Küresel nüfus artıyor, ancak bu durum endişe sahiplerinin düşündüğü gibi bir felaket değil.

İklim değişikliği nedeniyle çocuk sahibi olmayı reddetmek bir süredir rağbette. Eğer zeki ve algısı açık biriyseniz, bunu para kazanmak için bir fırsat olarak görürsünüz. Ünlü ekonomist Julian Simon’ın ekolojist Paul Ehrlich ile girdiği iddiada yaptığı da buydu. Gezegendeki daha fazla insan, yalnızca üzücü bir çevresel maliyet olmaktan ziyade, iklim değişikliği de dahil olmak üzere her soruna olası çözümler konusunda daha fazla bakış açısı anlamına gelir.

Simon ve Ehrlich’in İddiası

Simon ve Ehrlich, nüfus ve çevre konusunda iki karşıt düşünce kampının birer temsilcisi. Bu konuda Simon kendi pozisyonunu ortaya koyarken sözünü sakınmamıştır: “Sınırlı kaynak yoktur,” diye meşhur bir iddiada bulunur, çünkü kıtlık inovasyonu ve yeni çözümlerin keşfini teşvik eder. Bir doğal kaynak tükeniyorsa, bireylerin bu kaynağı daha verimli kullanacak ya da hiç kullanmayacak yeni yöntemler ve teknolojiler icat etmeleri için güçlü bir teşvik vardır. Nihayetinde Simon, yaratıcılığın kıtlık karşısında bile insanlığın refah için güvenebileceği nihai kaynak olduğuna inanıyordu.

Buna karşın Ehrlich, Simon’un tam tersi bir görüşü savunmaktadır. Özellikle kontrolsüz nüfus artışının aşırı nüfusa yol açacağından endişe ediyordu. Bunun sonucunda ortaya çıkan “nüfus bombası”, nüfus kontrolleri yürürlüğe konmadığı takdirde kitlesel açlıkla sonuçlanacaktı.

İkili Simon hayattayken hiç karşılaşmamış olsa da beş değerli ve pahalı metalin 10 yıl içinde bahse girdikleri zamankinden daha pahalı olup olmayacağı konusunda da bahse girmişlerdi. Ehrlich bunların daha pahalı olacağına, Simon ise enflasyona göre ayarlandığında daha ucuz olacağına inanıyordu. Simon ve onun rasyonel iyimserliği galip geldi ve kazancı için Ehrlich’ten posta yoluyla bir çek aldı.

Ancak şimdi, benzer tartışmaların odağında değerli metaller yerine, çocuk sahibi olmanın çevresel maliyeti nedeniyle nüfus artış hızının yavaşlatılması yer alıyor. Çevreciler gezegenin kalabalıklaştığından yakınıyor ve bu kesinlikle doğru. Birleşmiş Milletler, 2050 yılına kadar gezegende neredeyse 10 milyar insan olacağını öngörüyor ve birçoklarına göre bu nüfus artışı, kalkınma için arazi açıldıkça ormansızlaşmayı gerektirecek. Ormansızlaşma ise iklim değişikliğinin yarattığı sorunları daha da kötüleştirecektir.

Nüfus Kontrolleri Daha Az Şanslı Olanları Hedefliyor

Ancak nüfus artışı sanıldığı gibi bir terör değildir. Aksine, nüfusu kontrol altına almaya yönelik yukarıdan aşağıya çabalar genellikle böyledir.

Simon’ın ironik gözlemine paralel olarak, görünüşe göre çok az insan deneyimlerinden ders alıyor. Aslında, Ehrlich gibi yorumcuların felsefelerine göre çok hayati olduğu düşünülen nüfus kontrollerinin temel sorunlarından biri geçmişteki performanslarıdır. Hepsi olmasa da birçoğu, toplumda en az refah içinde olanlara zarar vermiştir. Yazar ve bilim uzmanı Matt Ridley, kitaplarında bu örneklerin birçoğunu belgelemekte ve nüfus kontrollerinin alt sınıfları ve ırkçı düşmanlığa en fazla maruz kalan grupları hedef aldığına işaret etmektedir.

