Editör’den,

Türkiye’nin aşağı yukarı son on yıldır yaşamakta olduğu, faili belli olan çok yönlü kriz her gün daha da derinleşerek ve hız kesmeksizin devam ediyor. Bu arada, yasama organı ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı tarih yaklaştıkça siyaset daha hızlı ve hararetli bir şekilde akmaya başladı. Bir yandan iktidar bloğu (AKP-MHP) ile muhalefetin başını çeken ‘’Altılı Masa’’ arasındaki rekabet iktidarın attığı yıkıcı adımlar yüzünden yer yer siyasî nezaket ve dürüstlük kurallarını zorlar bir şekilde devam ederken, öbür yandan Halkların Demokrasi Partisi’nin kapatılmasını amaçlayan ve aynı zamanda bir devlet projesi olduğu anlaşılan resmî girişim de maalesef Anayasa Mahkemesi’nin katkısıyla sonuç alacak gibi görünmektedir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi 5 Ocak 2023 tarihinde hakkında kapatma davası açılmış olan HDP’ye ödenmesi beklenen devlet yardımının tutulduğu banka hesabına bloke konmasına karar verdi. Ne var ki, anayasal olarak ancak yargılama sürecinin sonunda anayasa aykırı fiillerin odağı olduğunun kesin olarak ortaya çıkması durumunda Partinin devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verebileceği dikkate alındığında, Mahkeme açısından bu ara karar ‘’ihsas-ı rey’’ anlamına gelmektedir.
Öte yandan, ‘’devlet yardımından yoksun bırakmak’’ ancak dava sürecinde faaliyetlerinin anayasaya aykırılığı kesinleşen parti hakkında nihaî hüküm olarak verilebilecek bir karar olduğundan, aynı sonucu doğuracak nitelikte bir sözde ‘’ihtiyatî tedbir’’ kararı vermek açık bir anayasa ve hukuk ihlâli olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükçü eğilimi bilinen Başkanı ve diğer bazı üyeleri bu karara katılmamışlardır.

Bu arada, geçenlerde verdiği seçim mevzuatıyla ilgili başka bir kararı da Anayasa Mahkemesi’nde siyasî iktidarla uyumlu davranma kaygısı güden bir çoğunluğun hâkim olduğu izlenimi yaratmıştır. Nitekim, yüksek mahkeme geçen Eylül sonunda verdiği bu kararla, seçim kurullarının yapısını değiştiren ve yargıç niteliğine sahip kurul üyelerinin görevlerine normal süreleri bitmeden son veren yasal düzenlemeyi Anayasaya uygun bulmuş, böylece genel seçimlerin yaklaştığı bir sırada siyasî iktidarın seçim kurullarına müdahalesine onay vermiştir.

Aslında, AKP-MHP koalisyonunun genel seçimlere doğru giderken muhalefeti zor duruma düşürmek amaçlı ilk hamlesi bu değildir. Bundan önce de İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen, hukuka uygunluğu kuşkulu ceza mahkumiyeti ve kamu hizmetinden yasaklamaya ilişkin mahkeme kararı da, belli ki, siyasî iktidarın ‘’Altılı Masa’’ya yönelik adil ve demokratik rekabet anlayışına ters düşen siyasetiyle uyumlu davranma saikinin eseriymiş gibi görünmektedir.

Bu arada, AKP-MHP iktidarının bir süre önce gündeme getirdiği ve muhalefet için bir tuzak olarak tasarlanmış olduğu açık olan sözde ‘’başörtüsüne özgürlük’’ getirme amaçlı Anayasa değişikliği teklifi de siyaset piyasasına sürülmek için sırasını beklemektedir.

