Editörden,
Türkiye’nin 14 Mayıs’ta başlayan seçim süreci devam ediyor. Malum, 14 Mayıs’ta sandık başına giden yurttaşların tercihleri yasama meclisindeki milletvekili dağılımını belirledi ama cumhurbaşkanının seçilmesini sağlayamadı. Bu seçim sonunda iktidardaki Cumhur İttifakı Millet Meclisi’nde yeniden çoğunluğu sağlarken, muhalefet umduğunu bulamayarak azınlıkta kaldı. Milletvekilliği seçiminde partilerin aldıkları oy oranları ve çıkardıkları milletvekili sayıları şöyle: AKP % 35.6 (268 milletvekili), CHP % 25.3 (169 milletvekili), MHP % 10 (50 milletvekili), İyi Parti % 9.7 (43 milletvekili), Yeşil Sol Parti % 8.8 (61 milletvekili).
Muhalefet, daha doğrusu Millet İttifakı için aynı başarısızlık cumhurbaşkanlığı seçiminde de yaşandı. Nitekim Cumhur İttifakı’nın adayı Tayyip Erdoğan % 49.5 oy alırken, Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy oranı % 45’te kaldı. Böylece, Kemal Kılıçdaroğlu 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet adayının aldığı oyun 14.5 puan üstüne çıkmasına rağmen Tayyip Erdoğan’ın gerisinde kalmış bulunuyor. Bu durumda, cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir aday % 50’nin üstünde seçmen desteği sağlayamadığı için önümüzdeki Pazar günü ikinci tur oylama yapılacak. Bu tura sadece 14 Mayıs’ta en çok oy alan iki aday, yani Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu katılacak.
Bu arada, seçim yarışının hangi şartlarda gerçekleştiği dikkate alındığında, Kılıçdaroğlu’nun ve başını çektiği Millet İttifakı’nın sonuçta her iki seçimde de Cumhur İttifakı’nın gerisinde kalmış olsa da, elde ettiği başarının küçümsenmemesi gerektiğini de belirtmek gerekir. Çünkü 14 Mayıs seçimlerinin muhalefet için hiç te kolay olmayan şartlarda gerçekleştiği, kampanya boyunca muhalefet partilerinin iktidar partileriyle değil de adeta devletle yarışmak ve Cumhur İttifakı’nın iftira ölçüsüne varan asılsız isnat ve ithamlarını göğüslemek zorunda kaldıkları aşikârdır. Bu arada, başta Avrupa Konseyi ve bağlantılı kuruluşlar olmak üzere, uluslararası kuruluşların 14 Mayıs seçimlerinin iktidarla muhalefet arasında adil rekabet şartlarında gerçekleşmediğine dikkat çekmiş olmaları da manidardır.
Halihazırda cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan’ın ikinci tur için daha şanslı olduğu yaygın bir kanaat durumunda. Buna karşılık, Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu turda cumhurbaşkanı seçilecek kadar oyu kazanması imkânsız olmasa da zor görünüyor. Başarılı olması için, Kılıçdaroğlu’nun hem ilk turda Sinan Ogan’a giden oyların büyük bir kısmını geri kazanması, hem de muhafazakâr Kürt seçmenden daha fazla destek elde etmesi gerekecek. Bu arada, ilk turda sandığa gitmeyen 8 milyon civarında seçmen var; dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun muhtemel bir başarısı bu milyonların içinden hatırı sayılır sayıda bir seçmen kitlesini de kendisine oy vermeye ikna etmesine bağlı görünüyor.
Şu var ki, cumhurbaşkanlığı seçimini kim kazanırsa kazansın, Türkiye’nin önünde zor günler var. Açıktır ki, Tayyip Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olması halinde tek-adam yönetiminin şimdiye kadar yaşadığımız sakıncaları aynen devam edecek, ülkenin halihazırdaki ümitsiz durumu daha perçinlenecek ve toplumumuz demokratik hukuk devleti, insan hakları, adalet, refah, hatta barış gibi insanî ve medenî bir varoluşun temelini oluşturan değerlere kavuşma şansını en azından yakın vade için yitirecektir.
