Yararcılık (utilitarianism), genel anlamıyla, en iyi eylemin toplam mutluluğu veya refahı en üst düzeye çıkaran eylem olduğunu öne süren bir ahlak ve etik teorisidir. İyi ve kötü ayrımını eylemlerin yarattığı sonuçlar üzerinden anlamlandıran bir teori olan yararcılık, bu nedenle, eylemlerin kendiliğinden varolan doğasından ziyade sonuçlarına odaklanır. Kökleri hedonizme dayansa da sonuççuluğun bir formu olarak modern anlamdaki yararcılık geleneği, 18. yüzyılda Jeremy Bentham ile başlamıştır. Daha sonraları özellikle John Stuart Mill ve Henry Sidgwick gibi filozoflar tarafından genişletilen yararcılık teorisi hem siyasal felsefe hem de ahlak ve etik felsefesi alanlarında en çok bilinen, tartışılan ve eleştirilen teorilerden biridir.
Bu yazıda Bentham’ın ortaya attığı teorinin Mill tarafından nasıl genişletildiği ve yorumlandığına bakacak ve bu bağlamda, yararcılık ilkesinin vergilendirme kavramı ile olan ilişkisini tartışacağız. Yararcılığın vergilendirme kavramıyla olan ilişkisini anlamak oldukça önemlidir çünkü bu yararcılık, yalnızca vergi politikalarını değerlendirmek ve gerekçelendirmek için etik bir çerçeve sağlamakla kalmaz; aynı zamanda genel mutluluğu veya refahı en üst düzeye çıkarmaya odaklandığı için hükümetlerin toplumun refahına katkıda bulunabilecek kamu hizmetlerini ve programlarını finanse etmek için kullandığı temel araçlardan biri olan vergilendirme politikalarını da farklı bir yerden görmemizi sağlar.
1748-1832 yılları arasında yaşamış olan İngiliz filozof Jeremy Bentham, klasik yararcılığın kurucusudur. Bu nedenle, yararcı felsefenin formüle edilmesinde ve daha sonralarında desteklenmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bu bölümde, yararcılığı daha iyi anlayabilmek ve vergilendirme üzerinden yorumlayabilmek için Bentham’ın teorisine genel hatlarıyla bir göz atacağız. Bentham’ın temel etik ilkesi, kısa ve öz bir şekilde “en çok sayıda insan için en büyük mutluluk” olarak açıklanabilecek yarar ilkesidir (principle of utility). Bentham’a göre ahlaki açıdan doğru eylem, genel mutluluğu veya hazzı en üst düzeye çıkaran ve eylemden etkilenen en fazla sayıda bireyin acısını en aza indirgeyen eylemdir. Bu bağlamda Bentham, farklı eylemlerin ürettiği zevkleri ve acıları ölçmenin ve karşılaştırmanın bir yolu olarak hazcı (veya hedonistik) hesap (hedonistic calculus ) kavramını ortaya atmıştır. Yani, eylemlerin değerinin yoğunluk, süre, kesinlik, yakınlık, doğurganlık, saflık ve zevk veya acının boyutu gibi faktörler dikkate alınarak nesnel olarak değerlendirilebileceğine inanan Bentham’a göre bu hesabın amacı, çeşitli eylemlerin ürettiği fayda veya mutluluğu belirlemek için sistematik bir yöntem sağlamaktır. Bentham, bireylerin doğal olarak zevk aradığını ve acıdan kaçındığını savunur. Bu nedenle insan davranışının kişisel çıkar arayışıyla (pursuit of self-interest) açıklanabileceğine inanır ve yararcılık, bu arayışı topluma bir bütün olarak fayda sağlayacak şekilde yönlendirmek için bir çerçeve sağlar. Buna rağmen, Bentham’ın yararcılığı, eşitliği ve tarafsızlığı (equality and impartiality) vurgular ve hatta her insanın mutluluğunun eşit sayılması ve ahlaki kararların kayırma veya önyargı olmaksızın verilmesi gerektiğine inanır. Tarafsızlığa yapılan bu vurgu, klasik faydacılığın en ayırt edici özelliğidir. Son olarak, Bentham, yararcı ilkeleri yasal ve sosyal reformlara da uygular. Bu bağlamda, toplumun genel mutluluğunu en üst düzeye çıkaracak yasa ve kurumların oluşturulmasını savunur ve bu düşünce zinciri, onu ceza adaleti ve hapishane gibi kurumlarla birlikte toplumda gereksiz acılara yol açtığını ve bu nedenle toplam refahı zedelediğini düşündüğü uygulamaların da kaldırılması gerektiğini savunur.
1806-1873 yılları arasında yaşamış olan İngiliz filozof ve ekonomist John Stuart Mill, yararcılığın gelişimine oldukça önemli katkılarda bulunmuştur. Jeremy Bentham’ın attığı temel üzerine inşa edilmiş olan fikirleri, yararcılık üzerine önemli iyileştirmeler ve modifikasyonlar da içermektedir. Bu kısımda, bu iki filozofun vergilendirme üzerine fikirlerine geçmeden önce, Mill’in Bentham’ın teorisine ne gibi katkılarda bulunduğuna genel hatları ile göz atacağız.
