Editör’den,

Geçen bir hafta-on gün içinde Türkiye siyaseti yine önemli gelişmelere sahne oldu. Bunlar arasında iki olay, hükümetin Instagram’a erişim engeli getirmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda kendisini eleştirenleri ‘’cibilliyeti bozuk’’ olmakla suçlaması çok fazla tartışıldı ve eleştiri aldı. 

Instagrama erişimin engellenmesi kararının arkasında, İsrail tarafından öldürülen Hamas lideri İsmail Haniye hakkındaki başsağlığı mesajlarını Instagram’ın yayımlamamasına hükümetin duyduğu öfke yatıyor. İlgili Bakanın konuyla ilgili açıklamasından anlaşıldığına göre hükümet artık alışkanlık haline getirdiği sosyal medya yasaklarıyla toplumun ‘’değerleri’’ni korumayı amaçlıyormuş. Bu değerlerin arasında insanların yönetimin takdirinden ve çoğunluğun ‘’değerleri’’nden bağımsız, doğuştan getirdiği ifade özgürlüğünü de içeren insan haklarının yer almadığını böylece bir kere daha öğrenmiş bulunuyoruz.

Aslına bakılırsa, Cumhurbaşkanının bu kararı eleştiren yurttaşları öfkeli bir dille ‘’cibilliyeti bozuk’’ olarak tahkir etmesinde AKP iktidarının yurttaşların ifade özgürlüğü ve hükümeti  demokratik eleştiri hakkını kategorik olarak reddeden bir düşüncenin yansımasını görüyoruz. Her şey bir yana, Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı ‘’milletin birliği’’ni temsil etme onuruna ve görevine sahiptir. Buna rağmen Cumhurbaşkanının ‘’birliği’’ni temsil ettiği ‘’millet’’in fertlerine hiç de nezih olmayan bir dille saldırmayı alışkanlık haline getirmesi akıl alır bir durum değildir. 

Bu arada geçen yılki milletvekili seçimlerinden bu yana Türkiye’nin gündeminden hiç düşmeyen Can Atalay’ın milletvekilliği sorunuyla ilgili olarak ta geçen günlerde yeni bir gelişme yaşandı. Hatırlanacağı gibi, Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilen Can Atalay bir suçtan mahkumiyeti yüzünden and içip görevine başlaması engellenmiş ve bilâhare bu işlemin Anayasaya aykırı olduğunu tespit eden Anayasa mahkemesi kararına rağmen Mecliste oylama yapılarak milletvekilliği şeklen düşürülmüştü. Son olarak, Atalay’ın başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi milletvekilliğinin düşürülmesi işleminin ‘’yok hükmünde olduğu’’ anlamına gelen bir karar verdi. Bu duruma göre sıra TBMM Başkanlığıın milletvekili Can Atalay’ı görevine başlatmak için gerekli işlemleri yapmasına gelmiş bulunmaktadır. Meclis başkanlığı bu doğrultuda hareket ederek sadece Atalay’ın kişisel mağduriyetine son vermis olmayacak, böylece daha önemlisi ‘’milletin hukuku’’nu da korumuş olacaktır. 

Bir arada düşünüldüklerinde acı bir ironi oluşturan iki habere daha temas etmeliyiz. Türkiye bir yandan savunma sanayisinde kat ettiği mesafe ile dünya listesine girebilecek bir düzeye yükselirken, öbür yandan OECD verilerine göre ülkede altı buçuk milyon çocuğun aşırı yoksulluk çekiyor olmasından söz ediyorum.  Evet, savunma ve havacılık teknolojisinde  uzman olan devlet destekli beş Türk firması (ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN, MKE VE ASFAT) dünyanın en büyük 100 savunma şirketi arasına girdi. İronik olan şu ki, silah ve havacılık teknolojisinde mütevazi bir ‘’dünya gücü’’ haline gelen Türkiye iktisadî ve sosyal gelişme ile refah düzeyi bakımından neredeyse yerlerde sürünüyor. Nüfusun yarısından fazlası yoksul ve geçim derdinde bu ülkenin ve şiddetli yoksulluk içindeki milyonlarca çocuk okula aç gidiyor. Toplumun refah düzeyi geriler ve yoksulluk yaygınlaşırken, ülkenin kaynakları ‘’savunma sanayii’’ adı altında silâhlanmaya ve diğer savaş teknolojisine gidiyor!    

