Özgürlük Gündemi

Özgürlük Gündemi Sayı 34

Editörden,

Genel seçimlere birbuçuk ay kala Türkiye siyasetinin ne durumda bulunduğu hakkında belki de en doğru değerlendirmeyi Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) son kararına bakarak verebiliriz.  YSK bu kararıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın üçüncü defa cumhurbaşkanlığına aday olmasına yapılan itirazları reddettmiş bulunuyor. Oysa, Anayasa’nın 101. maddesi bir kimsenin kural olarak ‘’en fazla iki defa’’ cumhurbaşkanı seçilebileceği konusunda açıktır. Bunun tek istisnası ise yine Anayasanın 116. maddesinde yer alan, TBMM’nin seçimlerin yenilenmesi kararı alması halinde görevdeki cumhurbaşkanının üçüncü defa aday olmasına izin veren hükümdür. Oysa Türkiye’yi bugün erken seçime götüren kararı TBMM değil Cumhurbaşkanı Erdoğan almıştır.

Bu, YSK’nın son yıllarda verdiği hukuka aykırı olarak AKP’yi ve liderini kayıran kararlar serisinin sonuncusu olmaktadır. Hatırlanacağı gibi, YSK 2017 Anayasa referandumunda kendi yerleşik içtihadına aykırı olarak ‘’mühürsüz oylar’’ı geçerli kabul etmiş; 2019 yılında da CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığı seçimini iptal etmişti. Öyle görünüyor ki, YSK bu sefer Anayasayı da yok sayma pahasına iktidar partisinden yana bir karar almakta tereddüt etmemiştir. 

Son günlerde, sadece seçim kampanyasının serbestlik ve hakkaniyetini zedelemesi bakımından değil, daha genelde Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının düştüğü acınası durumu ortaya koyması bakımından da önemli olan başka bir gelişme daha yaşandı: Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin banka hesapları üstündeki blokajı kaldırması üzerine yüksek mahkemenin bazı üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından telefonla aranıp adeta sorguya çekildiği haberi medyaya düştü. Doğru olması halinde, bu haber Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi’ne üye ataması yaparken kendi siyasetiyle uyumlu davranacağından emin olduğu kişileri tercih ettiğine ve böylece yüksek mahkemeyi ‘’kuşatmayı’’ amaçladığına ilişkin kamuoyundaki yaygın kaygıları maalesef doğrulamış olmaktadır.

Bu arada, kampanya dönemi içinde bir tarihte yapması Anayasa Mahkemesi tarafından kararlaştırılmış olan sözlü savunmasının seçim sonrasına ertelenmesine ilişkin olarak HDP’nin yapmış olduğu talep mahkeme tarafından reddedildi. Bu durum, 14 Mayısta yapılacak olan yasama meclisi seçimlerinden önce kapatılması ihtimalinden endişe eden HDP’nin seçimlere başka bir partinin çatısı altında girme kararı almasına yol açtı. Anayasa Mahkemesi’nin HDP bakımından bir belirsizlik yaratan bu kararının seçim kampanyasının sağlığını olumsuz yönde etkileyecek bir gelişme olduğu açıktır.

AKP-MHP yönetiminin baskıcı uygulamaları elbette adil ve demokratik seçim hakkı ve yargı bağımsızlığıyla sınırlı değil. Medya ve haberleşme özgürlüğü üzerindeki yoğun baskı ve kısıtlamalar da bu arada devam ediyor. Nitekim Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi tarafından yakınlarda duyurulan 2022 yılına ait Medya ve Basın Özgürlüğü Raporunun Türkiye’yle ilgi tespit ve bulguları hepten ümit kırıcı. Rapor bağımsız medyaya yönelik sistematik baskılara ilşkin olarak çoğunu zaten bildiğimiz pek çok vak’ayı kayda geçiriyor. Rapora göre, Türkiye maalesef gazetecileri en çok hapse atan ülkelerden biri durumunda, nitekim Raporun yayımlandığı tarihte 41 gazeteci hapisteydi. En başta AKP-MHP hükûmeti ve destekçileri hakkında eleştirel haber yapanlar olmak üzere, Türkiye’de pek çok gazeteci tutuklanma ve kovuşturmayla karşı karşıya bulunuyor. Medya üzerindeki devlet ve hükûmet baskısından en büyük payı ise Kürt medyası almaktadır.