Öncelikli olarak Mill, mutluluğun farklı niteliklerini birbirinden ayırmak için “yüksek” ve “düşük” zevkler (higher and lower pleasures) kavramını ortaya atar. Yani, tüm zevklerin eşit değerde olmadığını ve bazılarının diğerlerinden daha arzu edilir olduğunu savunur. Bu açıdan Mill, entelektüel ve ahlaki uğraşlarla ilişkili daha yüksek zevklerin, doğası gereği daha fiziksel ve duyusal olan daha düşük zevklerden daha üstün olduğunu düşünür. Her ne kadar bu tarz bir ayrım yapmış olsa da Mill, yararcılık çerçevesinde bireysel hak ve özgürlüklerin önemini kabul eder ve düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi bazı hak ve özgürlüklerin toplumun genel mutluluğu için temel elementler niteliğinde olduğunu savunur. Bu bağlamda Mill, bir bireyin özgürlüğüne müdahale etmenin tek meşru nedeninin başkalarına zarar vermesini önlemek olduğunu belirten zarar ilkesi (harm principle) ile meşhurdur. Bu ilke, bireylerin eylemleri başkalarına zarar vermediği sürece kendi mutluluklarının peşinden gitmekte özgür olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Yani bir bakıma hepimizin okullarda “özgürlüğün tanımı” olarak öğrendiği bu açıklama, Mill’e dayanmaktadır. Fakat yine de Mill, Bentham’ın aksine, her bireysel eylemin sonuçlarının hesaplanmasını gerektiren eylem yararcılığının (act utilitarianism) sınırlarını da kabul eder ve deneyim ve analiz yoluyla en yüksek genel mutluluğu giden yolun genel kuralları veya ilkeleri takip etmeyi içeren kural yararcılığını (rule utilitarianism) savunur. Bu tarz bir yararcılık yaklaşımının genel refah için daha ahlaki bir yol olacağına inanan Mill, insanın ahlaki gelişimine ve ilerleme potansiyeline inanır. Bu nedenle yararcılığı, mutluluğu en üst düzeye çıkaran ve acıyı en aza indiren eylemleri teşvik ederek bireyleri ve toplumu daha yüksek ahlaki standartlara yönlendiren bir araç olarak görür. Bu bağlamda, Bentham gibi Mill de kaçınılmaz olarak yararcı ilkelere dayalı sosyal ve politik reformların savunucusu olmuştur. Dahası, genel toplumsal mutluluğu ve refahı artırmak amacıyla kadın hakları, çalışma koşulları ve eğitim gibi alanlarda reformlar yapılması gerektiğini de savunmuştur.
Hem Bentham hem de Mill’in görüşleri üzerinden bir çıkarım yapacak olursak, bir devlet bağlamında, hükümetin politikalarının, yasalarının ve eylemlerinin en fazla sayıda vatandaş için en büyük mutluluğu teşvik etmeyi amaçlaması gerektiğini söyleyebiliriz. Yani, hükümet, kararlarını nüfusun toplam refahı üzerindeki sonuçlarını dikkate alarak almalıdır.
Yararcılık, en fazla sayıda insan için en büyük iyiliği teşvik eden eylemleri gerektirir. Bu nedenle, yararcı bir hükümetin toplum üzerinde en geniş olumlu etkiye sahip politikalara ve girişimlere öncelik vermesi gerekir. Bu, eğitim, sağlık hizmetleri, yoksulluğun azaltılması ve sosyal refahla ilgili politikaları içerir. Öte yandan, yararcılık mutlaka katı bir eşitlikçi anlayışı gerektirmez, ancak yine de adaletin ve eşitliğin önemini vurgular. Çünkü yararcı bir hükümet, toplumdaki eşitsizlikleri genel mutluluğu artıracak ölçüde azaltmaya çalışmalıdır. Bu bağlamda da eşitsizliklerin giderilmesi için artan oranlı vergilendirme ve sosyal güvenlik ağları düşünülebilir.
