BlogYayınlar

SİYASET VE PİYASALAR: ÇOK YANILTICI BİR KARŞILAŞTIRMA*

Önerme: Varsayılan ‘’kamusal talep, özellikle oy verme yoluyla ifade edildiğinde siyasî yönetimi yönlendirir. Seçilmiş görevliler ve dolayısıyla onlara tabi olan bürokrasi seçmenlerin mükemmel temsilcileri olarak görülebilir.

Bu önermeye bağlanmak, analitik geleneği veya ideolojik yönelimi ne olursa olsun, Batıda hükümetin büyümesini ele alan her türlü analizin gövdesini karakterize etmektedir. Bu yaklaşım ekonominin temel analiz aracına -arz ve talep teorileriyle birlikte piyasalar teorisi- ilişkin olarak meslekî bir deformasyonu da göstermektedir. Alışkın oldukları araçları siyasetin analizine uygulayan iktisatçılar [bu alanda] hemen benzer örnekler ararlar. Mübadele edilen ‘’mal’’ nedir? ‘’Arz eden’’ kimdir, ‘’talep eden’’ kim? ‘’Fiyat’’ nedir? Bunların cevapları iktisatçılara apaçık görünür: Kamu politikası maldır; seçilmiş yasa koyucular arz eden, seçmenler talep edenlerdir; oylar siyaset işinin muamele aracı olan paradır. Böylece, seçmenler oylarını kullanarak istedikleri politikaları ‘’satın alırlar’’, yasa koyucular da onları bu göreve seçen oylar karşılığında politikaları ‘’satarlar.’’

İktisatçılar olağan piyasalardaki tüketici talebini kaynakların tahsisinin nihaî belirleyicisi olarak görür, bundan dolayısı da tüketici ‘’egemenliği’’nden söz etmek suretiyle bir siyasî metaforu iktisada sokarlar. Aşina oldukları düşünce aygıtını siyasete uygulayan iktisatçılar siyasî sistemin nihayetinde seçmenlere istediklerini verdiğini düşünmeye meylederler. Devletin büyümesi hakkındaki iktisadî teorilerle ilgili yeni bir araştırmanın yazarlarının ifadesiyle, ‘’Devletin hangi malları tedarik edeceğine ve hangi negatif dışsallıkları düzelteceğine seçmenler karar verirler.’’ Dolayısıyla, eğer devlet büyüyorsa bunun nedeni halkın istediğinin bu olmasıdır. Talep kendi arzını yaratır. Oy verme nihayetinde devletin büyümesini belirlemek için önemli olan tek şeydir.  Dennis Mueller’in gözlediği gibi, ‘’Kamu tercihi literatüründe devlet sık sık bireysel tercihleri siyasî çıkılara dönüştüren sırf bir oy-verme kuralı olarak ortaya çıkar.’’

Siyasî süreç hakkındaki bu görüşle kolayca dalga geçilebilir ve bu belki de sağlıklıdır. Joseph Schumpeter bu görüşü bir tür masala benzetmiştir.  Her şeyden önce, olağan bir piyasa ile ‘’siyasî piyasa’’ arasında birçok önemli farklar vardır. Bu modelin taraftarları olan Benson ve Engen bile kendi çıktı değişkenlerini ‘’bir şekilde suni ve çok kısıtlı’’ olarak nitelendirmiş, fiyat değişkenlerinin de temsili özelliğini yetersiz bulmuşlardır. Buradaki problemlerin önemlilerinden biri seçmenlerin nadiren doğrudan doğruya politikalar için veya onlara karşı oy vermeleridir; seçmenler politikalardan ziyade görev için yarışan adaylara oy verirler.

