Editör’den,

Bayram nedeniyle Özgürlük Gündemi’ne ara vermemiz yüzünden üç hafta kadar bir süre bu sayfalarda sizinle buluşamadıysak ta, bu arada Türkiye siyasetinde dikkate değer bir gelişme de olmadı. Ortaya çıkan bazı gelişmeler de ülkenin eski veya daha kalıcı siyasî gündemlerinin devamı yahut uzantısı sayılabilecek olaylardan ibarettir.

Bu gelişmelerin başında, yaklaşık iki ay önce iktidarın AKP kanadı ile ana muhalefet partisi CHP arasında başlamış görünen ve genel siyasetin normalleşmesine hizmet edebilecek nitelikteki ‘’yumuşama’’ havasının sona ermesi yer almaktadır. Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Tayyip Erdoğan partisinin son grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Müttefikimizle ayaktayız ve biriz. Yol arkadaşımızla omuz omuza yürüyoruz. Sinsi planlara, saldırılara birlikte göğüs gereceğiz” sözleriyle, MHP lideri Bahçeli’ye aralarındaki ortaklığın devam edeceği ve CHP ile bir ittifak arayışında olmadıkları nihaî mesajını verdi.

Erdoğan’ın bu açıklamasının, Bahçeli’nin ‘’madem öyle, git CHP’yle ittifak kur’’ şeklindeki ‘’resti’’nden sonra gelmesinin siyasî anlamı bellidir: Erdoğan’ın partisi MHP ile ortaklığa mecbur ve mahkûmdur. Bu arada, Bahçeli’nin muhalefete yönelik olarak kullandığı sert üslûbundan anlaşıldığına göre de, AKP-MHP ortaklığının bir şartı da Erdoğan’ın muhalefetle medenî bir iletişime geçmek şöyle dursun, tam aksine ‘’düşmanca’’ bir ilişkiyi sürdürmesidir. Bu mesajın muhatabı tarafından alınmış olduğu, söz konusu konuşmasında Erdoğan’ın, CHP’yle diyalog girişiminin samimiyetsizliğini gösterir şekilde, CHP’ye hak etmediği sert eleştiriler yöneltmesinden anlaşılmaktadır.

Burada dikkat çeken başka bir nokta da, MHP’lileri rahatsız edenin, Bahçeli’nin yaptığı açıklamadan anlaşıldığına göre, Erdoğan’ın ana muhalefet partisiyle dostane ilişkiler kurmasından ibaret olmadığıdır. AKP lideri Erdoğan’ın Sinan Ateş cinayeti konusuna samimi bir ilgi duyduğunu düşündürecek şekilde merhumun eşiyle temasa geçmesinin de, en az CHP’yle ilişkileri yumuşatma girişimi kadar MHP camiasını endişelendirdiği anlaşılmaktadır. Bahçeli’nin üslubundaki sertliğin asıl nedeni de bu olsa gerektir. 

Her ne hal ise, öyle görünüyor ki, Türkiye siyasetinin özellikle iktidar-muhalefet ilişkileri bakımından medenî ve demokratik bir ülkeye yakışır şekilde normalleşmesi, eğer böyle bir şey olacaksa, yine başka bir bahara kalmıştır.

Bu sayımızda Ali Rıza Çoban Anayasa Mahkemesi’nin geçenlerde verdiği, yeni hükümet sistemine geçişi sağlama amacıyla 2018 yılında çıkarılmış olan kanun hükmündeki kararnamenin çoğu maddesini iptal eden kararını inceliyor.  Ömer Faruk Şen yurt dışına çıkış harcına yapılması düşünülen fahiş zam konusunu değerlendirirken, Caner Gerek te İstanbul Sanayi Odası’nın yaptığı Türkiye’nin 500 büyük şirketiyle ilgili araştırmanın sonuçlarını yorumluyor.

Gelecek sayıda buluşmak üzere esen kalın.

