Editörden,

Türkiye seçmeni çifte seçim için bugün nihayet sandık başına gidiyor. Seçmenler bu seçimde hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği için oy kullanacaklar. Millet Meclisi seçiminin resmî olmayan sonuçları 15 Mayıs itibariyle belli olacak ama aynısı cumhurbaşkanlığı seçimi için söz konusu olmayabilir. Nitekim, mevcut şartlarda 14 Mayıs’taki oylamada hiçbir adayın cumhurbaşkanlığını kazanacak çoğunluğu elde edememesi akla yatkın bir ihtimal olarak görünmektedir.

Bu durumda iki hafta sonra sadece cumhurbaşkanlığı için ikinci tur oylama yapılacak demektir. Seçim kampanyasının ateşinin son günlerde iyice arttığı ve iktidarın teşvik ettiği kutuplaşmanın ve iktidar-muhalefet geriliminin yer yer muhalefet partilerini hedef alan şiddet olaylarına yol açtığı düşünüldüğünde, muhtemel bir ikinci turun ülkenin iç barışını ciddî ölçüde zedeleyecek olaylara sahne olmasından korkulur.

Her ne hal ise, bu seçimler hem vatandaşlar hem de siyasî kadrolar için yeni ve zorlu bir dönemin başlangıcı olacaktır. Çünkü, öyle veya böyle, Türkiye bugün itibariyle her bakımdan liberal-demokratik rejim standartlarının çok gerisine düşmüş, siyasal sistemi neredeyse kilitlenmiş ve etkin olmaktan çıkmış, üstelik ülkemiz gitgide yoksullaşan bir konuma gerilemiştir. Yerleşik kurumları şu veya bu ölçüde tahribata uğramış, siyasî ve idarî yönetimi neredeyse tamamen kişiselleşmiş, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri terk edilmiş, yargı fazlasıyla yürütmeye bağımlı hale gelmiştir. Bütün bunlara bir de günden güne derinleşen, çözülmesi zor bir iktisadî kriz eşlik etmektedir.

Bu demektir ki, 14 Mayıs seçimi iktidar değişimi getirse de getirmese de, Türkiye’nin yeni dönemdeki siyasî karar alıcılarının ve dolayısıyla genel olarak halkın işi gerçekten zor olacaktır. Çünkü, hangi siyasî eğilimden olursa olsun, yeni hükûmetin doğru politikalar uygulaması halinde dahi ülkenin bu çok yönlü kriz ortamından çıkarılması, yaygın kurumsal tahribatın giderilmesi, hak mahrumiyetlerinin giderilmesi ile mağduriyetlerin tazmin ve telâfisi ve nihayet kamu idaresinde ve kamu hayatında işlerin her bakımdan yeniden rayına oturtulması zaman alacaktır. Aynısı, özellikle dar ve sabit gelirli kitlelerin gündelik hayatını ferahlatacak şekilde, başta enflasyonu düşürmek ve TL’nin yeniden değerlenmesini sağlamak olmak üzere, ekonomiyi yeniden refah üreten bir yapı ve işleyişe kavuşturmak için de geçerlidir. Her şeye rağmen gelecek hakkında büsbütün ümitsiz olmamak da gerekiyor. Bu hafta sonu yapılacak olan seçimlerin en azından ülkenin mevcut çöküntü halinden kurtulup evrensel liberal-demokratik ilkesel ve kurumsal standartların asgarî düzeyde de olsa yeniden tesisi ve toplumun yoksullaşma sürecinin tersine çevrilmesi tamamen ortadan kalkmış değildir. 14 Mayıs seçimlerinin 73 yıl önce olduğu gibi ümitlerin tazelendiği yeni bir dönemin başlangıcı olması dileğiyle.

Esen kalın.