Son olarak, Türkiye İsrail’e karşı açılmış olan soykırım davasına sekiz ay gecikmeyle nihayet Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı nezdinde müdahale başvurusunda bulundu. Ancak, hatırlanacağı gibi, Türkiye özellikle iç kamuoyu önünde ‘’Filistin davası’’na hararetle sahip çıkar ve İsrail’i sert biçimde kınarken, bu ülkeye ticaret yoluyla teknik donanım desteği sağlamaya devam etmiş ve ancak toplumdan gelen eleştirilerin yoğunlaşması üzerine bu ülkeye yapılan ihracatta kısıtlamaya gitme kararı almıştı. Şu var ki, bu durum Türkiye’nin İsrail’le lişkisinde esaslı bir değişiklik olduğu veya olacağı anlamına gelmiyor. Oysa bu arada  Batılı devletler arasında Filistin Devletini tanıma  eğilimi güçlenmiş ve İspanya’dan sonra Norveç ve İrlanda da Filistin’i tanıma kararı almıştı.

Bu sayıdaki diğer yazılarda Ali Rıza Çoban Instagram yasağının hukukî bir değerlendirmesini yapıyor, Ömer Faruk Şen hükümetin muhalif belediyelere haciz işlemi başlatmasını irdeliyor, Can Gerek ise küresel ekonomi bağlamında ‘’carry trade’’ işlemlerinin ekonomik etkilerine ve şirket kurtarmaların piyasaların olağan işleyişini bozarak yol açtığı sorunlara dikkat çekmektedir.

Gelecek sayıda buluşmak üzere.

* Prof. Dr. Mustafa Erdoğan


Instagram Yasağı

Türkiye 2 Ağustos 2004 sabahına ülkede en çok kullanıcısı bulunan (48 milyon) sosyal medya platformu Instagram’ın erişime engellendiği haberi ile uyandı. Engellemenin nedeni konusundaki yasal belirsizlik hâlâ sürüyor. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), erişimin engellenmesi kararının sadece tarih ve sayısını açıkladı ama bu kararı kamuoyu ile paylaşmadı. Dolayısıyla kararın yasal dayanağının somut olarak ne olduğu bilinmiyor. Ulaştırma Bakanı[1] ve Bakan Yardımcısının[2] açıklamalarından engellemenin 5651 sayılı İnternet Kanununun 8. Maddesinin dördüncü fıkrasına dayandığı anlaşılıyor. Ancak aşağıda açıklanacağı gibi gerçek nedenin hukuki olmaktan ziyade siyasi olduğu görülüyor. Zira yapılan açıklamalar, hem 8/4 maddedeki düzenlemenin koşullarına uymuyor, hem de Instagram’ın Tahran’da öldürülen Hamas lideri İsmail Haniye hakkındaki taziye mesajlarını yayınlamamasına yönelik tepkileri içeriyor.

Söz konusu 8. madde, içeriği suç teşkil eden internet yayınlarının soruşturulmasını ve koruma tedbiri olarak bunlara erişimin engellenmesini düzenliyor. Maddenin birinci fıkrasında bu tedbirlerin uygulanabileceği on tane suç sayılıyor. Bu suçlar arasında müstehcenlik, fuhuş, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu kullanmayı teşvik, intihara yönlendirme, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama, Atatürk aleyhine işlenen suçlar, yasa dışı bahis ve istihbarat örgütünün belgelerini ve mensuplarını açıklama gibi suçlar yer alıyor.

