BlogYayınlar

Bireycilik, Dayanışma ve Kolektivizm

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Alman sosyolog Ferdinand Tönnies (1855-1936) sanayileşmenin toplumsal yapı ve kurumlar üzerindeki etkilerini ele aldığı Gemeinschaft und Gesellschaft (1887) adlı eserinde geleneksel cemaatçi-dayanışmacı toplumsal yapıların yerini gitgide bireyci toplumsal formasyonlara bıraktığını tespit ediyordu.

Tönnies’e göre, sanayileşme öncesinin geleneksel toplumu ‘’birincil’ ilişkiler ve bağlılıklara dayanan ve grubun ortak amaç ve değerlerini bireyselliğin (bireysel ilgi ve çıkarların) önüne geçiren, kendisinin ‘’gemeinschaft’’ (cemaat) dediği bir toplumsal formasyon karakteri gösteriyorken; sanayileşmeyle birlikte, formel-hukukî ilişkilerin karakterize ettiği daha gevşek yapılı ‘’gesellschaft’’ (cemiyet) hâkim toplumsal örgütlenme biçimi haline gelmeye başlamıştı. Fakat şurası önemli ki, Tönnies bunu sadece sosyolojik bir tespit olarak belirtmiyor, fakat sanayileşmenin dayanışmacı-cemaatçi yapıların bireyselleşme lehine ortadan kaldırmasına hayıflanıyordu da.

Ne var ki, Ferdinand Tönnies’inki pek te haklı bir kaygı değildi, çünkü modern toplumdaki baskın bireyci yönelime rağmen cemaatçi-dayanışmacı yapı ve ilişkiler toplum hayatından hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmadı. Dahası, kaderin bir cilvesi olarak, Tönnies’ten tam bir yüzyıl sonra, komünist totaliterizmin yıkılmasını toplumsal-siyasal teoride ve kamu politikaları alanında liberal-bireyci görüşlerin yükselmesi değil, genellikle kültürel-kimlik odaklı toplulukçu eğilimlerin popülerleşmesi izledi. Buna bağlı olarak, kimlikçi hareketler yükselmeye başladı ve bu da birçok liberal-demokratik devletin kimlik politikaları izlemelerine yol açtı.

Aslına bakılırsa, son iki asırda cemaatçi-dayanışmacılık daha genel anlamda da gerilemiş değildir. Nitekim, siyasî modernlik cemaatçi eğilimi milliyetçilik ve ulus-devlet formu içinde eskisinden (modernlik öncesinden) de daha kapsamlı olarak devam ettirmektedir. Nitekim, ulus-devletler kendilerini izafe ettikleri toplumları etnik-kültürel -veya sadece kültürel- bakımdan türdeş ve bütünleşik birer kolektif antite olarak tasarlamakta ve bu anlayışa uygun olarak milliyetçi kültür politikası ve ‘’bizden olmayanlar’’a karşı şüpheci ve kısıtlayıcı göçmen politikaları benimsemektedirler. Ulus-devlet kurgusunda ulus büyük bir cemaat veya ailedir. Bununla tutarlı olarak, yurttaşlık ta sivil-siyasî bir bağ veya üyelik olmaktan çok bir aidiyet olarak anlaşılmakta, yurttaşlardan aile, akraba grubu veya cemaat mensuplarından beklenene benzer nitelikte sıkı bir dayanışma beklenmektedir.       

Belirtmek gerekir ki, dayanışmayı öne çıkaran sol ve sağ komüniteryenizmin yükselişi modern toplumun bireyci karakterinin yanlış anlaşılmasına dayanmakta, birçok örnekte ise bireyselleşmenin anlamı kasten çarpıtılmaktadır. Oysa, liberal bireycilik ne gönüllülük temelli cemaatçi formasyonlara ne de dayanışmaya karşıt bir kavramdır. Onun karşı olduğu giriş ve çıkışın serbest olduğu gönüllü örgütlenmeler değil, bireyleri tutsak alan ve onlara çıkış imkânı tanımayan kolektivist cemaatçiliktir. Bunun yanında, liberal toplumla bağdaşmayan dayanışma değil cebrî dayanıştırmadır. 

Liberal anlamda bireyci toplum, solcu ve sağcı kolektivistlerin iddia ettiğinin aksine, ‘’kişisel çıkar’’dan başka meşru çıkar tanımayan bir toplum olmadığı gibi, kişisel çıkarı başkaları pahasına elde edilen bir avantaj olarak gören bir toplum da değildir.  Liberal bireycilik esas olarak şu iki temel varsayıma dayanır. İlk olarak, liberalizm hem toplumun temel kurucu birimleri olarak bireyleri ve bireylerin gönüllü birlik ve örgütlenmelerini görmesi, hem de bireylerin kendi iradelerine aykırı olarak haricî bir özne veya otorite tarafından dayatılan bir sözde ‘’ortak çıkar’’a feda edilemeyecekleri anlamında bireycidir. Kısaca, bu anlayışta birey bizatihi bir değerdir.

İkinci olarak, liberal bireycilik, her bir bireyi saygıya değer ve ayrı, bağımsız bir kimlik ve ahlâkî fâil olarak görür. Sadece bireyler ahlâkî eylem öznesi olabilirler, kolektif bütünler değil. Açıktır ki, bu ilkelerin hiçbiri bireyler arası gönüllü dayanışmayla ve dayanışmacı formasyonlarla bağdaşmaz değildir. Aksine, Norman Barry’nin yazdığı gibi, liberal çoğulculuk, özgürlük ilkesi sayesinde samimi toplumsal bağlara dayanan gönüllü birlik veya topluluk biçimlerini de teşvik eder. (Norman Barry, Komünizm Sonrası Dönemde Klasik Liberalizm, Çev. M. Erdoğan, 1997, s. 49)

Toparlarsak, sağ ve sol kömüniteryenlerin iddialarının aksine, bireysel varoluşun liberalizmin merkezinde yer alması, onun ne toplumun ve toplumsalın ne de bireylerin paylaştıkları bir ortak çıkarın varlığını reddettiği anlamına gelir. Bireyleri toplumun nihaî ve kurucu ahlâkî birimleri olarak kabul etmek te ne işbirliği ve dayanışmayı, ne de gönüllülük-temelli cemaatçi toplumsal formasyonları dışlayan bir yaklaşımdır. Liberal bireycilik işbirliğine, dayanışmaya ve cemaatçi örgütlenmelere değil, bireyi bütün içinde eriterek onu kendi bağımsız iradesi ve hareket ilkesi olmayan bir otomata dönüştürmeye ve bireylerin haklarını kolektifin çıkarlarına tâbi kılmaya çalışan kolektivist dünya görüşüne, onun hem sağ hem de sol versiyonlarına karşıdır. (Diyalog, 15 Ocak 2023)

Shares:

Okumaya Devam Edin

Blog

KAPİTALİZM VE YOKSULLUK

Geçenlerde facebook sayfamda Amerikalı müteveffa iktisat Profesörü Walter Williams’tan şu alıntıyı paylaşmış ama herkesçe doğru anlaşıldığından emin olamamıştım: ''Yoksulluk bir sır değildir; o tarih boyunca dünyanın çoğu yerinde insanın standart