Başkalarının “Pazar gezintisine” ne kadar razıyız?
İklim değişikliği ve sonuçları günden güne etkisini artırıyor. Özellikle Avrupa’daki sıcak hava dalgaları ve trajik sonuçları, konunun belirli bölgelerle sınırlı olmadığını bir kez daha gösterdi. Le Monde’un haberine göre, bu yıl sadece Fransa’da 1 Haziran- 22 Ağustos tarihleri arasında 11.000’den fazla kişi hayatını kaybetti. Fransa’nın Ulusal İstatistik Enstitüsü INSEE, kesin bir sebep göstermese de ölümlerin yaz dönemindeki sıcak hava dalgalarıyla açıklanabileceğini belirtti. Görüldüğü üzere durum, pandemi dönemiyle kıyaslanacak kadar insan hayatını tehdit eder düzeyde. (Roucaute 2022) Eğer bu gibi hazin olayların gerçekleşmemesi için önlem alınmazsa, iklim değişikliğinin süresi ve etkileri pandemiden çok daha uzun ve dramatik olacak.
Peki başta ölenler ve aileleri olmak üzere, bizler bu şekilde sağlığımız ve hatta hayatlarımız pahasına etkilenmeye ne kadar razıyız? Bunların ne kadarını nasıl kabul ettiğimizi daha iyi kavramak için öncelikle “rıza” kavramını anlamamız gerekir.
Rıza kavramı ve insan eylemlerinin sınırları liberteryen teoride önemli bir yer tutar. Bireyci yaklaşıma sahip liberal teoride bir eylemin ahlaken yanlış olması, başka bir insanın bu eylemden nasıl etkilendiğine bağlı olarak değerlendirilir. (Torpman 2021, 4) Bu noktada, karşımıza saldırmazlık aksiyomu çıkar. Buna göre bir eylem, bir başkasının hakkını ihlal etmiyorsa ahlaklıdır ve büyük/küçük ihlal ayrımı yoktur. İhlal ise basitçe “kişinin rızası olmadan sınırlarını geçmektir”. (Torpman 2021, 5) Bir eylemi gerçekleştirirken, aslında başkalarına da bize aynısını yapma iznini veririz. (Torpman 2021, 5) (Thomson 1975) Yani nefes almak ya da ışıkları açmak gibi başkalarına küçük maliyetler yükleyen eylemlerde, başkalarının aynısını (bize) yapması için dolaylı izin vermiş oluruz. (Torpman 2021, 6, Thomson 1975)
Bu noktada iklim krizine geri dönecek olursak; bir bireyin emisyonu, bir başka bireye zarar veriyorsa bu bir sınır ihlalidir. İlk bakışta, insanlar emisyonların etkisinin büyüklüğünü fark edemediği ve dolayısıyla karşı çıkmadığı için bu eylemler kabul görüyor gibi gözükebilir. Ancak liberalizm; itirazın değil, rızanın yokluğunu yanlış kabul eder. Yani, etkisi gözle görülür olsun olmasın bu salınımlar bir sınır aşımıdır. (Torpman 2021, 13)
Bazı durumlarda iklim değişikliğinin etkileri gözle görülmekle de kalmaz, başta verilen örnek ve daha nicelerinde olduğu gibi, insan yaşamını ciddi biçimde tehdit eder. Kimileri bizzat kendi hayatı etkilendiği, kimileri ise gelecek nesilleri ve insan türünün geleceğini düşündüğü için emisyonlara daha sert itiraz eder. Dolayısıyla hem karşı çıkmayanların haberi ve rızası olmadığı hem de açıkça itiraz edildiği için, “genel olarak emisyonlara ilişkin açık bir rıza bulunmadığı” sonucuna kolaylıkla ulaşılabilir. (Torpman 2021, 13)
Yine de bazı salınımlar, bireyin yaşamını sürdürmesi için zorunludur. İnsanlar nefes alırken, yemek yerken ve sindirirken bile emisyon açığa çıkar. Bu emisyonları her insan, yaşamını sürdürmek için yapmak zorundadır. Yaptığımız her eylemde başkalarına da aynısını yapma izni verdiğimize göre aslında herkesin açık rızasını içeren eylemler, bahsi geçen bu zorunlu emisyonlardır. Zorunlu tüketim harici lüks emisyonlar, rıza kapsamının dışında kalmaktadır. (Torpman 2021, 14-15) Yani, bizim lüks emisyonlarımıza izin verilmediği gibi biz de başkalarınınkine rıza göstermemeliyiz. Biz dahil hiç kimse bu emisyonlar için izin almayıp rıza göstermediğine göre, kimsenin rızasına tabi olmayan bu lüks emisyonların sınırlandırılması gerekir.
