“Kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin yüksek olduğu Türkiye’de hükümetin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi kadınları korumaya yönelik önleyici tedbirlere dayanak teşkil eden en kapsamlı ve önemli hukuksal temellerinden birinin yok edilmesi anlamına geliyor.”
Özgürlük Araştırmaları olarak Freedom House desteğiyle hazırladığımız ‘Özgürlük Gündemi’nin dokuzuncu sayısı çıktı!
Aşağıdaki linke tıklayarak Özgürlük Gündemi’nin 9. sayısına ulaşabilirsiniz.
HDP Hakkında Kapatma Davası Açıldı
Bir süreden beri MHP ve Vatan Partisi yöneticileri tarafından Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması gerektiği yönünde açıklamalar yapılıyordu. 17 Mart 2021 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca HDP hakkında, partinin Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline geldiği gerekçesiyle temelli kapatma istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açıldığı duyuruldu. Özellikle 2014 yılındaki Kobane olaylarıyla ilgili birçok HDP’li hakkında ceza davasının açılmasından sonra HDP’ye kapatma davası açılabileceği dile getirilmeye başlanmıştı. Ancak kendisi de kapatılan partilerin geleneğinden gelen ve 2008 yılında iktidarda iken hakkında kapatma davası açılan AKP yöneticileri, sıklıkla parti kapatmaya karşı oldukları yönünde açıklamalar yapmışlardı. Hatta 2010 Anayasa değişiklikleri sürecince parti kapatma davası açmayı zorlaştırmak amacıyla Anayasada dava açılmasını parlamentonun iznine bağlayan bir hükme yer verilmiş; fakat bu madde yeterli oy desteği alamadığı için reddedilmişti. Ancak HDP hakkında dava açıldıktan sonra AKP’nin kapatmaya kategorik olarak karşı olmadığı yönünde açıklamalar yapıldığı görülüyor. Gelecek seçimlerin sonucu açısından HDP seçmeni belirleyici konumda olduğundan, kapatma davasının seçim stratejileri açısından da büyük önem taşıdığı anlaşılmaktadır.
Yargıtay Başsavcılığı’nın dava dilekçesinde ağırlıklı olarak HDP yönetici ve üyeleri hakkındaki dava ve soruşturmalara yer verdiği görülüyor. Bu soruşturmaların çok büyük çoğunluğunun yapılan konuşmalar veya katıldıkları toplantılar gibi siyasi faaliyetlere, hatta çözüm sürecindeki faaliyetlere dayandığı anlaşılıyor. Ayrıca dilekçede 687 kişi hakkında siyaset yasağı kararı verilmesi talep edilmiştir. Benzer konularda daha önce AİHM tarafından onlarca ihlal kararı verilmiş olmasına rağmen, üstelik insan hakları eylem planının açıklandığı günlerde benzer iddialarla kapatma davasının açılması eylem planının samimiyeti hakkında da fikir vermektedir.
Bundan sonraki süreçte Anayasa Mahkemesi ilk inceleme sonrasında iddianamenin kabulüne karar verirse partinin yazılı savunmasını alacak, savunmaya karşı savcılığın cevabını da aldıktan sonra parti adına sözlü savunma yapılacak, hakkında siyaset yasağı talep edilen üyeler de kendi savunmalarını yapabilecekler. Böylece yargılama süreci tamamlandıktan sonra Anayasa Mahkemesi kararını verecek. Kapatma kararı verilebilmesi için üye tamsayısının üçte ikisinin (10 üye) oyu gerekiyor. Mahkeme kapatma yerine hazine yardımından mahrum bırakmaya da aynı çoğunlukla karar verebilir. Ancak bu süreçte parti kendisini feshederse dava düşecektir.
Anayasa Mahkemesi 1990 yılından beri Kürt hareketi tarafından kurulan pek çok parti hakkında kapatma kararı verdi. Ancak bu kararların tamamı AİHM tarafından örgütlenme özgürlüğünün ihlali olarak görüldü. En son 2009 yılında Demokratik Toplum Partisi (DTP) hakkında verilen kapatma kararı AİHM tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulundu. HDP hakkında açılan dava, AYM’nin AİHM içtihadına uyup uymayacağı açısından da önem taşımaktadır.
Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden Çekildi
Resmi Gazete’de cuma gecesi yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği açıklandı. Bu karar kadın hakları savunucuları, insan hakları örgütleri, hukukçular ve politikacılar gibi toplumun farklı kesimlerinden büyük tepkiler çekti. Kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin yüksek olduğu Türkiye’de hükümetin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi kadınları korumaya yönelik önleyici tedbirlere dayanak teşkil eden en kapsamlı ve önemli hukuksal temellerinden birinin yok edilmesi anlamına geliyor. Zira, kadını korumayı ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamayı amaçlayan bu Sözleşme, taraf olan ülkelerin her türlü şiddet eylemini ve ayrımcılığı önleyecek “gerekli yasal ve diğer tedbirleri” almasını zorunlu kılıyor ve kadınları güçlendirecek faaliyetlerin yaygınlaştırılmasını teşvik ediyor.
Sözleşme’den çekilme yönteminin hukuki bakımdan sorunlar barındırdığını da belirtmek gerekir. Uluslararası bir anlaşma olarak TBMM onayı ile iç hukukta yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yürürlükten kaldırılması hem Anayasa’nın 90.maddesiyle hem de normlar hiyerarşisi ve yasama yetkisinin devredilemezliği ilkelerinin gereklilikleriyle açık bir biçimde çelişmektedir.
Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Milletvekilliği Düşürüldü
HDP Kocaeli Milletvekili ve TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu 2016 yılında sosyal medyada yaptığı bir haber paylaşımı nedeniyle “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla yargılanıyordu. Yerel mahkemenin 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmasını öngören kararı Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından 19 Şubat’ta onaylanmıştı. Yargı kararının TBMM’de okunmasıyla birlikte Gergerlioğlu’nun milletvekilliği 17 Mart Perşembe günü düşürüldü. Bu kararı protesto eden Gergerlioğlu, 21 Mart’ta TBMM’de başka bir dava gerekçesiyle gözaltına alındı ve ifadesi alındıktan daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi HDP’ye yönelik son yıllarda giderek artan baskıların devamı olarak görülebilir. Özel olarak ise Gergerlioğlu’nun Türkiye’deki insan hakları ihlalleriyle (çıplak arama, kaçırılma vb.) ilgili gündem oluşturan çalışmalarının hükümeti oldukça rahatsız ettiği söylenebilir. Milletvekilliği düşürülmesine gerekçe olup olmayacağı hususu bir kenara, Gergerlioğlu’nun paylaştığı haberin suç unsurları bulundurmadığı konusunda hukukçular arasında görüş birliği olduğunu belirtmek gerekir. Öte yandan, haberin kaynağı olan medya kuruluşu hakkında herhangi bir soruşturma açılmazken bu haberi paylaşması nedeniyle Gergerlioğlu’nun hapis cezasına çarptırılması ve milletvekilliğinin düşürülmesi, Gergerlioğlu’na yapılan muamelenin keyfiliğini göstermektedir. Kayyum atamaları, tutuklamalar ve parti kapatma davasıyla birlikte düşünüldüğünde, bu karar aynı zamanda HDP’ye yönelik siyasi baskının sistematik olduğunu göstermektedir.
Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi yasama dokunulmazlığı ilkesini ağır bir biçimde ihlal etmektedir. Benzer bir durum Haziran 2020’de CHP’li Enis Berberoğlu’nun ve diğer iki HDP’linin milletvekilliklerinin düşürülmesi ile de yaşanmıştı. Hükümetin siyasi ajandası doğrultusunda alınan yargı kararlarıyla 2018 yılından itibaren toplamda 4 milletvekilinin milletvekillikleri düşürülmüş oldu. Milletvekilliklerinin düşürülmesi kararlarının hukuka uygunluk ve siyasal temsiliyet açısından ihlaller yarattığını, halihazırda erozyona uğrayan demokratik kurumlarda onulmaz yaralar açtığını belirtmek gerekir.
Türkiye Ekonomisinde Deprem
Türkiye ekonomisi 2013’ten itibaren gerilemeye başladı, 2017 yılıyla birlikte de kendisini uzun süreli bir krizin içinde buldu. Ekonomik krizi derinleştiren unsurlardan bir tanesi de mevcut ekonomik sorunlara yönelik uygun para politikalarının uygulanmamasıdır. Bu başarısızlık ise Merkez Bankası’nın zaman içinde bağımsızlığını yitirmesi ve bunun sonucunda da Merkez Bankası başkanlarının hükümet tarafından görevden alınmaları ve alınma yöntemleri ile yakından ilişkilidir. Dört ay önce, politika faizi artırması nedeniyle TCMB başkanı Murat Uysal görevinden alınmış yerine Naci Ağbal getirilmişti. Geçtiğimiz hafta ise Merkez Bankası’nın politika faizlerini 200 puan artırması nedeniyle TCMB başkanı Naci Ağbal, 20 Mart Cuma gecesi görevinden alındı ve yerine eski AKP milletvekili Şahap Kavcıoğlu atandı.