Öte yandan, siyasî iktidarın bir süredir izlemekte olduğu bir politika da ‘’seçim ekonomisi’’ uygulamak suretiyle muhalefet karşısında avantajlı konuma geçmektir. Bu gruba dahil olanlara oldukça genç yaşta (28-43) emekli olma imkânı getiren ve aşağıda ayrıntıları açıklanan ‘’Emeklilikte Yaşa Takılanlar’’la ilgili yasal düzenleme AKP-MHP iktidarının seçim ekonomisinin belirgin bir göstergesidir. İki milyondan fazla kişiyi yararlandıracak olan bu düzenleme Türkiye’nin zaten ciddî olarak sakatlanmış olan emeklilik sistemini çökertebilecek bir hamledir. Önümüzdeki haftalarda siyasî iktidarın bu türden popülist jestlerinin yeni örnekleriyle karşılaşabiliriz.

Son olarak, bu karamsar ortama bir nebze ümit ışığı getirebilecek bir gelişmeye de işaret etmek gerekiyor. Bu, Genel Başkanı Ali Babacan’ın açıkladığına göre, muhalefetteki DEVA Partisi’nin ‘’İnsan Hakları Eylem Planı’’nda, Anayasa değişikliği yoluyla vatandaşlık tanımındaki etnik-kültürel atfın kaldırılacağı ve anadilleri Türkçe olmayan yurttaşların kendi dillerinde eğitim almasının sağlanacağı vaadinin yer almış olmasıdır. Umarız ki bu, DEVA Partisi’nin bileşenlerinden bir olduğu ‘’Altılı Masa’’nın da anayasa değişikliği vizyonuna hükümet sistemi değişikliğinin ötesine geçen daha temel hedeflerin dahil edilmesini teşvik eden bir uyarıcı olsun.

Bir sonraki Bülten’de daha fazla güzel haberlerle buluşmak ümidiyle.

Anayasa Mahkemesi İl Seçim Kurulu Üyelerinin Kur’a İle Belirlenmesine İlişkin Kuralın Anayasaya Aykırı Olmadığına Karar Verdi

Hükümet 31/3/2022 tarihli ve 7393 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile başta çeşitli seçim kanunlarında değişiklikler yapmıştır. 2023 yılında yapılacak Milletvekilliği Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yapılan bu değişikliklerle başta 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun olmak üzere bazı kanunlarda önemli değişiklik gerçekleştirilmiştir. Bu değişikliklerden en önemlilerinden birisi İl Seçim Kurullarının oluşumuna ve İlçe Seçim Kurulu başkanlarının seçimine ilişkin olanıdır. Buna göre, daha önce kıdem esasına göre belirlenen seçim kurulu üyelerinin kur’a yoluyla belirlenmesi esası kabul edilmiştir. Diğer taraftan seçim barajının %7’ye düşürülmesi, seçime ittifakla giren partilerin milletvekili dağılımında ittifak oylarının değil, parti oylarının esas alınması ve seçim yasaklarının Bakanlar için uygulanması kabul edilerek Cumhurbaşkanının yasaklar kapsamı dışında bırakılması gibi değişiklikler yapılmıştır.