İnternet ortamındaki bir içeriğin bu suçları oluşturduğu konusunda yeterli şüphe olması halinde soruşturma ve kovuşturma sürecinde söz konusu yayınlarla ilgili olarak hâkim veya mahkeme kararıyla içeriğin çıkarılması ya da erişimin engellenmesi kararı verilmesi mümkün. Ancak 8. maddenin dördüncü fıkrasında bu içerikler bakımından BTK başkanına idari bir önlem olarak içerikten çıkarma ve/veya erişimin engellenmesi kararı verme yetkisi tanınıyor. Bu yetkinin kapsamı daha önce çok daha dar iken, 6518, 7226 ve nihayet 2023 yılında çıkarılan 7418 sayılı Kanunlarla kapsamı gitgide genişletildi. Daha önce sadece yayıncısı yurt dışında olan ve birinci fıkrada yer alan çocukların cinsel istismarı ve müstehcenlik suçları açısından bu yetki tanınmış iken, yapılan değişikliklerle yetkinin kapsamına yayıncısının yurt içinde veya dışında olduğuna bakılmaksızın birinci fıkrada yer alan tüm suçlar dahil edilmiştir.  

Anayasa Mahkemesi 2017 yılında verdiği bir karar ile bu yetkiyi müstehcenlik suçu yönünden iptal etmişti.[3] Ancak hükümet AYM’nin bu kararına uymak yerine yetkiyi giderek genişleten değişiklikler yaptı. Anayasa Mahkemesi 2023 yılında verdiği yeni bir karar ile de BTK başkanına 7253 sayılı kanunla tanınan içerikten çıkarma yetkisini iptal etti.[4] Mahkeme BTK başkanına bir eylemin suç teşkil ettiğine karar verme ve yargı denetimine tabi olmaksızın ilelebet bir içeriği yasaklama yetkisi veren kuralın masumiyet karinesini ihlal ettiğine vurgu yaptı. Bu gerekçenin erişimin engellenmesi kararları bakımından da evleviyetle geçerli olduğunda kuşku yok.

Çeşitli hükümet çevrelerinden yapılan açıklamalarda Instagram’ın ‘’katalog suçlar’’la ilgili talepleri yerine getirmediği için topyekûn erişime engellendiği belirtiliyor, ancak hangi suçlarla ilgili hangi içeriklerin çıkarılmadığı açıklanmıyor.[5] Ayrıca 8. maddenin 17. fıkrasına göre erişim engelleme ve içerik çıkarma kararlarının öncelikle URL bazlı verilmesi gerekiyor. Topyekûn engelleme yasada son çare olarak öngörülmüş. Niçin topyekûn engellenme uygulandığı da açıklanmıyor.

Meta şirketinin Facebook ve Instagram’ı da içeren 31 Temmuz 2024 tarihli şeffaflık raporunda[6]  1 Ocak-30 Haziran 2024 dönemini kapsayan süreçte Türkiye’den şirkete 2580 içerikle ilgili talep gittiği, 504 içeriğin Meta ilkelerini ihlal ettiği için çıkarıldığı 1941 içeriğin ise Türkiye’den görünmez kılındığı belirtiliyor. Dolayısıyla taleplerin %95’inden fazlasının şirket tarafından karşılandığı anlaşılıyor.

Kamuoyuna yansıyan açıklamalardan hükümet yetkililerinin Meta şirketinden terör gibi 5651 sayılı kanunda yer almayan hususlarda talepte bulunduğu anlaşılıyor. Kendileri kanuna ve hukuka uymayan kamu makamlarının sosyal medya şirketlerinin kanuna uymadığı yönündeki açıklamaları ve hukuk devleti vurguları ise inandırıcı olamıyor.

Sosyal medya şirketlerinin kendi ilkeleri doğrultusunda bazı içerikleri terör gerekçesiyle kendi kendilerine çıkarmaları oldukça sorunlu. Meta şirketinin bu tür uygulamalara karşı bir iç itiraz mekanizması (Oversight Board) var. Ancak Türkiye’de şirketlerin bu tür uygulamalarıyla ilgili herhangi bir yasal düzenleme bulunmuyor. Hükümet bu alanları şeffaf bir şekilde düzenlemeye yanaşmıyor.

Hamas ve Haniye paylaşımlarını terör gerekçesiyle çıkardığı için Instagram’ı erişime engelleyen hükümetin, erişim yasağını kaldırmak için Meta şirketinden kendisinin terörle alakalı saydığı bazı içerikleri çıkarmasını istemesi de ironik görünüyor.