* Prof. Dr. Mustafa Erdoğan


AYM’nin Hükümet Sistemi Değişikliğine İlişkin İptalleri

Anayasa Mahkemesi 4 Haziran 2024 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan kararıyla[1] Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemine geçişi sağlayan 703 sayılı KHK’nın pek çok hükmünü iptal etmiştir. Hatırlanacağı gibi 16 Nisan 2017 referandumu ile kabul edilen 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile Anayasa’da köklü değişiklikler yapılarak hükümet sistemi tamamen değiştirilmiş ve parlamenter hükümet sistemi yerine Cumhurbaşkanlığı sistemi denilen yeni bir sistem getirilmiştir. 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanununun 17. maddesi ile Anayasaya eklenen Geçici 21. maddenin (B) fıkrasında sistem değişikliğinin gerektirdiği Meclis İçtüzüğü değişikliği ve diğer kanuni düzenlemelerin Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılması öngörülmüştür. Ancak gerekli yasal değişiklikler TBMM tarafından Anayasada öngörülen sürede yapılmamış, TBMM 2018 yılı Nisan ayında erken seçim kararı almış ve erken seçim kararı aldıktan sonra sistem değişikliğinin gerektirdiği yasal değişiklikleri yapmak üzere Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi veren 7142 sayılı Yetki Kanunu’nu çıkarmıştır. 

Bakanlar Kurulu ise 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimlerin sonucu belli olduktan sonra 2 Temmuz 2018 tarihinde 233 esas ve 16 geçici madde içeren 703 sayılı KHK’yı kabul etmiş ve bu KHK Cumhurbaşkanı’nın yemin ederek göreve başladığı 9 Temmuz 2018 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 703 sayılı KHK, hükümet sistemi değişikliği ile ilgisi olmayan pek çok hususu da düzenleyen hükümlere yer vermiştir. Belirtmek gerekir ki bu KHK 249 maddeden oluşmakla birlikte her maddesi farklı kanunların pek çok maddesinde değişiklik öngördüğünden hukuk sisteminde çok kapsamlı ve külliyetli bir değişiklik yapmıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına açılan iptal davasında üç aşamalı bir anayasaya aykırılık argümanı ileri sürülmüştür. İlk olarak, Anayasanın geçici 21(B) hükmü gereği münhasıran TBMM tarafından kanunla yapılması gereken düzenlemelerin KHK ile yapılmasının ve görev süresi sona eren Bakanlar Kurulu’nun görev süresi sona erdiği gün, ayrıca yetki kanununun süresinin bittiği gün yayımlanan KHK’nın tamamının Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle tümünün iptali istenmiştir. İkinci olarak, KHK’nın pek çok hükmünün yetki kanunu kapsamında olmadığı ya da Anayasanın KHK ile düzenlenmesini yasakladığı konularda düzenleme içerdiği gerekçesiyle Anayasanın mülga 91. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Bu kapsamda KHK’nın 87 farklı maddesinin iptali talep edilmiştir. Üçüncü olarak, KHK’nın 37 farklı maddesinin de esas bakımından Anayasaya aykırı hükümler içerdiği iddiasıyla iptaline karar verilmesi talep edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi KHK’nın 31 farklı maddesiyle ilgili iptal istemlerini ayırarak farklı bir esas numarası vermiştir. Diğer maddeler açısından davayı incelemiş ve KHK’nın tümüne yönelik iptal istemini reddetmiştir. Mahkeme, Anayasanın geçici 21 (B) hükmünü münhasır yetki olarak yorumlamamış, KHK ile düzenlemenin mümkün olduğunu kabul etmiştir. Süre ile ilgili itirazları ise KHK’nın yayım tarihinden hiç söz etmeyerek kabul tarihi üzerinden yaptığı inceleme ile reddetmiştir. Oysa KHK’nın yayımlanması yürürlük için kurucu bir unsurdur ve yetkinin kapsamını bu yönden tartışmamış olması ciddi bir eksikliktir. AYM’nin KHK’nın tümüne yönelik ret kararı her iki argüman açısından da tartışmalıdır.