Ana muhalefet partisi milletvekillerince söz konusu kanunun bazı maddelerinin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal davası açılmıştır. İptal isteminde öncelikle İl Seçim Kurulu üyeleri ve İlçe Seçim Kurulu başkanlarının kıdem esası yerine kur’a ile belirlenmesini öngören kuralların kamu yararı amacıyla çıkarılmadığı, 2016 sonrası atanan yeni hâkimlerin kurullarda görev almasını sağlama amacı güttüğü, böylece parti çıkarlarını öncelediği belirtilmiştir. Ayrıca seçim hukukunun teknik ve karmaşık olduğu, bu nedenle kurullarda görev alacak yargıçların seçim hukuku alanında tecrübeli yargıçlardan oluşmasının hem kurulların bağımsızlığı hem de seçim uyuşmazlıklarının adil bir şekilde çözümü açısından hayatî öneme sahip olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca, 70 yıllık uygulama süresince hiç sorunsuz uygulanan ve herhangi bir sorun ile karşılaşılmayan kuralların değiştirilmesine niçin ihtiyaç duyulduğunun açıklanmadığı vurgulanmıştır. Bu arada, kur’aya katılacak hâkimlerin yasada belirtilen koşulları taşıyan ve ilde görev yapan tüm hâkimleri mi yoksa isteklileri mi kapsadığının belli olmadığı ileri sürülmüştür. Bu nedenle kuralların Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 5., 36., 67., 79. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa Mahkemesi yasal düzenlemeyi Anayasanın 2., 67. ve 79. Maddeleri yönünden incelemiş ve söz konusu kuralların Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, seçim kurullarının nasıl oluşturulacağı konusunda Anayasada herhangi bir hüküm bulunmadığından, yasama organı bu alanda takdir yetkisine sahiptir. Bu nedenle, yasama organının kurul üyelerinin kur’a ile belirlenmesi konusundaki tercihinde Anayasaya aykırılık bulunmamaktadır. Ayrıca Mahkemeye göre seçim kurullarının yasama ya da yürütme organı ile herhangi bir organik bağı bulunmadığından bunlardan emir ve talimat alması söz konusu olmayıp, seçimlerin yargı denetimi altında yapılmasını öngören anayasal ilkeye herhangi bir aykırılıktan bahsedilemez. Hâkimlerin tecrübesiz olmasının da sorun olmadığını belirten Mahkeme seçim müdürlüklerinde yeterli yetişmiş eleman bulunduğuna vurgu yapmıştır.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi 2022 yılının Ocak ayında kıdem esasına göre iki yıl görev yapmak üzere seçilen kurul üyelerinin tamamının görevine son veren ve kura usulüyle yeni seçimlerin üç ay içinde yapılmasını öngören (7393 sayılı Kanunun 12. Maddesiyle) 298 sayılı Kanuna eklenen geçici 24. Maddenin de Anayasaya aykırı olmadığına da oyçokluğuyla karar vermiştir. Söz konusu kuralın Anayasanın 67. Maddesi anlamında “seçim kanunu” olmadığını belirten Mahkeme, daha vahim bir şekilde “seçim kurullarının yargı organının bir unsurunu içermeyen nitelikte bir yapıda şekillendirilmesinin önünde anayasal engel bulunmadığını” belirtmiştir (§ 127). Dava konusu kuralın seçim kurullarının oluşumunda yeknesaklığı sağlama amacı güttüğünü belirten Mahkeme, kamu yararı amacı dışında başka bir maksat güdülmediğini tespit ederek kurulların tarafsızlığına ve bağımsızlığına yönelik bir müdahale olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Böylece Mahkeme, iktidarın seçim kurullarına yönelik müdahalesinin Anayasaya aykırı olmadığını ilan etmiş bulunmaktadır.

İmamoğlu’na Hapis Cezası ve Siyasi Yasak Kararı

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun YSK üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı davada karar verildi. İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 14 Aralık 2022 tarihli kararında YSK üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı ve hakkında siyasi yasak kararı verildi. Daha sonra, 28 Aralık’ta açıklanan gerekçeli kararda ise mahkeme İmamoğlu’nun YSK üyelerine yönelik dile getirdiği “ahmak” ifadesinin Türk Ceza Kanununun 125. Maddesi kapsamında suç sayılan eylem olduğunu, ayrıca İmamoğlu’nun hakaret suçunu basın önünde işlediğini ve yüksek yargı üyelerini rencide edici şekilde hareket ettiğini belirtti. Bu kararın istinaf mahkemesi ve Yargıtay tarafından onaylanması durumunda kesinleşeceğini belirtmek gerekir.

Bu karar başta muhalefet partileri olmak üzere toplumun farklı kesimleri tarafından büyük bir tepki ile karşılaştı. Kararın verildiği gün İmamoğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve diğer muhalefet partilerin genel başkan yardımcıları Saraçhane önünde kararı protesto eden bir miting düzenlediler. Ertesi gün de 6 muhalefet partisinin genel başkanı “Millet, iradesine sahip çıkıyor” mitingi düzenledi. Bu mitinglerde ekseriyetle verilen kararın siyasi olduğuna ve İmamoğlu’nun yanında olduklarına vurgu yaptılar.