*Prof. Dr. Mustafa Erdoğan

AYM Kararlarının Genel Bağlayıcılığı

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda verdiği ihlal kararlarının objektif bağlayıcılığına ilişkin önemli bir karar verdi.[1] Buna göre AYM’nin bir bireysel başvuruda verdiği ihlâl kararı benzer diğer olaylar açısından da bağlayıcıdır ve kamu otoriteleri ve mahkemelerce dikkate alınmalıdır. Esasen bireysel başvurunun bir amacı da ülkenin insan hakları standardını yükseltmektir. Bunun için Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında verdiği kararların ikili bir işlev gördüğünü kabul etmek gerekir. Bir taraftan Anayasa Mahkemesi önüne gelen somut başvuru vesilesiyle anayasal hakların kapsamını ve sınırlarını yorumlamaktadır. Bu bireysel başvurunun objektif işlevi olup, temel hak ve özgürlüklerin kapsamının belirlenmesi suretiyle anayasal adaletin gerçekleştirilmesine aracılık etmektedir. Diğer taraftan ise başvuru sahibi kişinin hakkına yönelik ihlâli tespit etmek suretiyle ihlâlin ve sonuçlarının giderilmesine karar vererek Mahkeme bireysel adaleti gerçekleştirmektedir. Buna da bireysel başvurunun sübjektif işlevi denilmektedir.

Elbette bireysel başvurunun sübjektif işlevi göz ardı edilemez. Anayasal hakları ihlâl edilen bireylerin ülkenin en yüksek mahkemesi önünde haklarını arayabilmeleri hayatî bir öneme sahiptir. Ancak 17 üyeli bir mahkemenin ülkede yaşayan 85 milyon insanın uğradığı bütün hak ihlâllerini tespit etmesi ve haklarını telâfi etmesi fiilen imkânsızdır. Bu nedenle bireysel başvurudan beklenen faydanın sağlanabilmesi için bireysel başvurunun objektif işlevi ön plana çıkarılmalı ve bireysel başvuru kararlarının genel (erga omnes) bağlayıcılığı hayata geçirilmelidir. Yani AYM bir konuda ihlâl kararı verdikten sonra kamu idareleri uygulamalarını, diğer mahkemeler de kararlarını AYM kararı ile uyumlu hale getirmelidir. Esasen bu, AYM’nin de belirttiği gibi, bireysel başvuru yolunun ve AYM’nin yetkisinin “ikincilliği” ilkesinin de gereğidir. Bu nedenle zaten Anayasa Mahkemesine başvurmadan önce diğer hukuk yollarının tüketilmesi koşulu getirilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin öncelikle kamu makamları ve derece mahkemeleri tarafından korunması gerekir.

Bu açıdan AYM Genel Kurulunun verdiği İbrahim Er ve diğerleri kararı hayatî önemdedir. Söz konusu başvuruda AYM daha önce çeşitli mahkemelerce Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle yargılanarak terör örgütü üyeliğinden cezalandırılan ve cezaları kesinleşen başvurucuların yargılamanın yenilenmesi taleplerinin reddedilmesine ilişkin kararları incelemiştir. Mahkeme daha önce 2018 yılında verdiği Yılmaz Çelik  kararında, esas olarak derece mahkemelerinin kararlarında Hizb-ut Tahririn bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak yeterli bir değerlendirme yapılmadığı ve derece mahkemelerinin bazı şablon cümlelerin tekrarı görünümünde olan kararlarının hangi temele dayandırıldıklarının yeterince açık olarak belirtilmediği gerekçesiyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan âdil yargılanma hakkı kapsamında ‘’gerekçeli karar’’ hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