AYM, KHK’nın 60 civarında farklı maddesiyle ilgili iptal kararları vermiştir. İptal edilen hükümler pek çok farklı kanunun pek çok hükmünü içermektedir. İptal nedenleri, düzenlemenin yetki kanunu kapsamına girmemesi, KHK ile düzenlenemeyecek alanlarda düzenleme içermesi ve esastan anayasaya aykırı olması gibi hususları içermektedir. AYM’nin bu kararı altı yıla yakın bir süre geçtikten sonra verildiği de gözden kaçırılmamalıdır. Yine de karar, yeni sistemde kullanılan yetkilerin önemli bir kısmının Anayasaya aykırı olduğunu ortaya koymuştur. Ancak bu iptal kararı anayasaya aykırılık sorunlarını çözmemiş, daha kaotik bir durum ortaya çıkarmıştır. 

AYM, 42 farklı maddeyle ilgili bazı iptal kararlarının yürürlüğe girmesini 12 ay süreyle ertelemiştir. 26 ayrı maddeyle ilgili bazı iptal kararları ise kararın yayımlanması ile yürürlüğe girmiştir. Yürürlüğe giren iptal hükümlerinin bir kısmı doğrudan Cumhurbaşkanına yetki veren hükümlerdir. Bir kısmı ise 703 sayılı KHK’nın yürürlükten kaldırdığı kanun hükümleridir. Olağan olarak TBMM’nin öncelikle yürürlüğe giren iptal hükümleri ile ilgili olarak derhal yeni düzenleme yapması, ardından da süresi içinde yürürlüğü ertelenen konularda gerekli düzenlemeleri yapması gerekir. Ancak TBMM’nin bugüne kadar AYM’nin verdiği ihlal kararları ile ilgili olarak üzerine düşen düzenlemeleri yaptığını söylemek mümkün değildir.  TBMM’nin gerekli düzenlemeleri yapmaması hukuk düzeninde ciddi boşluklar oluşturacaktır.

AYM’nin iptal kararı verdiği konuların bir kısmında zaten Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile düzenleme yapılmış ve Cumhurbaşkanı bu yetkileri kullanmaktadır. Ancak çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, 703 sayılı KHK’nın yürürlükten kaldırdığı kanun hükümlerinin yerine çıkarıldığı, oysa AYM’nin 703 sayılı KHK’nın bu hükümlerini iptal ettiği görülmektedir.  Ancak AYM hükümleri geriye yürümediğinden, iptal edilen KHK hükümlerinin yürürlükten kaldırdığı hükümler kendiliğinden yürürlüğe girmeyecektir. TBMM herhangi bir kanun çıkarmazsa, AYM’nin bu iptal kararının hiçbir somut sonucu olmayacak, anayasaya aykırı olarak yetkiler kullanılmaya devam edecektir. Yeni rejimin Anayasaya ve hukuka uyma konusundaki iradesi bu karar ile bir kez daha test edilecektir.

 * Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu


Yurt Dışına Çıkış Harcına Afaki Zam Planları

Yurt dışına çıkış harcına yüksek oranda zam yapılması bekleniyor. İlk olarak Bloomberg’ten Fırat Kozok’un haberleştirdiği taslak düzenlemeye göre temmuz ayında yapılacak zam dalgasında 150 TL olan yurt dışına çıkış harcı 1500 liraya çıkacak.[2] Bazı kaynaklar ise harcın 3000 liraya yükseltileceğini ifade ediyor. Neyse ki 3000 lira önerisinin daha eski bir belgeye dayandığı ortaya çıktı.[3] Henüz yüzde kaç zam geleceği kesinleşmese de “yeniden değerleme” oranının misliyle fazlası bir artış olacağına kesin gözüyle bakılıyor. 