Seçim kampanyasının hakkaniyete uygun olarak yürümekte olduğu konusunda tereddütler yaratan bu gelişmelere, kampanyanın güvenliğini zedeleyen başka bir gelişme eşlik etti: Medyada İyi Parti İstanbul İl Başkanlığı binasına silahlı saldırı yapıldığı haberleri çıktı. Her ne kadar polis bunun parti binasına yönelik bir saldırı olmayıp binanın karşısındaki inşaatın bekçisinin hırsızları korkutmak için o yöne ateş açmak zorunda kalmasından ibaret bir olay olduğu yolunda açıklama yaptıysa da, genel başkan Meral Akşener’in Mart başında yaşanan kısa bir krizin ardından ‘’Altılı Masa’’ya geri dönmesiyle İyi Parti’nin muhalefet bloğunda yer almasının kesinleşmesinin iktidar partilerini fazlasıyla rahatsız ettiği hatırlanınca, polisin açıklamasının ikna ediciliği zayıflamaktadır.

Bütün bunlar olurken, halkın gündelik hayatında maruz kaldığı geçim sıkıntısını yaratan ekonomi politikasında da iyi yönde bir değişim emaresi görülmemektedir. Bu arada, ‘’Kur Korumalı Mevduat’’lara verilecek faizde üst sınırın kaldırılmasına ilişkin son alınan kararın ne ölçüde doların yükselişini durdurup Türk lirasına yönelmeyi sağlayacağı da belirsizdir. Ayrıca, hükûmetin bir süredir uygulamakta olduğu populist ‘’seçim ekonomisi’’nin bazı toplum kesimlerinde yaratttığı sun’î rahatlama ne genel olarak toplumun geçim sıkıntısının ortadan kalktığı ne de iktisadî krizin sona erdiği anlamına geliyor. Esasen, orta ve uzun vadede bu politikanın maliyeti seçimlerden sonra yürütmeyi kontrol edecek olan siyasî ekibin (büyük ihtimalle de, ‘’Altılı Masa’’nın) sırtına binecektir.

Eskiden sanki seçim kampanyalarının herkes için tatlı bir heyecanı ve neş’esi olurdu. Kampanyanın Ramazan ayına rastlamasının da etkisiyle olsa gerek, bu sefer maalesef pek öyle olmuyor.

Umarım bir sonraki Bülten’i daha keyifli bir ortamda hazırlarız. Şimdilik esen kalın.

* Prof. Dr. Mustafa Erdoğan 

Cumhurbaşkanının AYM Üyelerini Aradığı İddiası

Halk TV’den Seyhan Avşar, 30 Mart 2023 tarihli haberinde bir Anayasa Mahkemesi üyesinin açıklamalarına dayandığını belirttiği bazı iddialara yer verdi.[1]  Haberde, Anayasa Mahkemesi HDP’nin hesaplarına bloke konulmasına ilişkin tedbirin kaldırılmasına karar verdikten sonra Cumhurbaşkanının tedbirin kaldırılması yönünde oy kullanan üyeleri arayarak, karardan duyduğu rahatsızlığı dile getirdiği belirtiliyor.

Anayasa Mahkemesinde görülmekte olan Halkların Demokratik Partisinin kapatılmasına ilişkin dava kapsamında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, partinin hazineden aldığı yardımın yatırıldığı banka hesabına bloke konulmasını talep etmiş, Anayasa Mahkemesi de 5 Ocak’ta hesaba bloke konulması yönünde tedbir kararı vermişti.[2] Bu karar 9 üyenin oyuyla alınmış, 6 üye ise karşı çıkmıştı. Parti tarafından bu tedbir kararının kaldırılması yönünde yapılan başvuruyu değerlendiren Mahkeme davalı partinin savunmasını da aldıktan sonra 9 Mart 2023 tarihinde tedbir kararının kaldırılmasına karar verdi.[3] Bu karar ise 7 üyenin karşı oyuna rağmen 8 üyenin oy çokluğuyla verildi. Bu iki karar arasında, iki üyenin fikrini değiştirdiği anlaşılmaktadır. Söz konusu haberde yer alan açıklamaların da bu üyelerden birine ait olduğu anlaşılmaktadır.