İzlenen politikalara bakıldığında, hükümetin tutarlı bir ekonomi politikaları seti olmadığı anlaşılıyor. Hükümetin ne para politikası ne mali politikalarda nasıl bir yol izleyeceğini öngörmek mümkün. Nitekim, özellikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra durum daha da kötüleşmiş ve hiçbir Merkez Bankası başkanı görev süresine tamamlayamamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Naci Ağbal’ı göreve getirdikten sonra 11 Kasım’da yaptığı açıklamada şöyle demişti: “Ekonomi politikalarımızı fiyat istikrarı, finansal istikrar ve makroekonomik istikrar olmak üzere üç sacayağı üzerinde inşa ederek hedeflerimize ulaştıracağız.” Bu açıklamayı yaptıktan sadece dört ay sonra Ekonomik Reform Paketini açıklarken “İkide bir ‘fiyat istikrarı, fiyat istikrarı!’ diyorlar ya biz onu atıp bir kenara koyduk. Şimdi yeni dönem az önce anlattığım gibi aslında dört temelin üzerinde bina edilecek: Yatırım, istihdam, üretim, ihracat.” şeklinde bir başka açıklama daha yapmıştı. Ne var ki, yakın zamanda yapılan bu iki açıklama birbirinden farklı ekonomik modellere işaret etmektedir.
Hiçbir ülke ekonomisinin bu kadar sık politika değişikliklerini kaldırması beklenemez. Bu nedenle de Türkiye’de her benzer açıklamayı takiben borsada ciddi düşüşler yaşanıyor, yabancı paralar ise TL’ye karşı değer kazanıyor. Bu dalgalanma durumu hem Türk lirasına hem de Türkiye piyasasına güveni azaltıyor. Geleceğe ilişkin projeksiyonların bozulması hem firmaları hem uluslararası kurumları çok zor durumda bırakıyor ve Türkiye’ye yönelik yatırım planlarının rafa kaldırılmasına neden oluyor. Türkiye’nin bu ekonomik darboğazdan çıkması için hükümetin somut ve uzun vadeli adımları atması gerekmektedir. En önemlisi ise, hükümetin yaşadığımız ekonomik sorunların aslında siyasal olduğunun farkında olarak reform paketlerini oluşturması gerekmektedir. Zira bireysel hakları, ekonomik özgürlükleri, yargı bağımsızlığını ve bürokratik otonomiyi tesis etmeden oluşturulacak ekonomik reform paketlerinin arzu edilen ekonomik refah artışını sağlayamayacağını daha önceki reform girişimlerinde tecrübe ettik.
Öztürk Türkdoğan Gözaltına Alındı
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun TBMM Genel Kurulu’nda İHD’yi hedef gösteren konuşmasından kısa bir süre sonra gözaltına alındı. Aynı gün tutuklama istemiyle hâkim önüne çıkarılan Türkdoğan, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Serbest bırakıldıktan sonra yaptığı açıklamada yasadışı örgüt üyeliği ile suçlandığını açıklayan Türkdoğan, savcılık sorgusunda kamuoyuna yaptığı konuşmalar ve basın açıklamaları ile bazı telefon görüşmelerinin gündeme getirildiğini belirtti. Davet edilerek ifadesi alınabilecekken gözaltına alınmasını eleştiren Türkdoğan hiçbir insan hakları savunucusunun yasadışı örgütlerle işi olmayacağını söyledi. Türkiye’nin eski alışkanlıklarından vazgeçmediğini ve kendine muhalif olarak gördüğü herkese aynı şekilde davranmaya devam ettiğini belirterek bunların doğru olmadığını ve bunların değişmesi gerektiğini vurguladı. Sivil topluma yönelik yeni düzenlemelerin yapıldığı ve denetimlerin artırıldığı bir dönemde İHD başkanının gözaltına alınması, insan hakları savunuculuğu yapan sivil topluma gözdağı verildiği kuşkusu yaratmaktadır.