Geleneksel ve sosyal medyada zam haberlerinin yayılması üzerine bazı vatandaşlar mevcut bedeli üzerinden harç pulu stoklamayı çözüm olarak gördü. Ne var ki kısa bir süre içinde Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) bir açıklama yaparak harç pulu stoklamanın zam artışının etrafından dolanmaya çözüm olmayacağını duyurdu: “Yurtdışına çıkış harcının, yurtdışına çıkış tarihinde yürürlükte bulunan tutarlar üzerinden ödenmesi gerekir. Dolayısıyla çıkan haberler nedeniyle bugünden harç pulu satın almak veya diğer yollarla harcı ödemek, çıkış tarihinde geçerli tutarın ödenmeyeceği anlamına gelmez.”[4]

Siyasi partiler de kamuoyunu meşgul eden bu afaki zam beklentisine karşı seslerini yükselttiler. İYİ Parti milletvekili Kürşad Zorlu harcın topyekûn kaldırılmasına ilişkin bir teklifi TBMM’ye sundu. Memleket Partisi lideri Muharrem İnce hükümete “Yurtdışına çıkan vatandaşlardan alınan harç hangi hizmetin karşılığı alınmaktadır?” sorusunu yöneltti. CHP lideri Özgür Özel de “150 lira olan yurt dışı çıkış harcını 3 bin liraya çıkarmaya niyetlenmişler. İğneden ipliğe her şeye zam gelecek” ifadelerini kullandı.

1500 liraya çıkması durumunda Türkiye yaklaşık 45 dolar ile vatandaşlarından en yüksek yurtdışına çıkış harcı alan ülke konumuna gelecek. Halihazırda dünyada en yüksek pasaport harç bedeli alan ülkelerden biri olan Türkiye’de yurtdışına çıkış harç pulunun da ciddi oranda artmasıyla ve uçak bileti alırken ödenen vergi ve harçlarla birlikte düşündüğümüzde, Türkiye vatandaşlarının yurt dışına seyahat etmesi en pahalı olan ülkelerden biri olacak. Ekonomik kriz, değerini kaybeden Türk lirası ve vize masraflarının halihazırda zorlaştırdığı yurtdışı seyahatleri bu zam dalgası ile daha da zor hale gelecek.

Bunun potansiyel sonuçlarından biri, tatil amaçlı yurtdışına giden kişi sayısını azaltarak talebi iç piyasaya yönlendirmek ve nihayetinde Türkiye’de, özellikle Akdeniz ve Ege kıyılarında, tatil yapmayı daha maliyetli hale getirmek olacaktır. Bilindiği üzere bu bölgelerde konaklama ve yeme-içme fiyatları oldukça yüksek. O kadar ki, birçok sosyal medya kullanıcısı gittikleri Yunan adalarının çok daha ucuz olduğunu, Türkiye’den daha ucuza tatil yaptıklarını gösteren paylaşımlar yaptılar. Şimdi, beklenen düzenleme ile, bu kişilerin maliyet hesaplarına neredeyse vize masrafı kadar bir de yurtdışına çıkış harcı eklenecek. Bu durumda, yurtiçi tatil beldelerine talep artabilir ve dolayısıyla yurtiçinde fiyatlar daha da artabilir.