İbrahim Er ve diğerleri kararında Mahkeme Yılmaz Çelik kararında yaptığı değerlendirmelerin benzer durumda olanlar yönünden etki doğurmasının gerekli olduğunu belirtmiştir. Bu çerçevede Yılmaz Çelik kararı sonrasında birçok mahkemenin yargılamanın yenilenmesi taleplerini kabul ederek kişiler hakkında yeniden bir değerlendirme yaptığı ve beraat kararları verdiğini hatırlatan Mahkeme, somut olayda ilk derece mahkemesinin herhangi bir gerekçe ortaya koymaksızın başvurucuların taleplerini Anayasa Mahkemesinin kararlarını da görmezden gelerek reddettiğini vurgulamıştır. Yılmaz Çelik kararından sonra Türk yargı sistemi içerisinde Hizb-ut Tahrir’in neden bir terör örgütü olarak kabul edildiğine ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı, meselenin Anayasa Mahkemesince ortaya konan kriterler gözetilerek çözüme kavuşturulmadığını belirten Mahkeme, yargılamanın yenilenmesi taleplerinin reddedilerek verilen kararların infazına devam edilmesinin AYM tarafından tespit edilen ihlâllerin sürdürülmesi anlamına geldiğini vurgulamıştır. Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olup olmadığına yönelik değerlendirme içermeyen her kararın adil yargılanma ilkesinin bir gereği olan gerekçeli karar hakkının ihlâli sonucunu doğuracağını belirterek, somut olayda başvurucular tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlâl edildiğine karar vermiştir.

Bu karar insan haklarının korunması açısından öncü nitelikte bir karardır. Ancak bunun beklenilen iyileşmeyi sağlayabilmesi için öncelikle bir istisna olarak kalmaması, benzer tüm durumlarda benzer kararların verilmesi gerekmektedir. Bu arada, Anayasa Mahkemesinin de kendi kararlarında AİHM standartlarını uygulama konusunda daha titiz davranması ve seçici hareket etmemesi zorunludur.

Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu


1 İbrahim Er ve diğerleri [GK], B. No: 2019/33281, 26/1/2023, şuradan erişilebilir: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/33281

İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu’na Saldırı

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Erzurum’da yaptığı miting esnasında bir grup tarafından taşlı saldırıya uğradı. Saldırıda miting alanında bulunan birçok vatandaş kendilerine isabet eden taşlarla yaralandı. İmamoğlu bu saldırı ile ilgili gerekli önlemleri almayan Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanının ve Erzurum Valisinin sorumlu olduğunu belirtti. İmamoğlu olay yerinde gerginliği artırmayacak bir biçimde kalabalığı sakinleştirerek, mitinge katılan vatandaşların sağlığından emin olduktan sonra olay yerini bir süre sonra terk etti.

Konuyla ilgili iktidar tarafından çeşitli açıklamalar geldi. Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen talep edilen yerin miting alanı olmadığını söyleyerek kendini savundu. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu saldırı ile ilişkili 16 kişinin gözaltına alındığını, bu kişilerden birinin FETÖ ile iltisaklı olduğunu dile getirdi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da Erzurum’daki saldırı olayında gözaltıların olduğunu açıkladı. Ancak, gözaltına alınan 15 kişi kısa süre sonra serbest bırakıldı. Öte yandan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da Erzurum’daki saldırı olayında gözaltıların olduğunu açıkladı. Soylu İmamoğlu’na provokatör dedi ve “burada bu miting yapmasının sebebi bu kavgayı kanatmak. Ekrem İmamoğlu, Türkiye’ye gelmiş en büyük sahtekârlardan bir tanesidir” suçlamasında bulundu. Ülkenin ve seçim ortamında güvenliği sağlamakla görevli İçişleri Bakanı Soylu’nun siyasetçilerin fiziksel bütünlüğünü hedef alan bu saldırıya yönelik böylesi hasmane bir tutum almasını normal karşılamaya imkân yoktur.

Bundan birkaç gün sonra da Sakarya mitingi esnasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun konvoyuna yönelik bir taşlı saldırı gerçekleşti. Bu olayla ilgili olarak 15 yaşında bir çocuk gözaltına alındı. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu emniyet yetkililerini arayarak şikâyetçi olmadığını belirtti. ve “önemli olanın o çocuğa bu nefreti aşılayanlara ulaşmak” olduğunu söyledi. Türkiye yakın siyasî tarihinin en önemli seçimlerinden birini gerçekleştiriyor. Seçim öncesinde artan saldırıların seçim günü ve sonrasında yaşanmaması adına bakanların, idarecilerin ve kolluk kuvvetlerinin üzerine düşen sorumluluğun farkında olarak görevlerini ifa etmeleri ülkenin bu gergin sürecini barış içinde atlaması için son derece önemlidir.

* Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi

LGBT+’ların Zor Sınavı: 2023 Seçimleri

2023 Türkiye genel seçimleri için son günlerdeyiz. Seçimler öncesi, Cumhur İttifakı kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı ve belirli gruplara ayrımcılık üzerine kurulu söylemleriyle öne çıkmaktadır. Millet İttifakı ise önce 6’lı Masa’nın uzlaşmayla oluşturulması sürecinde, kampanya esnasında da ellerle yapılan kalp işaretleriyle toplumsal barışın, uzlaşının ve sevginin yeniden inşa edilmesi üzerine kurulu söylemleriyle dikkat çekmektedir. Ancak son haftalarda, özellikle Yeniden Refah Partisi’nin homofobik söylemleri ve LGBT+ kuruluşların varlıklarına yönelik tehditleri, toplumda bir oranda kabul görmüş olmalı ki benzer ifadeler Millet İttifakı adaylarının söylemlerine de yansıdı.

Cumhur İttifakı’nın seçimleri kazanması durumunda, LGBT+ hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşları ve bireyler açısından endişe verici birçok senaryo öngörülmekte. Çünkü Cumhur İttifakı üyelerinden bazıları, açık bir şekilde LGBT+ derneklerinin kapatılacağını vaat etmektedir. Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı’nın da bu nefret söylemlerinin başını çektiği bir ortamda, “ya biz ya da LGBT’ciler” gibi kutuplaştırıcı söylemleri LGBT+ hakları savunucularında tedirginlik yaratmaktadır.[1]

Millet İttifakı ise, her ne kadar LGBT’lere de güven veren daha barışçıl ve kapsayıcı söylemleriyle öne çıkmaktaysa da, son günlerde bu kesimden de maalesef yer yer aksi yönde açıklamalar gelmektedir. LGBT kimliklerini alay konusu yapmak ve ahlâksızlıkla ilişkilendirmek şeklinde yorumlanabilecek olan bu açıklamalar, siyasetin daha demokratik ve barışçıl olduğunu düşündüğümüz isimleri tarafından yapıldığı için hayal kırıklığına neden olmaktadır.[2] Bu durum LGBT kimlikli bireyleri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı’nın adayını desteklemekten vaz geçmeye götürmese de, muhtemel bir Millet İttifakı hükümetinden olan beklentilerini epey azaltmıştır.[3] Yine de, homofobik açıklamaları yanlış ve güven kırıcı olmakla beraber, bugüne kadarki açıklamaları ışığında, muhtemel bir Millet İttifakı iktidarında LGBT+ bireylerin bugünkü durumlarına kıyasla daha özgür ve rahat olacakları beklenebilir.

Cumhur İttifakı’nın devam eden söylemleri, 2023 seçimlerinin hayat tarzları arasında bir rekabet ve kazananın diğerinin yaşamını zorlaştıracağı bir dönüm noktası olarak algılanmaktadır. Buna karşılık, hemen hemen her konuda toplumsal barış, uzlaşma ve birlik vurgusu yapan Millet İttifakı’nın homofobik açıklamalarını bir kamu politikası tercihi işareti olmaktan çok, dikkatsizlik ve özensizlik eseri yapılan bir hata olarak görmek uygun olacaktır.

* İsrafil Özkan – Direktör, Özgürlük Araştırmaları Derneği


 

1 https://bianet.org/bianet/lgbti/278415-secim-yarisinda-nefret-yayiliyor-lgbti-dernekleri-uyardi-suc-isliyorsunuz

2 https://kaosgl.org/haber/millet-ittifaki-bilesenleri-acilen-ayrimci-soylemden-geri-donmeli-lgbti-haklarini-konusmali

3 https://kaosgl.org/haber/lgbti-lara-nefret-soylemi-toplum-sagligini-olumsuz-etkiliyor

 

 

Önceki İçerikMİLLET İTTİFAKI YASAMA KONUSUNDA NE DİYOR?
Sonraki İçerikSEÇİMLER VE DEMOKRASİ