Değerli Özgürlük Dostu,

Yaklaşık iki yıl süren, ve Türkiye’de ve dünyayı kasıp kavuran COVID-19 virüsü ve buna bağlı kısıtlamalar ile gündeme gelen salgın dönemini geride bıraktık. Geçtiğimiz salgın dönemi, bireysel hak ve özgürlüklerin tatbikini güçleştirmiştir. Sokağa çıkma yasağı başta olmak üzere pek çok kısıtlama, sivil toplumun olması gerektiği gibi işlemesi önünde bir engel teşkil etmiş, alkol yasağı, festival yasağı gibi kısıtlamalarla bireysel hak ve özgürlükler derin yara almıştır. Pandemi döneminin kısıtlayıcı niteliği, neyseki, 2022’nin ortalarında hayatımızdan ilk defa uzun soluklu olarak çıkmış, sokağa çıkma yasakları ve maske zorunluluğu başta olmak üzere bireysel özgürlüklerin tatbikine yönelik engeller ortadan kalkmıştır.

Buna rağmen, 2022 senesi, Türkiye’de ekonomik ve sivil özgürlükler, hukuk devleti anlayışı ve liberal demokrat değerler başta olmak üzere Özgürlük Araştırmaları Derneği olarak benimsediğimiz pek çok değerin önündeki tek engelin, salgın dönemi uygulanan kısıtlamalar olmadığını bir kez daha hatırlatmıştır.

Avrupa Konseyi’nin Türkiye aleyhine verdiği nihaî ihlal kararına rağmen tutukluluk hâli devam eden Osman Kavala başta olmak üzere Can Atalay, Çiğdem Mater ve Mücella Yapıcı gibi pek çok hak savunucusunun yargılandığı Gezi Davasında yaşanan hak ihlalleri, 2022 senesinin Nisan ayında, daha önce verilen Çarşı davasıyla tefrik edilme kararıyla daha çarpıcı bir boyuta ulaştı. Söz konusu davada, Osman Kavala’nın 2 yılı aşkın bir süredir cezaevinde tutulmasına sebep olan ve Türk Ceza Kanunu’nun 328. maddesinde düzenlenen “devletin dış güvenliği veya dış siyasal yararlar bakımından niteliği itibari ile gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek”, kamuoyunda bilinen adıyla “casusuluk” suçundan beraat ederken, aynı davada TCK’nin 312. maddesi uyarınca Türkiye Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu suçtan tutuklanmasına oy çokluğuyla karar verildi. Aynı duruşmada, Gezi Davası’nın diğer sanıkları olan Can Atalay, Çiğdem Mater, Mücella Yapıcı ve Tayfun Kahraman’ın aralarında bulunduğu 7 sanık hakkında aynı suç fiiline yardım etme iddiasıyla 18’er yıl hapis cezası ve haklarında tutukalama kararı verildi. Böylece Gezi Davası’nda tutuklu sanık sayısı 8’e yükseldi.

Geçtiğimiz yıllarda adı Osman Kavala’nın kafkaesk yargılamasıyla özdeşleşen Gezi Davası’nda yaşanan hak ihlalleri, böylece daha büyük bir boyuta ulaşmış oldu. Müstenit suçtan tutuklu yargılanırken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin lehine defaatle “derhal serbest bırakılma” karar vermesine rağmen kararın uygulanması şöyle dursun, atılı suçtan beraat edip başka bir suçtan tekrar mahkûm edilmesinin hukukî güvenlik ilkesiyle bağdaşması mümkün değil. Tüm bu dava süreci, Gezi Parkı Eylemleri’nin barışçıl protesto niteliğinin hukukun siyasîleşmesi yoluyla devleti alaşağı edecek bir isyan süreci olarak nitelendirilmesi, öncelikle Türkiye’de toplam ve ifade özgürlüğünü zedelemiştir. Bunun yanısıra, yalnızca duruşmada hazır bulunmak için Almanya’dan Türkiye’ye gelen Çiğdem Mater’in kaçma şüphesiyle tutuklanması, davada hukuk ilkelerindense siyasî saiklerin ön planda olduğu düşüncesiyle kamuoyunun yargıya olan güvenini zedelemiştir. Hepsinin de ötesinde, hükûmetin mevcut politikalarına karşı barışçıl ve demokratik bir ses yükseltmek isteyen bireylerin hukuk sopasıyla korkutulması, Türkiye’de sivil toplumu, liberal demokrat değerleri ve bireysel özgürlükleri zor günler beklediğinin habercisi olmuştur.