Amacı toplam refahı maksimize etmek olan bir devlet anlayışını savunan Bentham ve Mill için bir refah sağlama aracı olarak vergilendirmenin önemi kaçınılmaz olmaktadır. Yararcılık ilkelerini vergilendirmeye uyarlayan Bentham’a göre vergi politikalarının genel refah veya faydayı en üst düzeye çıkaracak şekilde tasarlanması gerekir. Yani vergiler, daha büyük bir faydaya katkıda bulunmalı ve refahı teşvik etmelidir. Bu bağlamda Bentham, daha yüksek gelire sahip bireylerin daha yüksek oranlarda vergilendirilmesini içeren artan oranlı vergilendirmeyi destekler ve daha fazla imkana sahip olanların daha fazla vergi yükü taşıması gerektiği için bu yaklaşımın eşitlik ilkesine de uygun olduğunu savunur. Yani Bentham, vergilendirmenin toplumdaki servet eşitsizliklerini gidermek için kullanılabileceği fikrini desteklemektedir. Vergilendirmeyi, servetin varlıklılardan daha az şanslı olanlara yeniden dağıtılmasının bir yolu olarak görür ve bunun daha genel refaha daha büyük bir katkıda bulunacağına inanır. Benzer şekilde Mill’e göre de vergi politikaları, en fazla sayıda insanın en yüksek faydasını teşvik edecek şekilde tasarlanmalıdır. Yine aynı şekilde Mill de daha yüksek gelirleri daha yüksek oranlarda vergilendiren artan oranlı vergilendirme fikrini destekler. Ancak bununla birlikte, daha yüksek ve daha düşük zevkler fikrini ortaya atarak, yine Bentham gibi, daha yüksek gelire sahip olanların genel refahı artırmak için gelirlerinin daha büyük bir kısmını vergi olarak ödemeleri gerektiğini öne sürer.
Ayrıca Bentham, keyfi vergilendirme politikalarını da eleştirir ve adaletsizliği ve sosyal huzursuzluğu önlemek için açık, öngörülebilir ve tutarlı bir şekilde uygulanan vergi yasalarını savunur. Bu bağlamda Bentham, vergilendirmede hükümetin hesap verebilirliğinin önemini vurgular ve vatandaşların vergi gelirlerinin nasıl kullanıldığı konusunda söz sahibi olmaları ve hükümetlerin toplumun refahına uyum sağlamak için harcamaları konusunda şeffaf olmaları gerektiğini savunur. Bunlara ek olarak Bentham, vergilerin bireylere ve ekonomiye verilen zararı en aza indirecek şekilde tasarlanması gerektiğine inanmaktadır. Vergiler, bireyler üzerindeki gereksiz yüklerden veya ekonomik faaliyetin engellenmesinden kaçınılacak şekilde, mümkün olduğu kadar etkili ve bir o kadar da sade olmalıdır.
Mill’i Bentham’dan ayıran en önemli fikrin zarar ilkesi olduğunu daha önce de belirtmiştik. Mill, yararcılık çerçevesinde bireysel hak ve özgürlüklerin önemine vurgu yapmıştır ve düşünce ve ifade özgürlüğü gibi bazı hakların korunması gerektiğini ve vergi politikalarının bu haklara saygı duyması gerektiğini savunur. Bu bağlamda Mill, hükümet müdahalesinin yalnızca başkalarına zarar vermemek için haklı olduğunu belirten zarar ilkesini ortaya koyar. Bu prensip aynı zamanda vergilendirme için de geçerlidir; vergiler kolektif fayda için konulmalı ve zararın önlenmesi gerekmedikçe bireysel haklara tecavüz edilmemelidir. Bu açıdan bakıldığında Mill’in vergilendirme de dahil olmak üzere bireysel meselelere aşırı hükümet müdahalesi konusunda ihtiyatlı davrandığını söyleyebiliriz. Yani, zorlayıcı bir neden olmadığı sürece hükümetin bireysel mutluluk arayışına müdahale etmemesi gerektiğine inanmaktadır.
Her ne kadar asıl amacı toplam refahı arttırmak olsa da yararcılık teorisi beraberinde bazı problemleri de getirmektedir. Öncelikli olarak, daha önce de belirttiğimiz gibi mutlak bir eşitlikçi anlayışına sahip olmasa da yine de kendi prensipleri çerçevesinde bir adalet ve eşitlik anlayışı yaratan ve devletin yasalarının ve kurumlarının bu prensiplere göre reforme edilmesi gerektiğini savunan teori, ister istemez hedeflediğinden çok daha büyük eşitsizliklere ve adaletsizliklere sebebiyet verebilir. Özellikle artan oranlı vergilendirmeyle bile, servet ve gelir eşitsizliği yeterince çözüme kavuşturulamayabilir çünkü yararcılığın savunmasız veya azınlık gruplarının dışlanması pahasına genel mutluluğa öncelik verebileceği çok da uzak bir ihtimal değildir. Ayrıca yararcılığın beraberinde getirdikleri daha sömürü odaklı vergilendirme biçimlerine veya ekonomi politikalarına izin verebilir. Örneğin bazıları, eğer zenginleri yüksek oranlarda vergilendirmek toplumdaki genel mutluluğu azaltacaksa (örneğin yatırımı veya girişimciliği caydırarak), çok daha katı yararcı bir yaklaşımın bu tür politikaları yine de destekleyebileceğini ileri sürebilir ve bu da ister istemez ahlaki açıdan problem yaratabilecek sonuçlar doğurabilir.
Daha önceki yazıda da belirttiğimiz gibi pratiği anlamak teoriden geçer. Bu yüzden hükümetlerin yalnızca güvenilirlik değil aynı zamanda otoritelerini de sağlamak için en önemli aracı olan vergilendirme politikalarını daha iyi anlamak da önce farklı görüşlere genel hatlarıyla da olsa hakim olmaktan geçiyor.
Yazar: Yağmur Aydoğan