Öte yandan, Kılıçdaroğlu’nun kazanması da Erdoğan rejiminin yaklaşık on yıldır toplumun hemen hemen her kesiminin payını aldığı baskı ve zulüm siyasetinin gevşemesine ve ülkeyi kaplamış olan karamsar havanın bir ölçüde hafiflemesine yol açacaktır. Ama bu, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığıyla birlikte özgürlük, demokrasi, barış ve refah yoluna gireceğimizin kesin olduğu anlamına gelmeyecektir. Millet İttifakı yasama organında çoğunluğa sahip olmadığı için, Altılı Masa’nın vaat ettiği, uzun ve ciddî bir hazırlığa dayanan siyasî-hukukî reform programını ve kapsamlı anayasa değişikliğini uygulamaya geçirmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca, yasama ile yürütmenin ayrı ve karşıt siyasî ekiplerin elinde olmasının bu iki güç arasında sistemi kilitleme riski taşıyan bir gerilime (kararname-kanun çatışmalarına) yol açması kuvvetle muhtemeldir.
Her şeye rağmen 28 Mayıs’ın ülkemiz üzerinde dolaşan ümitsizlik ve karamsarlık bulutlarının dağılmasının başlangıcı olmasını umalım.
Bir sonraki Özgürlük Gündemi’nde görüşmek üzere, esen kalın.
*Prof. Dr. Mustafa Erdoğan
Milletvekili Seçilen Bakanların Durumu
2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümet sistemi değiştirildi ve Anayasada açıkça belirtilmemekle birlikte adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen yeni bir sistem kabul edildi. Bu sistemde, Anayasanın 8. Maddesine göre, yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır. Anayasanın 106. Maddesinde de Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanları atama ve görevden alma yetkisi tanınmıştır. Atanan Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların TBMM önünde and içmeleri öngörülmüştür. Aynı hükme göre Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar Cumhurbaşkanına karşı sorumludurlar. Yine aynı maddede “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer” hükmüne yer verilmiştir.
Ayrıca Anayasanın 98. Maddesinde TBMM üyelerinin Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı soru sormaları ve haklarında Meclis soruşturması başlatmalarına olanak tanınmıştır. Nihayet 106. Maddeye göre Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar TBMM üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla görevleriyle ilgili suç işledikleri iddiasıyla Yüce Divana sevk edilebilirler ve kişisel suçlarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığından yararlanırlar.
Bütün bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların doğrudan yürütme yetkisine sahip olmadığı, Cumhurbaşkanı tarafından atanan ve görevden alınan ve ona karşı sorumlu olarak görev yapan kamu görevlileri olduğu anlaşılmaktadır. Yine Anayasada açıkça Cumhurbaşkanı yardımcılığı ve bakanlık ile TBMM üyeliğinin bağdaşmadığı düzenlenmiştir. Ancak Anayasa ve yasalarda Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların TBMM üyeliğine aday olmaları halinde uygulanacak kurallar açıkça düzenlenmemiştir.
14 Mayıs 2023 tarihinde yapılan 28. Dönem TBMM seçimlerinde Cumhurbaşkanı yardımcısı ve 15 bakan milletvekili adayı olmuşlar ve görevlerinden istifa etmemişlerdir. Bu durumun Anayasaya ve siyasi etik ilkelere aykırı olduğu yönündeki iddialar dikkate alınmamış ve Yüksek Seçim Kurulu da bu kişilerin istifa etmelerine gerek olmadığına karar vermiştir. Dolayısıyla seçim sürecinde bu kişiler Bakanlık yetkilerini ve Devlet imkanlarını seçim propagandası amacıyla sınırsızca kullanmışlardır.