Türkiye’de 48 milyon takipçisi olan ve hatırı sayılır bir ölçüde ekonomik faaliyetin de yürütüldüğü bir sosyal medya platformunun hukukî dayanağı açıklanamayan keyfî bir kararla yasaklanması, ülkenin her gün daha fazla hukuksuzluğa teslim olduğunu gösteriyor.

* Doç. Dr. Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu 


Hükümet Harekete Geçti: Muhalif Belediyelere Haciz İşlemleri Başladı

Cumhurbaşkanı Erdoğan temmuz ayında CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e seslenerek “Emeklilere faydanız dokunsun istiyorsanız talimat verin, belediyeleriniz SGK’ye olan birikmiş borçlarını ödesin” demiş ve hemen ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının SGK aracılığıyla tüm borçlu belediyelere bildirimlerini gönderdiğini açıklamıştı. Muhalefetin yoğun tepkisine, borçların çoğunun AKP’nin söz konusu belediyeleri yönettiği zamandan olduğunu belirtmesine ve bu eylemi bir “malî darbe” olarak nitelendirmesine rağmen hükümet belli aralıklarla bu konuda ısrarcı olacağını çeşitli mecralarda dile getirdi.

Bu açıklamalar üzerinden çok geçmeden, 30 Temmuz’da Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne haciz işlemleri başlatıldı. Bu karara ilk tepki Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer’den geldi: “Doğal olarak da 2019’da teslim alınan belediyelerde bir borç yükü vardı. Sadece borç kalemleri içerisinde SGK’yı da görmemek lazım. Biz SGK borçları, maliye borçları, banka borçları, mal ve hizmet alımındaki şirketlere, esnaflara olan borçları kattığımız zaman her bir belediye 2019’da ciddi bir borç yükünü aldı.”[7] Seçer ayrıca 411 belediyenin CHP tarafından yönetildiğini, diğer muhalif partilerin de belediyeleri katıldığında nüfusun önemli bir kısmının yaşadığı belediyelerin muhalif partiler tarafından yönetildiğini ve bu uygulamanın onları sıkıntıya sokmak için yapılan bir uygulama olduğunu ifade etti. CHP Genel Başkan Yardımcı Gökhan Zeybek ise 2024’te AKP ve MHP’den CHP’ye geçen nüfusu en yüksek 100 belediyenin 9,8 milyar liralık vergi ve 20 milyar liralık SGK borcu ile birlikte devraldıklarını ve hükümetin emekliler ve asgari ücretlilerle CHP’yi bu yolla karşı karşıya getirmeye çalıştığını dile getirdi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş da bu uygulamaya tepki gösterdi. Yavaş, ABB’nin Çevre Bakanlığı’ndan 1 milyar 325 milyon, Hazine satışlarından da yaklaşık 172 milyon lira alacağı olduğunu söyleyerek hükümeti “mahsuplaşmaya” davet etti.

Bir önceki bültende hükümetin SGK borçları üzerinden muhalefet partileri tarafından yönetilen belediyelere ve belediye başkanlarına yeni bir cephe açtığını ifade etmiştik. Daha üzerinden birkaç hafta geçmeden AKP hükümeti derhal harekete geçti ve Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne haciz işlemlerini başlattı. Muhalif belediyelere açılan bir diğer yeni cephe de sokak hayvanlarını barınaklarda toplamayan ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen belediye başkanlarına hapis cezası verilmesini öngören Hayvanları Koruma Kanunu’nda AKP ve MHP oylarıyla yapılan değişiklik oldu. Görünen o ki, önümüzdeki aylarda AKP hükümeti hem muhalif belediyelerin borçları hem de sokak hayvanlarının toplatılması konularında yetersiz kaldıkları propagandası ile muhalif belediyeleri kıskaca alacak. Böylece muhalefetin borçlu belediyelerinin hizmet kapasitesi düşecek ve belki bazı belediye başkanları sokak hayvanları ile ilgili “yükümlülüklerini” yerine getirmedikleri için cezaevine gönderilecek. Spekülasyon olabilir fakat bir sokak köpeği saldırısı sonucunda veya sokak köpeğinden kaçarken otomobil altında kalarak hayatını kaybeden bir vatandaş olduğunda ve bu görüntüler sosyal medyada viral olduğunda o şehrin muhalif belediye başkanına soruşturma açılması ve hapse girmesi de çok şaşırtıcı olmaz. Benzer bir durumu AKP’li bir belediye başkanı için ise ancak bir kurgusal metinde görebiliriz!