Ayrıca, bu taslak düzenlemenin ülke vatandaşlarının seyahat özgürlüğünü kısıtladığını belirtmek gerekir. Hukukçu Gönenç Gürkaynak’ın değerlendirmesine göre, yapılması halinde bu yüksek zam oranı Anayasanın 23. Maddesini ihlal edecektir.[5] Gürkaynak’a göre harç adı verilmiş olsa da bu tutara doğrudan bağlı ayrı bir kamu hizmeti tarifi yok. Başka bir ifadeyle Türk vatandaşlarının yurtdışına çıkarak edindikleri bir kamu hizmeti bulunmamaktadır. Dolayısıyla bunu bir harç değil vergi olarak görmek gerekiyor. Öte yandan, Anayasa’nın 23. Maddesine göre yurt dışına çıkma özgürlüğünün ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hakim kararı ile sınırlanabilecek olması karşısında, vatandaşların bahsi geçen vergiyi ödememesi durumda yurt dışına çıkmalarının engellenmesi Anayasa tarafından güvence altına alınan seyahat özgürlüğünün “gerekçesiz, orantısız ve hakkın özünü ortadan kaldıracak şekilde” kısıtlanması anlamına gelmektedir. Bu durum, Gürkaynak’a göre, şöyle bir senaryoyu doğurabilmektedir: “100 milyonlarca TL gelir vergisi borcu olan yahut hakkında kamu zararına yol açmaktan 100 milyonlarca TL’lik davası yürüyen kişiler mahkeme hükmü kurulmaksızın ellerini kollarını sallayarak yurt dışına çıkabilirlerken, aynı anayasal seyahat özgürlüğünden yurt dışına çıkış vergisini o anda ödememiş bulunan kişiler istifade edememektedir.”

 *  Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi


ISO 500 neler anlatıyor?

İstanbul Sanayi Odası Türkiye’nin en büyük 500 sanayi şirketi 2023 yılı araştırmasını yayınladı. Araştırma sonuçlarına göre 2023 yılında ISO 500 şirketlerinin satışları bir önceki yıla göre %42 oranında artış gösterdi. 2022 yılında %119 artan ciroların 2023 yılında daha düşük bir oranda artış göstermesi dikkat çekici. Ciro verisine enflasyondan arındırıp reel olarak bakıldığında ise aslında %13’lük bir daralma ortaya çıkmış durumda. Üretimdeki satışların %25’i ilk 10 şirketten gelirken ilk 50 şirketin payı %51,2 oranında gerçekleşti. Vergi öncesi karlılıktaki artış ise cirodaki artıştan daha düşük gerçekleşerek %32, 9 oldu. Ciro ve karlılıktaki bu reel düşük Türkiye’nin en büyük sanayi şirketlerinin kamuoyundaki genel algısının aksine enflasyonist ortamdan artık olumsuz etkilendiğini göstermekte. Son dönemlerde büyük şirketlerin fiyatları enflasyon oranından daha fazla yükselterek enflasyonun daha yüksek gerçekleşmesine neden olduğu ve böylece edilen süper karlar ile enflasyon ortamının büyük şirketlere yaradığı iddia edilmekteydi. Küresel talepteki düşüş, Şubat depreminin negatif etkileri ve ekonomi politikalarındaki değişim bu sonuçlardaki temel nedenler olarak görülmekte. 

        *Kaynak: İstanbul Sanayi Odası

İhracat tarafına bakıldığında ise en büyük 500 şirketin yaptığı ihracat dolar bazında %2,9 düşerek 95,1 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yine de küresel durgunluk ortamında düşüşe rağmen genel olarak iyi bir performans gösterdikleri görülmekte. 2024 yılında bu şirketlerin maliyetlerinin bir kısmının enflasyon oranında artarken gelirlerinin kurdaki yatay seyir nedeniyle artmaması ihracat tarafında işlerini daha da zorlaştıracaktır. İlk 500 şirketin toplam ihracattaki payı ise %37 olarak gerçekleşti.

Enflasyon ile karların erimesi bir yana 500 şirketten 96’sı 2023 yılında zarar açıklamış durumda. 2022 yılında zarar eden şirket sayısı ise 58 idi. Rapor uzun süre sonra firmaların ilk kez kambiyo zararı yazdığını da özellikle vurgulamakta. Firmaların karlılıkları düşerken finansman maliyeti de hızla artmakta. 2023 yılında finansman giderleri % 92,5 gibi oldukça yüksek bir oranda artış göstermiş. Bu artış sonucunda firmaların faaliyet karının %56,9 kadarı finansman giderine gitmiş durumda. İstihdam tarafında ise yaklaşık olarak 15 bin kişilik çok küçük bir artış görülmekte ama bahsi geçen şirketlerin Türkiye’nin en büyük şirketleri olduğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu istihdam artışı açısından oldukça yetersiz bir istihdam artışı gerçekleşmiş.