Lüks emisyonların sınırlandırılması gibi bireysel ve ahlaki sorumluluğu artıran fikirlerde akla gelen ilk argümanlar, genellikle “Tüm olanlar benim yüzümden mi?” ya da “Koca dünya bana mı bağlı?” gibi savunmalardır. Gerçekten de bireyler iklim değişikliğinde küçük ölçekli aktörler olarak gözükebilir ve yaptıkları emisyonun bir önemi olmadığı düşünülebilir. Ancak, bireyin tek başına yaptığı lüks emisyonun “daha az zararlı” olması (Hiller 2011, 355), bunun bir etkisi olduğu gerçeğini değiştirmez ve başkalarına “az” da olsa zarar verir. Yapılan ihlalde büyük/küçük ayrımı olmadığı hatırlandığında, ilk bakışta bu sorular makul gözükse de bunların aslında geçersiz savunmalar olduğu kolaylıkla görülür. Bu noktada kabul etmemiz gereken şey, önemsiz gözüken insan eylemlerinin, toplamda büyük bir kalabalık oluşturmasıdır. Dolayısıyla, iklim değişikliği “küçük” insan kalabalığının yarattığı büyük bir sonuçtur.
Avram Hiller, “Pazar gezintisi” örneğiyle bireysel ahlaki sorumluluğun önemini net bir biçimde ortaya koyar: pazar günü, tatildesiniz diyelim. Arabanıza binip biraz gezmek istiyorsunuz. Buraya kadar her şey güzel; şimdi bunu bir de sizinle birlikte milyarca kişinin yaptığını düşünelim. Her ne kadar bu tarz masum senaryolar ve pazar günü yapılan basit bir sürüş tek başına bir anlam ifade etmiyor gibi gözükse de milyarlarca insan yaptığından bunun çevreye bir maliyeti olduğu bilinmektedir. Bireysel sürüşler bir fark yaratmıyor ama “herkesin sürüşü” yaratıyorsa (Hiller 2011, 354) ve “herkes” bireylerden oluşuyorsa, o zaman zarara sebep olan “herkes sürüşü”nün sorumlusu kimlerdir?
“Herkesin sürüşü”nün bireylerin sürüşlerine indirgenemeyen garip bir varlık olduğunu kabul edip bunu bir sürüş sistemine yaysak dahi; artı yollar inşa etmek, petrol için sondaj yapmak ve benzin istasyonları kurmak gibi bir sistemi yaratan ve sürdüren temel güdü yine insan eylemleri olacaktır. Dolayısıyla, bireylerin dürtü ve davranışları burada nedensel bir rol oynar. (Hiller 2011, 354-355)
Aslında, insanlar bireysel eylemlerinin önemli olduğunu bir şekilde anlar. Ancak, bu gerçeği kabul edip davranışlarını ve yaşantılarını değiştirmek istemezler. Bu yüzden bireysel eylemlerin küçük, önemsiz ve fark yaratmadığına inanmak daha kolay gelir. Fark yarattığını bilse de kişi “eşiği” geçecek eylemin kendisininki olmamasını umarak eylemine devam eder. “Eşiği” gerçekten onun eylemi geçse bile, kişi bunun bilincinde olmaz ve sadece “az zarar” veren milyarlarca kişiden biri olduğunu düşünerek eylemlerine yine devam eder. (Hiller 2011, 361)
Tüketimlerin bizzat kime nasıl zarar verdiğini görmemek de suçluluk ve sorumluluk duygusunu azaltır. Salınım yayıldığı için, yapılan tüketimin kime zarar verdiğinin bilinmemesi emisyonları kolaylaştırır. Sonuçta kimse tanımadığı kişiler için tüketimlerini bir kenara bırakmak, bunlardan fedakarlık etmek istemez. Hatta, tüketenler lüks emisyonlarından sonra kendisinde ve çevresinde herhangi bir değişiklik görmüyorsa, bu tüketimleri azaltmak için ortada bir neden de göremez. Ancak bu, bazı insanların etkilendiğini, hatta hayatını kaybettiği gerçeğini değiştirmez.