Haberde iddia edildiğine göre tedbirin kaldırılmasına ilişkin kararın ardından Cumhurbaşkanı tedbirin kaldırılması yönünde oy kullanan üyeleri arayarak “Size çok güveniyordum. Hesaplardaki blokenin kaldırılması yönünde nasıl oy kullanırsınız?” diye sordu.  Bu habere ilişkin herhangi bir yalanlama yapılmadı. Eğer haber doğruysa bir yüksek yargıcın verilen bir karar nedeniyle yürütme organının başındaki kişi tarafından aranarak kullandığı oy nedeniyle sorgulanmasının yargıya müdahale teşkil ettiğinde kuşku yoktur. Böyle bir müdahalenin devam eden bir parti kapatma davasında gerçekleşmesi ise durumun vahametini daha da artırmaktadır. Zira seçimlere yaklaşırken verilecek bir parti kapatma kararının seçimin sonuçlarını da etkileme potansiyeli bulunmaktadır.

Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından birisi hatta en önemlisi yargı bağımsızlığıdır. Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede hukuk anlamını yitirir. Hukuk önünde eşitlik ilkesi uygulanamaz hale gelir. Yargının bağımsız olmadığı bir yerde hukuk ve yargı hakların ve adaletin güvencesi olamaz, aksine keyfiliğin ve zorbalığın aracına dönüşür.

Türkiye’de yargı bağımsızlığı her zaman sorunlu olagelmiş ise de son on yılda hukuk devletinin erozyonuna yönelik en temel sorunun, yargının yapısal bağımsızlığına yönelik müdahaleler olduğu tüm bağımsız gözlemcilerce dile getirilmektedir. Yargı kurulunun (HSK) ve yüksek mahkemelerin yapısına yönelik müteaddit anayasal ve yasal değişiklikler, darbe teşebbüsünden sonra mevcut yargıçların üçte birinin ihraç edilmesi ve yeni yargıç atamalarında koşulların kolaylaştırılarak çok sayıda yeni yargıç atanması sonucu yargının yürütme karşısındaki yapısal bağımsızlığı ciddi ölçüde zayıflamıştır.

Ancak bu haber sorunun sadece yapısal olmadığını, doğrudan yargıçlara ve kararlara yönelik müdahalelerin de söz konusu olabileceğini göstermektedir. Bu tür müdahaleler sadece adaletsiz kararların verilmesine neden olmakla kalmaz, aynı zamanda siyasal sonuçlar da doğurur. Geçmişte Yüksek Seçim Kurulu tarafından verilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptal edilmesi, Anayasa referandumunda mühürsüz oyların geçerli sayılması gibi tartışmalı kararlar siyasi sonuçlar da doğurmuştur. Seçim sürecinde Yüksek Seçim Kurulu, Erdoğan’ın üçüncü kez aday olup olmayacağı, bakanların istifa etmeden milletvekili adayı olup olamayacağı gibi kritik konularda kararlar verecektir. Verilecek kararların her türlü müdahale kuşkusundan uzak olması gerekir. Böyle bir kuşku demokratik meşruiyeti tartışmalı hale getirir.

Bir yüksek yargıcın, verdiği karar nedeniyle yürütme tarafından sorgulandığı yönündeki beyanları tarihi bir öneme sahiptir. Bu iddiaların araştırılması ve doğru olduğunun tespit edilmesi halinde de hukuki süreçlerin başlatılması gerekir.

Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu

Anayasa Mahkemesi HDP’nin Sözlü Savunmasının Ertelenmesi Talebini Reddetti

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması istemiyle açılan kapatma davası kapsamında partinin daha önce 14 Mart tarihinde yapılması kararlaştırılmış olan sözlü savunması deprem nedeniyle 11 Nisan’a ertelenmişti. Bunun üzerine HDP sözlü savunmanın seçimden sonraya yani 14 Mayıs’tan sonrası bir tarihe ertelenmesi için başvuruda bulunmuştu. Başvuruda “listelerin sunulması ve kesinleşmesinden sonra kapatma riski ve tehdidi, Parti için telafisi güç veya imkânsız sonuçlar yaratacağı” ve olası bir kapatma kararı sonrasında partinin seçime girme hakkını kaybedeceği ve milletvekillerinin seçilme haklarının elinden alınacağı belirtilmişti. AYM’nin kararı beklenirken HDP 14 Mayıs seçimlerinden önce olası bir kapatma davasıyla oyun dışı kalmamak için Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin listelerinden seçime girmek için girişimlerde bulunmuş, nihai kararın verilmesi için AYM’nin kararını bekliyordu.

Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesi HDP’nin yaptığı söz konusu başvuru ile ilgili kararını verdi. AYM yaptığı açıklamada sözlü savunmanın “Yüksek Seçim Kurulunca açıklanan Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tarihinden sonraki bir tarihe ertelenmesi talebinin reddine 22/3/2023 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir” denildi. Her ne kadar AYM’nin bu yönde karar vermesi bekleniyorduysa da, bu kararla AYM demokratik seçimlerin adil ve yarışmacı doğasına zarar vermiştir. Diğer bir ifadeyle, kapatma davasının içeriğinden bağımsız olarak AYM’nin HDP’nin sözlü savunmanın seçim sonrasına bırakılması talebine yönelik ret kararı demokratik siyasi düzenin gerekliliklerine aykırıdır. Demokratik bir ülkede partilerin seçimlerden kısa bir süre önce kapatılma kaygısı yaşaması ve siyasetçilerinin siyasi yasakla oyun dışı bırakılma tehdidiyle karşı karşıya kalması kabul edilemez. Seçimlerin adil bir süreç içinde gerçekleşmesinin ve hukuki güvenliğin öncelikli koşullarından birisi siyasi partileri keyfî olarak yarışmanın dışına çıkarmaya yönelik “yargısal” endişelerin bertaraf edilmesidir.

* Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi

2022 MFRR Medya ve Basın Özgürlüğü İhlalleri İzleme Raporu

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) ve Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi (ECPMF) tarafından, tehdit altındaki gazetecileri, medya çalışanlarını ve platformları izleyen ve destekleyen ortak Medya Özgürlüğü Acil Müdahale (MFRR) projesinin bir parçası olarak yayımlanan Raporda Türkiye’de basın ve medya özgürlüğüne ilişkin hiç de iyimser olmayan veriler yer almaktadır.[4]

Rapora göre, 2022 yılı, bağımsız medyaya yönelik sistematik baskının devam ettiği Türkiye’de basın özgürlüğü için yıkıcı bir yıl oldu. MapMF, Türkiye’de 362 kişi veya medya kuruluşunun dahil olduğu toplam 167 basın özgürlüğü ihlâli kaydetti. Türkiye dünyada gazetecileri en çok hapse atan ülkelerden biri olmaya devam ediyor. Raporun yayımlandığı tarihte 41 gazeteci hapisteydi.

AKP hakkında eleştirel haber yapan gazeteciler tutuklanma ve kovuşturmayla karşı karşıya kalıyor. Bu arada, gazetecilere yönelik artan fiziksel saldırılar düşmanca ve tehlikeli bir çalışma ortamına katkıda bulunuyor. Özellikle Kürt medyası, hem gazetecilik faaliyetleri hem de etnik kökenleri nedeniyle büyük bir baskıyla karşı karşıya.

Şubat ayında ‘’Ses Kocaeli’’ adlı yerel gazetenin sahibi ve genel yayın yönetmeni Güngör Arslan ofisinin önünde vurularak öldürüldü. Arslan, kendisini susturmak için cinayet emrini verdiği söylenen Ülkü Ocakları’nın eski Kocaeli İl Başkanı Ersin Kurt’u eleştiren yazılar yazmıştı.

Bağımsız medyayı ve eleştirel gazetecileri susturmayı amaçlayan, belgelenen vak’aların yarısından fazlasını (%53,3, 89 ihlal) sistematik olarak kullanılan hukuk yoluyla gerçekleştirilen taciz oluşturmaktadır. Keyfi gözaltılar, hapis cezaları, sınır dışı etmeler ve polis baskınları Türkiye için belgelenen vakaların yaklaşık dörtte birini (%24,0, 40 ihlal) oluşturmaktadır.