Bu kişilerin tamamı milletvekili seçilmiş ancak aynı gün yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir adayın oyların salt çoğunluğunu alamaması nedeniyle seçim ikinci tura kalmıştır. Bu nedenle de milletvekili seçilen Cumhurbaşkanı yardımcısı ve 15 bakanın durumunun ne olacağı sorusu gündeme gelmiştir. Anayasa açıkça bu iki sıfatın aynı kişide birleşmesini yasaklamıştır. Anayasaya göre bakan olarak atanan milletvekilinin vekilliği düşecektir. Aksi durumda ne olacağı konusunda ise bir açıklık yoktur. Bu durumda hukuki boşluğun yorum yoluyla doldurulması gerekir. Burada sorulması gereken iki sorunun bulunduğu belirlenmelidir. İlki milletvekilliği sıfatının ne zaman kazanılacağı, ikincisi ise milletvekilliği sıfatı kazanıldığında, bakanlık ve milletvekilliği sıfatlarından hangisinin düşeceği sorusudur.
Milletvekilliği statüsünün kazanılması ile milletvekilinin göreve başlamasının aynı şey olmadığını hatırlatmak gerekir. Anayasaya göre milletvekilleri and içmedikçe göreve başlayamazlar, ancak bu milletvekili sıfatı kazanmadıkları anlamına gelmez. Milletvekilleri and içmeden önce de milletvekili statüsü kazanırlar ve bu statünün sağladığı hak ve ayrıcalıklardan yararlanırlar. Statünün ne zaman kazanıldığı konusunda kabul edilen baskın görüş seçim sonuçlarının ilan edildiği anda milletvekilliği sıfatının kazanıldığıdır.[1] Hatta doktrinde seçim sonuçlarının ilan edilmesiyle birlikte oy verme sürecinin sona erdiği andan itibaren milletvekilliğinin kazanıldığı görüşü de ileri sürülmektedir. Dolayısıyla milletvekili andı içmemek bu sıfatın kazanılmadığı anlamına gelmez. Seçim sonuçlarının açıklanmasıyla Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlar milletvekili sıfatını kazanmıştır.
Bu durumda seçim sonuçlarının açıklanmasıyla milletvekili seçilenlerin Cumhurbaşkanı yardımcılığı ve bakanlıklarının düşeceğini kabul etmek gerekir. Bu dönemde bakan olarak yetki kullanmaları ve işlem yapmalarının Anayasaya aykırı ve hukuksuz yetki kullanımı olduğu ve işlemlerin ultra vires geçersizlikle malul olduğu anlamına gelir. Bu durum bir kez daha 2017 Anayasa değişikliklerinin etraflı bir şekilde düşünülmeden yapıldığını da göstermiştir.
* Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu
[1] Bu görüşü bir YSK kararına da dayandırarak savunan bir örnek için bkz. Murat Sevinç, Diken, 17.05.2023, https://www.diken.com.tr/nasilsiniz-arkadaslar-toparlandik-mi-harika-haydi-o-zaman/
14 Mayıs Seçimleri
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 14 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleşen Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında açıkladı. Resmî sonuçlara göre Cumhur İttifakı adayı Erdoğan geçerli oyların yüzde 49,54’ünü, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise yüzde 44,88’ini aldı. Üçüncü aday Sinan Oğan ise yüzde 5,17 oranında oy alırken, Muharrem İnce adaylıktan çekildi. Cumhur İttifakı parlamento çoğunluğunu sağladı. Böylece seçimden önce yayınlanan anketlerin iyimser tahminleri tutmadı ve muhalefetin içinde bulunduğu erken zafer havası, 14 Mayıs Pazar akşamı yerini büyük bir hayal kırıklığına bıraktı.