Öncelikle bu kararın siyasî bir karar olduğunu belirtmek gerekir. Hükümet Mart 2019 yerel seçimlerinden itibaren mahkemeler aracılığıyla ve idarî yöntemlerle İmamoğlu’nun hem belediye başkanı olarak hem de siyasi figür olarak faaliyet alanını daraltmaya çalışıyor. AKP hükümetinin uyguladığı baskının temelinde İmamoğlu’nun İBB Başkanlığı’nı kazandıktan sonra yükselen siyasi görünürlüğü ve Haziran 2023’te yapılması planlanan seçimlerde muhalefetin muhtemel Cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkması yatmaktadır. Daha önceleri birçok kez denediği gibi, 2023 seçimleri öncesinde de AKP hükümeti temel kazanma stratejisini muhalefeti birçok eksende baskı altına alma ve muhtelif yöntemlerle onları kendi istediği yönde hizalanmaya teşvik etme üzerine kurmuş görünüyor.

İktidarın seçimleri kaybetmemek için kuralları değiştirmesi veya mahkemeler üzerine baskı kurarak rakiplerini oyunun dışında bırakması liberal demokrasilerde kabul edilebilir bir durum değildir. Rakiplerine karşı kamuoyu önünde yapılan tartışmalarda ve seçimlerde üstün gelmek yerine hukukî olmayan yöntemlerle onları saf dışı bırakmak yalnızca söz konusu politikacının haklarını gasp etmemekte, aynı zamanda yurttaşlar olarak bizlerin seçme özgürlüğünü de kısıtlamaktadır. Seçimlerin adil bir zeminde yapılmasının ve seçim sonuçlarının meşruiyetinin sorgulanmamasının zorunlu koşullarından biri de partilerin ve politikacıların bu ve benzeri baskılardan muaf olmasıyla mümkündür. Ne var ki AKP hükümeti mahkemeler üzerinde kurduğu baskı ile kendi kazanma ihtimali çok da düşük olmayan bir seçimin meşruiyetine gölge düşürmekte ve uzun vadede Türkiye demokrasisine zarar vermektedir.

Erdoğan’ın Seçim Ekonomisine Giriş

Yarışmacı otoriteryen rejimlerde iktidarların attığı ekonomik adımların sadece tek bir amacı vardır: Seçim kazanmak. Belli kural setlerine, öngörülere ve uzun vadeli çıkarlara bağlı olmayan her sistemde tek hedefin bu olması şaşırtıcı değildir. Tabii bir şeye şaşırmıyor olmak, o şeyin gerçekleşmesinin yaratacağı sorunları önceden tespit etmeye engel değil. Öte yandan bir sorunun çözülmüş olması yine birçok bakımdan sevindiricidir. Her ne kadar birazdan bahsedeceğimiz sorunlar serbest piyasa kurallarını kısmen alt üst etse de, bu gibi popülist uygulamalar Türkiye’nin var olan ekonomik durumunda vatandaşlar için kısa süreli refah artışına sebep olacaktır. Fakat vatandaşları rahatlatıcı bu hamlelerin tamamının seçim öncesinde gelmesi bunların sadece ve sadece seçim ekonomisi yaratmaya dönük olduğunu bize göstermektedir.

Popülist hamleler vatandaşların kısa süreli refah artışını karşılamak için kalıcı bir bütçe dengesi bozulması, dış borç faiz oranlarının artması gibi sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca tüm bu popülist ekonomik hamleler için kaynak sağlama çalışmaları sadece işgücü piyasasını değil iş piyasasını da bozmakta ve Türkiye’nin ihtiyacı olan yabancı yatırım rakamları beklentilerin çok uzağında tutmaktadır.

Popülist ekonomik hamlelerin hayata geçirilmesi yarışmacı otoriteryen rejimlerde neredeyse altın kuraldır. Fakat bu hamlelerin vatandaşın oy verme davranışını ne şekilde değiştireceği ise bu kadar kesin ve katı bir kural değildir. Yani ekonomik oy verme davranışı değişimleri tabii ki ekonomik sebepler gerektirse de sonucun iktidar için hesaplanandan farklı olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Öte yandan sonuç; iktidar için ne kadar farklı olursa olsun, vatandaşlar ve onların uzun vadeli ekonomik çıkarları açısından değişmez. Popülist ekonomik politikalardan ve bu politikaları doğuran irrasyonel koşullardan elde edilecek sonuç ancak ve ancak demokratik gerileme ve ekonomik çöküştür.