Kaydedilen ihlâllerin %13.2’sini farklı terörizm suçlamalarını da içeren yargısal mahkûmiyetlerden (22 ihlâl) oluşmaktadır. Gazeteciler ayrıca düzenli olarak taciz kampanyalarına maruz kalmış ve internet üzerinden fiziksel şiddet ve ölüm tehditleri almışlardır.

Basın özgürlüğüne bir başka büyük darbe de dezenformasyon yaymakla suçlananların üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını öngören kapsamlı yeni bir yasayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin geçen Ekim’de çıkarmasıyla geldi. Aynı paket yasanın bir parçası olarak, internet haber portalları resmi haber medyası olarak kabul edildi ve bu portalların yetkililer tarafından çıkarılan “düzeltmeler’’i yayınlamaları da zorunlu kılındı. Buna ek olarak, Temmuz ayında yürürlüğe giren “Basın Ahlâk Esasları” başlıklı bir yönetmelik, yetkililerin medya içeriğini “ahlaka” dayalı olarak sansürlemesine olanak tanıyarak özellikle LGBTİQ+ ile ilgili haberleri etkileyecektir.

Bu arada hükümet kontrolündeki Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) medya kuruluşlarına ayrımcı bir şekilde yaptırım uygulamaya ve web sitelerine erişimi engellemeye devsam etti. Mahkemeler yüzlerce haber hakkında erişim engelleme kararı verdi. Kasım ayında İstanbul’da meydana gelen bombalı saldırının ardından Türk makamları yayın yasağı kararı almış ve sosyal medyaya erişimi kısıtlamıştır.

Türkiye’de gazeteciler çoğu protestoları takip ederken ve genellikle polis tarafından (66 hedef gazeteci ile 21 vaka) fiziksel şiddete maruz kalmıştır. MapMF’de kaydedilen bu gibi fiziksel şiddet vakalarının (33 ihlal) yaklaşık üçte ikisi (%63,6) devletin güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildi. Bu arada kadın gazeteciler de polis tarafından cinsel saldırıya ve tacize uğradı.

(Medya ve Basın Özgürlüğü İhlalleri İzleme Raporu, ECPMF’in İzleme Koordinatörü Neus Vidal tarafından derlenmektedir.)

* Gürkan Özturan – European Centre for Press and Media Freedom Media Freedom Rapid Response Coordinator

Hükümetin Dolarla İmtihanı Devam Ediyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aldığı ve 31 Mart 2023 tarihinde yayınlanan Resmi Gazete’de yayınlanan bir kararla Kur Korumalı Mevduat hesaplarına uygulanan faiz sınırı kaldırıldı.[5] Bu karar seçime doğru kurun ani yükselmesinin engellenmesi için başka düzenlemeler geleceğini de gösteriyor. Öncelikle geçmişi bir hatırlamak lazım. Daha önce bu bültenlerde de okuduğunuz üzere hükümet Türk Lirasının değerini korumak için “Kur Korumalı Mevduat” diye bir bankacılık ürünü ortaya çıkarmış ve tüm bankaları da bu ürünü müşterilerine sunmayı zorunlu kılmıştı. 20 Aralık 2021’de Erdoğan bir bakanlar kurulu toplantısının çıkışında “Hiçbir vatandaşımızın ‘kur daha yüksek olacak’ diye mevduatını Türk lirasından dövize geçirmesine ihtiyaç kalmayacak. Türk lirası mevduat geliri kur altında kalırsa aradaki fark ödenecek” diyerek Kur Korumalı Mevduat (KKM) ürününü açıklamıştı.[6] O gün 18,43 seviyesinden işlem gören ABD doları açıklamanın ardından 13 TL seviyelerine kadar düşmüştü. Bu açıklama neticesinde birçok insan KKM hesaplarına teveccüh göstermişti. Ancak zaman içinde kurdaki gerileme tersine dönerek Ameriken doları yeniden yükselmeye başladı. Nitekim 31 Mart tarihi itibariyle USD 19,48 seviyelerinden işlem görmektedr.