Türkiye’nin yakın siyasî tarihi bize AKP iktidarının birçok konuda görünürde “genel” ve “objektif” düzenlemeler koyup sonra onları “özel” ve “subjektif” bir uygulama ve değerlendirme sürecine tabi kıldığını gösteriyor. Biz Özgürlük Araştırmaları Derneği olarak belediyelere başlatılan haciz işlemlerinin takipçisi olup topladığımız verileri belli aralıklarla okuyucularımızla paylaşacağız. Yine de, partizan motivasyonla başlatılan bu sürecin sonunda haciz işlemi başlatılan belediyelerin tamamının ya da ezici çoğunluğunun muhalefet tarafından yönetilen belediyeler olacağını şimdiden ön görebiliyoruz.

 *  Dr. Ömer Faruk Şen – Missouri Üniversitesi


Kara Pazartesi ve Piyasaların Kurtarılma Sorunu

5 Ağustos Pazartesi günü, dünya piyasaları sert açılışlarla başladı. Japonya hisse senedi piyasasında %10’u aşan satışlar, Asya piyasalarından başlayarak diğer piyasalara da yayıldı. Hisse senedi piyasalarının yanı sıra kripto para borsalarında da yoğun satışlar gerçekleşti. Türkiye de Asya’dan yayılan satış baskısından olumsuz etkilendi ve Borsa İstanbul’da iki kez devre kesici uygulandı, işlemlere ara verildi. Petrol fiyatlarının bu sert satışlara kayda değer bir tepki vermediği bu durumun iki önemli nedeni bulunmakta.

Bu nedenlerden ilki, Japonya Merkez Bankası’nın geçtiğimiz hafta faiz oranlarını 2008’den bu yana en yüksek seviyeye çıkarmasının ardından, ‘’carry trade’’ işlemlerinde çözülmelerin hızlanmasıdır. Son dönemde Türkiye’de de sıkça gündeme gelen carry trade, düşük faizli para birimlerinden borç alarak yüksek faizli para birimlerine yatırım yapma işlemidir. Carry trade, kurlar değişmediği sürece iki para birimi arasındaki faiz farkı kadar getiri sağlar. Ancak bu işlem, kur riski taşıdığı için, yapılan yatırımın o para biriminin değer kaybetmeyeceği beklentisine dayalıdır. Örneğin, son dönemlerde Türk Lirasına yapılan carry trade yatırımları, TL’nin yakın dönemde çok fazla değer kaybetmeyeceği beklentisini yansıtır. Bu nedenle, carry trade işlemleri uluslararası fon akımlarının yönünü belirlemede oldukça önemlidir. Ancak, kurda olası değer kayıplarının yanı sıra faiz oranlarındaki değişiklikler de carry trade’in çekiciliğini etkiler. Japonya’da faizlerin artması sıklıkla Japon para birimi Yen üzerinden gerçekleştirilen carry trade işlemlerinin cazibesini azaltmış ve çözülmelere neden olmuştur, bu da piyasada büyük bir satış dalgasına yol açmıştır.

İkinci neden, bir önceki haftanın sonunda ABD’de açıklanan ekonomik verilerin oldukça zayıf gelmesidir. Açıklanan veriler, faiz indiriminin gecikmesiyle dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’nin hızla ekonomik durgunluğa girdiği düşüncesini ve bu durgunluğun küresel çapta yayılabileceği endişesini artırmıştır. Bu iki gelişmenin ardından panik satışları da devreye girince, düşüşler daha da sertleşmiştir. Yaşanan bu sert satışların ardından gözler ABD Merkez Bankası FED’e çevrilmiştir. FED’in durgunluğa girilmemesi için faiz indirimlerini öne çekeceği ve piyasalar zora girdiğinde piyasaları kurtaracağı beklentisini artmıştır. Ancak, piyasaların her sert düşüşte kurtarıcı olarak FED’e bel bağlaması, çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir.