Erdoğan’ın seçim ekonomisi uygulamaları sayıca oldukça fazla ve çeşitli. Bu nedenle önümüzdeki bültenlerde bu konuya sık sık değineceğiz. Hatta bu illiberal ekonomik hamleler bültenimizin bir kısmını dahi oluşturabilir. Bu bir giriş bölümü olduğundan en temel hamleye aşağıda değinmek yeterli olacaktır.

EMEKLİLİKTE YAŞA TAKILANLAR

Sigortalı çalışırken 8 Eylül 1999’daki yasal değişiklikten sonra emekli olma koşullarının değişmesiyle emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) uzun bir dönemdir siyaset gündemini meşgul ediyordu. Konuyla ilgili her partiden ve görüşten siyasi liderler, özellikle seçim zamanlarında açıklamalar yapıyordu. Erdoğan da “Seçimi kaybetsem bile erken emeklilik yasasını geçirmem” diyordu fakat oy oranlarındaki düşüş nedeniyle çok uzun süredir karşısında olduğu bu yasayı büyük bir müjde gibi sunarak meclis gündemine taşıdı.
1999’daki yasa çıkmadan önce sadece 20-25 yıl (Kadınlar için 20, erkekler için 25) çalışıp emekli olacak insanlar bu tarihten sonra kademeli bir emeklilik yaşı uygulaması ile 55-65 yaşları arasında emekli olabileceklerdi. Fakat uzun zamandır dernekler kurarak ve sosyal medya faaliyetleri yaparak kendileri için yaş sınırlamasını hükümetin kaldırmasını sağladılar. Fakat bu yeni bir tartışmaya kapı açtı. 9 Eylül 1999 gününden itibaren bir kamu kurumu olan Sosyal Sigortalar Kurumuna (SGK) kayıtlı olarak işe başlayan kişiler 55-60 yaşlarında emekli olacakken, bir gün önce yani 8 Eylül günü işe başlayan kişiler 38-43 yaşlarında emekli olup emeklilik maaşı alabilecek. Bu da çalışma barışını bozan bir dengesizlik olarak ilerleyen süreçte yine karşımıza çıkacak.

Tabii ki yaratılan tek dengesizlik emeklilik hakkını kazanma konusunda yaşanmadı. Türkiye gibi sosyal güvenlik sistemi doğru yönetilmeyen ülkelerde çalışan-emekli dengesi oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Standart, normal, olağan bir emeklilik sisteminde çalışan sisteme ödeme yapar, orada bir fon oluşur ve o fonun yönetilmesiyle fonda toplanan değer giderek artar. Emeklilik zamanı gelen kişilere ise fon geri ödeme yapar. Yani fon çalışanın parasını değerlendirir. Burada emeklilik sisteminin sosyal bir yönü de varsa o sırada çalışan vatandaşların ödedikleri payların bir kısmı da günün koşullarına göre halihazırda emekli olan insanlara aktarılır. Bu yaklaşım Türkiye’deki emeklilik sistemin de sosyal bir sistem olduğunu iddia etmekteyken yaratılan durum neticesinde Türkiye’de emekli başına 1.4- ila 1.6 çalışan düşeceği hesaplanıyor. Normalde bu sayının en azından 4 olması beklenir ki emeklilik sistemi sürdürülebilir hale gelsin. Ancak Türkiye’nin emeklilik sistemi zaten sürdürülemez bir haldeyken, yeni düzenlenme sonrası tamamen çökme noktasına gelmesi uzun sürmeyecektir.

Kaynakça:


1- https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/04/20220406-1.htm
2- AYM, E.2022/50, K.2022/107, 28/09/2022 şuradan erişilebilir / https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2022/107

Önceki İçerikİktidarın Anayasa Değişikliği Teklifi Kötü Niyetli Bir Tuzaktır
Sonraki İçerikBireycilik, Dayanışma ve Kolektivizm