Öncelikle şunu bilmekte fayda var: Türkiye’de seçmenin ekonomik oy verme davranışını etkileyen en önemli göstergelerden biri Türk lirasının dolar karşısındaki durumu. Buna ek olarak işsizlik verileri de yine oy verme davranışını etkiliyor. Enflasyon oranının oy verme davranışı üzerinde bu iki veri kadar etkili olmaması biraz garip gibi görünse de durum bu. Bunun tarihsel olarak tasarruf açığı yaşayan bir ülke olmamızdan kaynaklandığı açık. Ayrıca Türk Lirasına güven oldukça aşınmış durumda olduğu için ekonomi oldukça dolarize olmuş durumda. Türk Lirasına güven azaldığı ve baskılanan mevduat faizleri nedeniyle Türk Lirası bir tasarruf aracı olmaktan neredeyse çıktığı için de dolarizasyon hızlanıyor. Bunu bilen Erdoğan hükümeti seçim öncesi doların değerini belli bir noktada tutmak için özellikle çaba sarfediyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla yürütülen bu sistem her şeyi merkezileştirdi. Düşünün ki bu kadar teknik bir karar Cumhurbaşkanı imzasıyla hayatımıza giriyor. Bu kararlar alınırken ne tasarruf sahiplerine ne de hizmet üreticilerine danışılıyor. Hatta bunun nasıl bir düzenleme türü olduğu bile belirsiz. Bu kararın türü “Cumhurbaşkanı Kararı”, yani yasa değil, yönetmelik değil, genelge değil, kararname değil. Şu an Türkiye Cumhuriyeti’nde her şeyle ilgili bir “Cumhurbaşkanı Kararı” bulabilirsiniz. Bu hem demokratik geri gidiş anlamında önemli bir örnek, hem de ekonomik geri gidişin de en önemli sebeplerinden biri. Ayrıca “Cumhurbaşkanı Kararı” ile yapılan bu değişikliklerin sayısı da belli değil. Çünkü önce bir değişiklik yapılıyor, ardından o değişikliğe ilişkin ayrıntılar sözel olarak açıklanıyor, sonra da o açıklama “Cumhurbaşkanı Kararı” olarak yayımlanıyor. Bir bakıyorsunuz iki gün sonra o karar da iptal ediliyor ve onu bu sefer bambaşka bir açıklama izliyor. Bu hızlı karar değiştirmeleri profesyonel bankacılar bile takip etmekte zorlanıyor.

Kurun bu noktaya gelmesinin sebeplerini uzun uzun tartışabiliriz. Fakat ekonomik gelişmeler artık bir şeylerin sebebi olarak değil siyasi çalkantıların sonuçları olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle de bültenimizin ekonomi ile ilgili bu kısmında çoğu zaman teknik verilerden ziyade siyasi durumdan ve hukuki öngörülebilirlikten bahsediyoruz. KKM’nin Hazineye getirdiği yükün geleceğe yönelik yansımalarını, Merkez Bankası rezervlerinin -swaplar çıkarıldığında -41 Milyar dolara gerilediğini de bir sonraki bültende konuşuruz.

* Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi


[1] https://halktv.com.tr/siyaset/erdogan-hdp-kararinin-ardindan-telefona-sarildi-iste-o-konusma-727804h

[2] https://www.anayasa.gov.tr/media/8438/2021-2-spk-ara-karar.pdf

[3] https://www.anayasa.gov.tr/media/8594/2021-2_spk_ara_karar-9_3_2023.pdf

[4] https://www.mapmf.org/explorer?f.year=2022&f.country=Turkey. Proje Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilmektedir. Geçmiş raporlar MapMF web sitesinden indirilebilir ve bu rapor için uyarılara, sürekli güncellenen ve izleme ortakları tarafından belgelenen tüm uyarıları toplayan ve görselleştiren Uyarı Gezgini aracılığıyla erişilebilir.

[5] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2023/03/20230331-15.pdf

[6] https://tr.euronews.com/2021/12/20/cumhurbaskan-erdogan-dan-turk-liras-mevduatlar-icin-yeni-duzenleme-ac-klamas

Shares:

Okumaya Devam Edin