Piyasaların kurtarıcı beklemesi ve ortaya çıkan sorunlar

Piyasaların zora düştüğünde sürekli kurtarılması da birçok soruna yol açmaktadır. Bunlardan ilki, finansal kurumların daha umarsız davranmasına ve nasıl olsa kurtarılacakları düşüncesiyle daha riskli hareket etmelerine, dolayısıyla da ahlaki çöküntüye (moral hazard) neden olmasıdır. Ayrıca, piyasaya likidite enjekte edilerek yapılan kurtarmalar, genellikle daha zengin kesimin varlıklarının değer kazanmasına ve toplumda eşitsizliğin artmasına neden olmaktadır. Bunun yanı sıra, piyasa sinyallerini de bozarak kaynakların verimli dağılımını olumsuz etkilemektedir. Kurtarma operasyonları finansal destek sunmaya evrildiğinde ise bütçe üzerinde olumsuz etkiler doğurmakta; bu da daha yüksek vergiler ve kaynakların verimsiz kullanımı gibi sorunlara yol açmaktadır. Tüm bu faktörler, piyasanın doğru işlemesine engel olurken, uzun vadede ekonomik büyümenin en kritik göstergesi olan verimlilik artışını da engellemektedir.

20. yüzyılın sonlarından itibaren teknolojideki büyük ilerlemelere rağmen, verimlilik artışında bir yavaşlama gözlemlenmektedir. Ünlü iktisatçı Robert Solow bu durumu, “Bilgisayar çağını her yerde görebilirsiniz, verimlilik istatistikleri dışında” sözleriyle dile getirmişti. Verimlilikteki bu yavaşlama, iktisat biliminde sıkça tartışılmakta ve önemli nedenlerden biri olarak zombi şirketlerin varlığı gösterilmektedir. Zombie şirketler ise Joseph Schumpeter’in serbest piyasanın çalışması için ‘’yaratıcı yıkım’’ın önemine yaptığı vurguyu akla getirmekte. Yaratıcı yıkımla daha verimsiz çalışan firmaların yerini daha verimli olanların alması gerekmektedir. Ancak, merkez bankalarının ve hükümetlerin sürekli piyasaları kurtarma çabaları, birçok zombi şirketin düşük verimlilikle varlığını sürdürmesine yol açmakta ve yaratıcı yıkımın gerçekleşmesini engellemektedir. Sonuç olarak, piyasalar her çöküşte kurtarıcı çağırmakta ve kurtarıcı rolü üstlenen hükümetler ve merkez bankaları eliyle rekabet ortamı zayıflamakta, verimlilik düşmekte ve uzun vadede ekonomik büyüme yavaşlamaktadır.

* Dr. Caner Gerek



 1 Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Uraloğlu, Instagram’ın katalog suçlarla ilgili taleplerin karşılanmaması nedeniyle erişime engellendiğini açıklamıştır. https://www.bbc.com/turkce/articles/c4gvvvgdyxeo

2  Bakan Yardımcısı Sayan da yaptığı açıklamada katalog suçlardan söz etti. https://x.com/ofatihsayan/status/1819343096397627540

3 AYM, E. 2015/76, K.2017/153, 15.11.2017

4 AYM, E. 2020/76, K.2023/172, 11.10.2023

5 https://x.com/evrenselgzt/status/1820768992807567819

6 https://x.com/cyberrights/status/1819751430011445626

7 https://medyascope.tv/2024/07/30/erdogan-talimat-vermisti-mersin-buyuksehir-belediyesine-sgk-borcundan-haciz/

Önceki İçerik‘’SAVUNMA’’ SANAYİMİZ DÜNYA LİSTESİNE GİRMİŞ, SEVİNELİM Mİ?