Hukukun siyasallaşmasının temel insan haklarına ve bireysel özgürlüklere olumsuz yönde etki etmesinin 2022 senesindeki tek örneği, maalesef Gezi Davası süreci değildir. 2011 yılında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye aleyhine karar verdiği Nahide Opuz davasından alınan ilhamla kadına yönelik şiddete karşı uluslararası hukuk alanında bir adım atmak isteyen Türkiye, öncülük ettiği Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden (Kamuoyunda bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi) 2021 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanan bir kararla çekilinmiş ve bu çekilme, başta hukukçular ve özgürlükçüler olmak üzere, Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve hukuk devleti ilkesinin tesisi bakımından kamuoyunda üstün bir

tepkiyle karşılanmıştır. 2022 senesinde, söz konusu çekilme kararının hukuka uygun olmadığı iddiasıyla Danıştay’da açılan dava(lar)  görülmüş, ve önce ilk derece mahkemesi sıfatıyla davayı gören Danıştay 5. Daire ve ardından temyiz makamı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK) tarafından çekilme kararı hukuka uygun bulunmuştur.

Hukuku bireysel özgürlüklerin ve insan haklarının devlet müdahalesine karşı güvence olarak kabul eden klasik liberal düşünceye göre, 2022 senesinde görülen İstanbul Sözleşmesi davaları başta kadınların ve LGBTI+’ların yaşama hakkı olmak üzere pek çok insan hakkını; aynı zamanda idarenin insan hakları ve temel özgürlükleri alanında keyfî karar vermesine karşı işletilmesi gereken denge-denetleme mekanizmaları bağlamında hukuk devleti ilkesini zedelemiştir. 2022 senesinin Türkiye’de hukukun siyasallaşması ve bireysel ve toplumsal özgürlük alanının daraltılması bakımından en önemli neticelere gebe olan meselesi ise, hiç şüphesiz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu aleyhine Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle açılan ceza davası olmuştur. Söz konusu davanın

ihtiva ettiği en büyük çekince, seçilmiş bir belediye başkanının ceza tehdidiyle ve hukuk yoluyla koltuğunun tehdit edilmesinin yanı sıra, yaklaşan 2023 seçimlerinde adaylığına karşı kamuoyunda en fazla yeşil ışık yakılan isim olan İmamoğlu’nun yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde hapis cezası ve siyasî yasak tehdidiyle karşı karşıya kalması olmuştur.

İmamoğlu’na isnat edilen kamu görevlesine hakaret suçunun siyasallaşması, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı bir konuşmada sözde hakaret içeren ifadelere karşı “Bunun bedelini bu millet sana ödetecek.” sözlerini sarf etmesiyle kamuoyunun dikkatini çekmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Nisan ayında kabul ettiği davanın ilk duruşması Kasım ayında görülmüş, ve savcı “kurul halinde görev yapan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret” suçundan İmamoğlu hakkında 4 yıl 1 aya kadar hapis cezası ve TCK’nın 53. maddesi uyarınca seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılmasını (kamuoyunda bilinen adıyla, siyasi ya-

sak) istemiştir. 14 Aralık 2022 tarihine ertelenen davada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu aleyhine 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve siyasi yasağa hükmedilmiştir.

Seçilmiş bir büyükşehir belediye başkanının maruz kaldığı bu yargı süreci, yaklaşan seçimler de dikkate alındığında vatandaşın hukuk devleti ilkesine ve temel hak ve özgürlüklere olan inancını zedeleyen önemli etkenlerden birisi olmuştur. Ekrem İmamoğlu hakkında hükmedilen hapis cezası ve siyasi yasak kararı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kampüsünün bulunduğu Saraçhane meydanında yoğun bir katılımla protesto edilmiş, hükûmet yetkililerin kararın hukukî olduğunun altını çizmesine rağmen kamuoyu İmamoğlu aleyhine verilen hapis ve siyasî yasak kararının siyasî olduğunu ifade etmiştir. “Türkiye Ekonomi Modeli” ile şekillenen başta para politikaları ve faiz kararları olmak üzere ekonomi politikaları, piyasaya devlet müdahalesinin olumsuz örneklerinden birisini tecrübe etmemize vesile olmuştur.

Faiz indirim kararlarıyla ekonomik is tikrardan uzaklaşılması, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası başta olmak üzere ekonomik özgürlükleri doğrudan ilgilendiren kurumların bağımsızlığının zedelenmesi ile enflasyon ve kur başta olmak üzere hem makro hem de mikro düzeyde vatandaşın ekonomik özgürlüğünü tehdit altında tutmaktadır.

Bu yıl olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı’nı işaret eden 2023 senesinde de Türkiye’de bireysel, sivil ve ekonomik özgürlüklerin tesisi için ortaya koyduğumuz çalışmalar devam edecektir. 2023’te, tüm değerli özgürlük dostlarına özgür ve müreffeh bir Türkiye diliyoruz.

Özgürlükle,

Özgürlük Araştırmaları Derneği Ekibi

Önceki İçerikİyinin ve Kötünün Ötesinde: Vergilendirme Politikalarını Yararcılık ile Anlamak
Sonraki İçerikAKP’NİN ‘’YENİ ANAYASA’’ GİRİŞİMİNE DAİR