Seçim akşamında ve onu takip eden birkaç gün boyunca seçimlerde hile yapıldığına dair iddialar öne sürüldü. Hemen her seçimde yaşanan maddi hatalardan kaynaklı sorunların yanı sıra, ıslak imzalı sandık tutanakları ile YSK’nın açıkladığı sonuçlar arasında anlamlı tutarsızlıklar olduğu yönünde haberler ortaya çıktı. Muhalif kamuoyu bu beklenmedik farkı bu haberlerle açıklamaya çalıştıkları esnada CHP lideri Kılıçdaroğlu kamuoyunu bilgilendirecek açıklamalar yapmadı. Daha sonra ortaya çıktığı üzere CHP’nin verileri çekerken kullandığı yazılımda problemler olduğu öğrenildi. 2018 seçimlerinde CHP’nin öncülüğünü yaptığı Adil Seçim Platformu sandık tutanaklarının karşılaştırılması ve verilerin aktartılması ile ilgili büyük bir fiyaskoya yol açmıştı.[1] 2018’de yaşanana benzer bir krizin yaşanması üzerine Kılıçdaroğlu, Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel’i görevden aldı. Bu arada, veri aktarımında yaşanan teknik sorunların yanı sıra, bazı seçim sandıklarında maddi hataların yapıldığı da tespit edildi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek Cumhurbaşkanlığında 2269 sandıkta ve milletvekilliği için 4.825 sandıkta farklılık tespit ettiklerini ve genel sonucu değiştirmese de her oyu takip ettiklerini dile getirdi.[2] Ayrıca, binlerce sandıkta CHP’nin sandık görevlisinin bulunmadığına dair iddialar dile getirildi.
Sandık güvenliği, tutanakların karşılaştırılması ve veri aktarımı konusunda gerekli çalışmaları yaptığını aylardır dile getiren Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçim akşamı ve sonrasında yaşanan aksaklıklara dair şeffaf ve kamuoyunu ikna edici açıklamalar yapması gerekmektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turundan sonuç alınamaması dolayısıyla 28 Mayıs’ta yapılacak olan ikinci tur oylamada ilk turda en yüksek oyu almış olan Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu yarışacaklar. İlk turda kazanmaya oldukça yakın olan Erdoğan ikinci tura sayısal ve moral üstünlükle giriyor. Muhalefetin 14 Mayıs’ta gerek cumhurbaşkanlığı gerekse milletvekilliği seçiminde umduğunu bulamaması, sandık güvenliği ve veri aktarımındaki yetersizliği ve muhalefet içi tartışmalarla birlikte ikinci tura motivasyonu düşük bir biçimde gidiyor. Bu umutsuzluk havası ikinci turda muhalif seçmenin sandığa gitme isteğini azaltabilir. Öte yandan, her ne kadar Kılıçdaroğlu son hafta milliyetçi ve göçmen karşıtı söylemlerini artırsa da Oğan’ın Erdoğan’ı destekleyeceğini açıklaması üzerine Oğan’a oy veren seçmenlerden ikinci turda Kılıçdaroğlu’na yönelebilecek oyların oldukça düşük olacağı öngörülebilir.
Erdoğan’ın moral üstünlükle gireceği Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinde açık farkla galip gelmesi durumunda, demokratik kurum ve süreçlerin altını oyan, hak ihlâllerini sistematik hale getiren, devleti partileştiren ve kaynak dağıtımını partizanlaştıran bu rejimin halk tarafından onaylandığı anlamına gelecektir. Bunun da önümüzdeki 5 yıl boyunca Erdoğan’ın aynı politikaları izlemeye devam etmesine ve dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda halkın hak ve refah kaybının daha da derinleşmesine yol açması kuvvetle muhtemeldir.
* Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi
1 https://www.diken.com.tr/adil-secimden-24-haziran-ozru-secmenlerin-beklentisini-karsilayamadik/
2 https://t24.com.tr/haber/chp-yuzde-99-9-oraninda-islak-imzali-sandik-sonuc-tutanaklarini-sistemimize-girdik,1110402
Seçim Sonrası Döviz ve Bankalar
Türkiye 14 Mayıs 2023’te Türkiye ekonomisini de doğrudan etkileyecek önemli bir seçim yaptı. Bu bülten’de daha önce de birçok defa vurguladığımız üzere, Türkiye’de en temel ekonomik göstergeler ve onların işaret ettiği gerçekler siyasî gelişmelerden bağımsız değildir. Kuvvetler ayrılığının uygulandığı yerleşik demokrasilerde bağımsız ekonomik kurumların güçleri ve sınırları net olduğu için anlık siyasî gelişmelerin ekonomiyi derinden etkilemesi pek mümkün olmuyor. Buna karşılık, Türkiye’de hükûmetin onları vesayeti altına almış olması yüzünden bu kurumların kurumsal kapasitelerini son derece azaltmış durumdadır. Bu nedenle, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) gibi kurumların politikaları rasyonel gerçeklere göre uzmanlarca değil de siyasetçilerin kısa vadeli büyüme hedefleri ve partizan hesapları doğrultusunda belirleniyor.
Bilindiği üzere merkez bankalarının bağımsız olmasının yani para politikalarının bağımsız karar vericiler tarafından belirlenmesinin arkasında aslında rasyonel bir sebep vardır: Zaman tutarsızlığı [time inconcistency]. Merkez Bankası’nın bir dokümanında bu konu gayet açık bir biçimde şöyle ifade edilmiş: “Düşük enflasyon oranını sağlama ve sürdürme hedefine bağlı kalacak ve hükûmetten bağımsız olarak örgütlenecek merkez bankalarının varlığı zaman tutarsızlığı sorununa bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Farklı bir deyişle, fiyat istikrarı hedefine bağlı uzun vadeli politikalar oluşturacak ve uygulayacağı politikalara yönelik güvenilir taahhütte bulunacak bir merkez bankasının varlığı, zaman tutarsızlığı ve güvenilirlik sorunun ortadan kaldırılmasına katkıda bulunabilmektedir.”[1]
Mevcut iktidarın seçim kazanma odaklı kısa vadeli büyümeyi sağlamayı hedefleyen maliye politikaları nedeniyle Türkiye maalesef oldukça zor zamanlardan geçiyor. Mali politikalara para politikalarının da eşlik etmesi nedeniyle sorunlar derinleşiyor. Ayrıntılarına sonraki bültenlerde değineceğiz fakat kısaca Türkiye’deki bankacılık sistemin döviz açığından bahsetmek gerekir.
Türkiye bankacılık sisteminde yerleşiklerin döviz mevduat miktarı 212 milyar dolar, bankaların sendikasyon kredileri dahil yurtdışı borçları 95 milyar dolar. Yani bankaların bilançosunda mudilere ait tam 307 milyar dolar yükümlülük var. Buna karşılık bankalarda mevcut döviz miktarı sadece 23 milyar dolar. Bu miktarın içinde Merkez Bankası’yla yapılan swaplar veya elinde bulunan dövizler dahil değil. Merkez Bankası’nın bilançosunda ise yine swaplar hariç 75 milyar dolar var.
“Türkiye ekonomi modeli” denilen sistem, bankalar aracılığıyla hem bankaların hem mudilerin hem ihracatçının dövizini Merkez Bankası’na aktarmak üzerine kurulu. Bu mekanizma Merkez Bankası’na aktarılan dövizin yeniden piyasaya sürülmesiyle bir döngü yaratma mantığıyla çalışıyor. Fakat yüksek carî açık bu döngünün oluşmasına fırsat vermiyor. Seçim sonrasında bu tablonun derinleştiğini öngörüyoruz.
* Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi
1 https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/40586e6c-06ff-47b6-9b2e-11d77611dfd6/01.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-40586e6c-06ff-47b6-9b2e-11d77611dfd6-m5lkoKU