Ne zaman bir şey yapacak olsak önce oturup olası zararı hesaplamak elbette çok sıkıcı olur. Yine de birey olarak hepimiz, sıradan gördüğümüz birçok eylemin hem çevreye hem başkaları üzerine etkisini düşünmeli ve bir dizi uygulamayı formüle etmeliyiz. (Hiller 2011, 364) Pazar sürüşü örneğinde görüldüğü üzere, kolektif davranışları oluşturan bireyler, tek başına neden olmasa bile alışkanlıklarıyla sorunun sürmesine sebep olurlar. Eğer bireyler günlük etkisinin farkına varır ve uygulamalarında değişiklik yaparsa, bu önemli ölçüde fark yaratır. Özellikle belirli faaliyetlerin neden olduğu zararın miktarı kavranırsa; zarar görenlerin, zarara sebep olanlardan belirli taleplerde bulunabileceği bir tazminat sistemi dahi oluşturulabilir. (Hiller 2011, 364-365-366)
Bu noktada Olle Torpman, “dengeleme” fikrini ortaya koyar. Buna göre, bireylerin yaşamı boyunca yaptığı toplam emisyon miktarı, temel ihtiyaçlarını (yani zorunlu emisyonlarını) karşılamak için gereken miktarı aşmadığı takdirde “geçimlik emisyon” sayılır. Eğer bireyler geçimlik miktarlarını aşarsa; lüks emisyonlarını telafi etmek için, yaşamlarının geri kalanında daha az emisyon yaparak tüketimlerini dengeleyebilir. Böyle bir sistemle, lüks emisyonlar, insanlara ve özgürlüklerine yönelik ihlaller olarak kabul görebilir. (Torpman 2021, 16)
Her ne kadar böyle bir sistem, yaşamını iklim değişiklikleri yüzünden kaybedenler için bir telafi sağlamasa da emisyona neden olmanın imkansız olduğu günümüzde, en azından gereksiz emisyonlardan kaçınmanın mümkün olduğunu; hatta bireysel sınır aşımlarının zorunlu emisyonlar hariç rıza kapsamına girmediğini açıkça ortaya koyar. (Torpman 2021, 18-19-21)
Sonuç olarak zorunlu salınımı, her insan yaşamını devam ettirmek için doğası gereği mecburen gerçekleştirir. Bu tür emisyonları her birey gerçekleştirdiği için, aynı salınımları yapmak için tüm bireylere rıza gösterildiği kabul edilir. Ancak, zorunlu olmayan lüks emisyonlar için böyle bir gerekçe yoktur ve tüketenin kendisi hariç diğer tüm insanların sınırını ihlal sayılır.
Bu ihlallerde birey gereğini yapmaktan kaçındığında, başkasının da sorumluluktan kaçmasına sebep olur. Bu da “küçük ve önemsiz” miktarda zararın önlenmesini engeller. Böylece, insanlar yaptıklarının bir fark yaratmadığına inanarak bireysel ahlaki sorumluluklarını üzerlerinden atıp diğer kişilerin sınırını ihlal etmeye devam eder. (Hiller 2011, 365-366)
Bu tarz ihlalleri durdurmak için Torpman, zorunlu olmayan emisyonlarımızı tamamen dengeleme seçeneğini sunar. Ancak günümüzde çoğu insan bu sisteme uygun bir şekilde lüks emisyonlarını dengelememektedir. Dengelenmeyen emisyonlar, maruz kalan bireylerin sağlığı için son derece tehlikelidir. – Bu da saldırmazlık ilkesine göre kabul edilemez oldukları anlamına gelir. (Torpman 2021, 22)
Kaynakça
Hiller, A. (2011, Temmuz). Climate Change and Individual Responsibility. The Monist, Morality and Climate Change, 94(3), s. 349-368. 10 3, 2022 tarihinde http://www.jstor.org/stable/23039149 adresinden alındı
Roucaute, D. (2022, 09 6). Heat wave ‘likely’ to have caused over 11,000 additional deaths in France this summer. 09 30, 2022 tarihinde Le Monde: https://www.lemonde.fr/en/france/article/2022/09/06/heat-wave-likely-to-have-caused-over-11-000-additional-deaths-in-france-this-summer_5996012_7.html adresinden alındı
Thomson, J. J. (1975). The right to privacy. Philosophy and Public Affairs.
Torpman, O. (2021, Nisan). Libertarianism, Climate Change, and Individual. Res Publica, s. 4. https://doi.org/10.1007/s11158-021-09514-3 adresinden alındı