Örnek olarak Özbekistan’da kadınların zorla kısırlaştırıldığına dair çok sayıda raporu ele alalım. Açık Toplum Vakıflarının 2013 tarihli bir politika raporuna göre etnik azınlıklara mensup kadınlar kısırlaştırılma olasılığı en yüksek olanlardır. Ya da Myanmar hükümetinin, Myanmar’da on yıllardır ayrımcılık ve şiddete maruz kalan küçük bir etnik grup olan Rohingyaları hedef alması beklenen Nüfus Kontrolü Sağlık Hizmetleri Yasa Tasarısı.

Daha Fazla Ağız, Daha Fazla El, Daha Fazla Zihin

Nüfusu kontrol altına almaya yönelik çabalar bütünüyle kötü değildir. Hatta Kopenhag Mutabakatı’na göre, gönüllü aile planlaması çabaları en uygun maliyetli yardım biçimlerinden biri olabilir. Belki de en açık şekilde, doğum kontrol yöntemlerine erişim de buna dahildir. Bu önlemler bireylere kendi yaşamları üzerinde daha fazla kontrol sağlar ve sahip olmak istedikleri çocukları daha etkin bir şekilde temin etmelerine olanak tanır. Nüfus kontrol politikalarıyla ilgili sorunların çoğu, yukarıdan aşağıya ve gönülsüz olmalarından kaynaklanmaktadır. Olsa olsa, gönüllü nüfus kontrolü ve kişinin kendi bedeni üzerindeki özerkliğinin genişletilmesi teşvik edilmelidir.

Bill ve Melinda Gates’in kısa bir süre önce hayır işleriyle ilgili soruları yanıtlarken belirttikleri gibi, insanlar zenginleştikçe aslında gönüllü olarak daha az çocuk sahibi olmayı tercih ediyor. Artan nüfus, büyümenin çoğunun gerçekleşeceği tahmin edilen yoksul ülkelerde gerçekten sadece bir sorundur. Yine de bunun çözümü nispeten açık. Melinda Gates’in de belirttiği gibi, “… [doğum kontrol yöntemlerine] erişim sağlamak için yatırım yaparsak, aileler bunu kendilerini yoksulluktan kurtarmak ve çocukları için daha iyi bir gelecek inşa etmek için kullanacaktır.”

Simon ve Ridley gibi bireylerin anladığı- ama pek çoğunun yanlış anladığı – şey, kaynaklar genellikle kıt hale gelirken, bu kıtlık nedeniyle bireylerin daha etkili ve daha ucuz önlemler aramaya başlamasıdır. Bu nedenle çocuklar yalnızca tüketici değil, sorun çözücü ve zenginlik yaratan bireylerdir. Besleyecek daha fazla boğaz var elbette ama inşa edecek daha fazla el ve icat edecek daha fazla zihin de var.

2011 yılında dünya nüfusu 7 milyara ulaşmıştı. Şimdi ise 7,4 milyar civarında seyrediyor. Ehrlich’in nüfus bombasının patladığını söylemek yanlış olmaz. Ancak Our World in Data tarafından derlenen istatistikler yaşam standartlarının yükseldiğini, yoksulluğun azaldığını ve yaşam sürelerinin uzadığını gösteriyor.

Görünüşe göre bomba, inovasyonun ortaya çıkardığı aşırı zenginlik ve refahı kutlamak için konfetilerle dolu çıktı. İklim değişikliği ciddi politika zorluklarını beraberinde getirecek, ancak biz bu zorlukların üstesinden gelmeye hazır olacağız.

Yazar: Josh T. Smith

Çeviri: Pelinsu Carti

Metnin orijinali: https://fee.org/articles/we-dont-need-climate-planners-to-be-our-population-planners/

Önceki İçerikFosil Yakıtların Gölgesinde: Devletlerin Karbon Ayak İzi Çelişkisi
Sonraki İçerikBIR TÜKETIM POLITIKASI OLARAK ZARAR AZALTMA STRATEJILERINE GIRIŞ