Genel olarak veriler olumsuz seyrederken ilk 500 şirketin üretimde orta yüksek teknoloji ve yüksek teknolojiye doğru bir kayış eğiliminde olduğu görülmekte. Orta yüksek teknolojinin payı %27,2’den %30,3’e yükselirken yüksek teknolojinin payı %6,2’den %7,1’e yükselmiş durumda. Böylelikle yüksek teknolojinin toplam payı %33,4’ten %37,4’e yükselerek kayda değer bir artış göstermiş durumda.

        *Kaynak: İstanbul Sanayi Odası


Genel ISO 500 Profili

ISO 500 listesine genel olarak bakıldığında ise en büyük şirket olarak 484 milyarlık üretim satışı ile Tüpraş görülmekte. Üçüncü en büyük şirket olan Star Rafineri firması da yine bir rafineri şirketi.  İlk 13 şirketten 6’sının otomotiv sektöründe faaliyet gösterdiği görülmekte: Ford Otomotiv, Toyota Otomotiv, Oyak-Renault, Mercedes Benz, Tofaş Otomotiv ve Hyundai Assan Otomotiv. Bu şirketlere üst sıralarda yer alan Ereğli ve İskenderun Demir Çelik’i eklediğimizde en büyük şirketlerde bir yoğunlaşma görülmekte. İlk 500 için sektörel dağılıma bakıldığında ise şirketlerin %22,5’luk kısmı ana metaller ve makine imalat sanayiinde faaliyet gösterirken kimyasal ürünler, plastik ve kauçuk ürünleri sanayi %19,7, kara, deniz taşıtları ve yan sanayi %17,7 oranı ile en büyük üç sektör olarak ilk 500’de yer almış durumda. İlk 500 şirketin coğrafi dağılımında da yoğunlaşma problemi gözükmekte. İstanbul ve Ankara 500 şirketin 196’sına yani kabaca %40’ına ev sahipliği yapmakta.

Geçen sene listenin 35. sırasında bulunan Gramaltın Kıymetli Madenler Rafineri San. ve Tic. A.Ş. bu sene oldukça hızlı yükseliş göstererek 9. sıraya kadar çıkmış durumda. Savunma sanayinin listede yukarılara doğru tırmanması da bir diğer dikkat çekici durum oldu. Savunma sanayi tarafında en büyük şirket 13 sıra ilerleyerek 17. sıraya yükselen TUSAŞ olurken, Aselsan bir sıra ilerleyerek 19, Roketsan 15 sıra ilerleyerek 50. oldu.

* Dr. Caner Gerek


1 AYM, E.2018/117, K.2023/212, 07/12/2023. Karar metnine şuradan erişilebilir: https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2023/212

2 https://tr.euronews.com/2024/06/23/yurt-disi-cikis-harcina-10-kat-zam-yeni-vergi-paketinden-cikarilmadi

3 https://www.dunya.com/ekonomi/yurt-disi-cikis-harci-3-bin-tlye-mi-cikiyor-gibin-onerisi-eski-cikti-haberi-732976

4 https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/gibden-yurt-disina-cikis-harci-aciklamasi-yururlukteki-tutarlar-odenmesi-gerekir-863728.html

5 https://x.com/GurkaynakGonenc/status/1802249038281998694

Önceki İçerikTÜRKİYE YENİDEN ASIL NORMALİNE DÖNÜYOR
Sonraki İçerikİKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELEDE TÜRKİYE NELER YAPABİLİR?