım.
Bunun için birbiriyle ilişkili olan başlıca iki nedenim var. İlk olarak, temel bir ahlâkî doğruya işaret etmek isterim. Kişinin maddî ve manevî varlığı üzerinde tasarrufta bulunma hakkı sadece kendisine aittir. Kişinin kendi bedeni üzerindeki egemenliğinin de, “gönüllü kölelik”in kabul edilemezliği dışında, hiçbir sınırı yoktur. Gönüllü kölelik kabul edilemez, çünkü böyle bir durumda kişi kendi bedeni üstünde artık tasarrufta bulunamaz hale gelir.
Dolayısıyla, kişinin kendisinden başka hiçbir varlık –bu arada devlet- onun maddî ve manevi varlığı üzerinde hak iddia edemez. Bunun aksini ileri sürmek köleliği onaylamak demektir. Zorunlu askerlik ise devletin kişinin bedeni –hatta ruhu- üzerinde egemenlik kurması demek olduğundan, bunun nitelik bakımından kölelikten farkı yoktur. Zorunlu askerlik, devletin yurttaşlarını geçici bir süreyle de olsa köleleştirmesidir.
İkinci olarak, askerlik savaşmak üzere eğitilmek demektir. Savaş ise genel meşruluğu olan bir faaliyet değildir. Savaş bir tek durumda, meşru müdafaa halinde meşrudur. Bu durumda da müdafaa edilecek olan halkın özgürlük ve güvenliğidir. Oysa, devletlerin birbirlerine karşı ilan ettiği savaşların çoğunun yurttaşlarının özgürlük ve güvenliğinin korunmasıyla doğrudan doğruya ilgisi yoktur. Savaşların genellikle asıl amacı, doğrudan doğruya yöneten zümrenin kendi egemenlik alanlarının muhafazası veya genişletilmesidir. Modern tarih savaşların asıl sebebinin devletler –yani, yönetici sınıflar- ve onların egemenlik yarışları olduğunu göstermiştir. Bu arada 20. yüzyılda devletlerin sebep olduğu savaşlarda ölenlerin sayısı bütün insanlık tarihindeki savaşlarda ölenlerden daha fazladır.
Şu halde, eğer savaş sadece kendini-savunma durumunda meşru ise, o zaman devletlerin hem daimî ve büyük ordular beslemelerine, hem de askerliği genel ve zorunlu hale getirmelerine gerek yoktur. Daimî ordular gereksizdir, çünkü genellikle ülkeler sürekli saldırı altında değildirler. Büyük ordulara gerek yoktur, çünkü bu kaynak israfıdır ve aynı zamanda silâhlı bürokratların sivil yönetim üzerinde az veya çok bir etkiye sahip olması demektir. Askerlik genel bir yükümlülük olmamalıdır, çünkü savunma hizmetinde çalışmaya gönüllü olanlar her zaman vardır. Nihayet, askerlik zorunlu olmamalıdır; çünkü ancak istisnaî durumlarda ulusun kendisini savunması gerçek bir ihtiyaç haline geldiğinde, fiziken ve ruhen buna müsait olan her yetişkin bunu üstlenmeye zaten hazırdır.
Bu anlattıklarım, askerlik konusunda ahlâken olması gerekenlerin bir özetidir. Bununla beraber, özellikle Türkiye’de böyle bir perspektifin kabul edilmesi, kabul edilmek şöyle dursun en azından tepki çekmemesi ihtimali bile bulunmadığının elbette bilincindeyim. Onun için, hiç değilse, halihazırdaki uygulamayı daha az özgürlük-karşıtı hale dönüştürmenin yollarını düşünmeliyiz.
Bu bakış açısından şunlar rahatlıkla söylenebilir: Türkiye’nin gerektiğinde kendisini savunması için bu kadar büyük bir silâhlı kuvvet bulundurmasına ihtiyacı yoktur. Üstelik halihazırdaki durum ülkenin kaynaklarının daha hayatî olan başka alanlardan kaydırılmasına yol açmaktadır. Onun için, silâhlı kuvvet mevcudunu kesinlikle azaltmalı ve bazı askerî birlikleri tasfiye etmeliyiz. Eğer, devletçi elitlerin ve devlet aydınlarının gözdesi olan “strateji” adlı sahte bilimin etkisi altındaki, ülke halkının dirlik ve mutluluğunun gereklerini ve ölçeğini aşan dışarıya dönük emeller terk edilirse, bu tavsiye sanırım daha anlaşılabilir hale gelecektir. Zaten, Anayasa da silâhlı kuvvetlerin sadece “savunma” amaçlı olarak bulundurulmasını emretmektedir.
Ayrıca, askerliği de zorunlu olmaktan çıkarmalıyız. Bu Türkiye’nin savunmasında hiçbir zaafa da yol açmaz. Esasen, yurttaşların “vatan hizmeti” olarak savunma hizmetine katılma ödevi herkesin fiilî askerlik yapmasını zorunlu kılmaz. Nitekim, iç güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanması ihtiyacı herkesin polislik yapmasını gerektirmemektedir. Bundan dolayı, askerliği sadece bunu bir meslek olarak seçenler yapmalıdır; üstelik böyle bir durumda, savunma hizmeti hem daha etkin hem de daha az maliyetli olarak sağlanabilir. Askerliği zorunlu olmaktan çıkarmak, bu arada “vicdanî red” sorununu da kendiliğinden çözecektir. Öte yandan, ülkenin fiilî bir saldırıya uğraması halinde zaten herkes vatan savunmasına hazırdır.
(Tam 20 yıl öncesinden bir hatıra)