Kazanan adaylar daha sonra, kampanya döneminde seçmenlerin de temsilcilerinin de düşünmüş olmadıkları çok sayıda politikayı yasalaştırırlar. Seçmenlerin görev için yarışanların genel ideolojik ünleri hakkında bir şeyler bilmeleri yeterli değildir, şeytan ayrıntılardadır. Ayrıca, politikacıların mükemmel temsilciler olduklarını göstermeye çalışan ayrıntılı teorik ve ekonometrik girişimlere rağmen, siyasi temsilcilerin sık sık seçmenlerinin baskın tercihine kaçınılmaz olarak ters düşecek tarzda hareket ettiklerini kolayca gösterebiliriz. Bu bağlantısızlığı ABD Senatosu’nda görüyoruz, meselâ aynı eyaleti temsil eden iki senatör her defasında oyları paylaşıyorlar. Seçmenler ile onların seçtikleri temsilciler arasında sıkı bağlar varsayan modelleri yanlışlayacak şekilde, oyları paylaşan senatörlerin birçoğunun tekrar tekrar yeniden seçilmeleri dikkate değerdir.  Bunun için seçimler ne seçimden önce ne de seçildikten sonra temsilcilerin özerkliğini frenleyebilir.  

Yasa koyucular ile diğer görevlilerin (seçilmemiş olan birçoğu dahil) seçmenlerin kontrolünden bağımsız olarak hareket ettikleri belki de en önemli vaka krizler sırasındaki siyasî faaliyetle ilgilidir. 1940 seçiminde seçilmiş federal görevlilerin 2. Dünya Savaşı yıllarının bir kısmını veya tamamını içeren izleyen görev dönemleri esnasında ne yapacak olduklarını kaç seçmen bilebilirdi? 1972 seçiminde kaç seçmen temsilcilerinin 1973-74 ‘’enerji krizi’’yle nasıl baş etmelerini istedikleri hakkında, hatta böyle bir krizin ortaya çıkacağı hakkında bir fikri vardı? George H. W. Bush’un Iraklıları Kuveyt’ten çıkarmak için Amerikan askerlerini İran Körfezi’ne göndereceğini kim öngörmüştü? Kaç kişi, 2000’de George W. Bush’a oy verdikleri zaman, Afganistan ve Irak’ın askerî işgalini ve uzun, kanlı itilasının öngörmüştü?

Baskın seçmen tercihlerini keşfetme imkânından yoksun olan hükümet görevlileri krizler sırasında zorunlu olarak ciddi ölçüde takdir yetkisi kullanırlar. Fakat liderler ‘’halkın’’ ne istediğini bilemeseler bile, yine de ve sıkça hayati derecede önemli siyasî faaliyet yaparlar. Bunlar bir kere yapılınca da, yola-bağımlı bir tarihsel süreçler dünyasında olayların akışı geri dönülmez şekilde değişir. Eğer ABD seçmenleri 1940 yılında ulusun savaşa girmemesini tercih etmiş olsalardı, yasa koyucuların hatasını 1942 seçiminde düzeltmek için çok geç olurdu; zaten olan olmuştu.  Eğer onlar 2004 yılında ABD birliklerinin Irak’tan çekilmesini tercih etmiş olsalardı, hiçbir başkan adayı bu alternatifi benimsemediği için şansları yoktu. Bundan başka, siyasî eylemlere genellikle bu eylemleri başlatmış veya desteklemiş olan politikacılar ve onların dostlarının dikkatle tasarladıkları rasyonelleştirmeler, mazeretler ve propaganda eşlik eder. (Politikacılar siyasî hatalarını ne sıklıkla kabul ederler ki?)

Bu bakıldığında, siyasî tercihlerin, kamuoyunun ve hatta hâkim ideolojinin nasıl değişebildiğini, yapılmış olan şeyle nasıl daha uyumlu hale geldiğini ve böylece siyasi modellerde genellikle varsayılan nedenselliğin yönünün tersine döndüğünü görmek kolaydır.  

Politics and Markets: A Highly Misleading Analogy

* Robert Higgs, ‘’Politics and Markets: A Highly Misleading Analogy’’, June 7, 2012. https://www.independent.org/article/2012/06/07/politics-and-markets-a-highly-misleading-analogy/

Çeviri: Prof. Dr. Mustafa Erdoğan

Shares:

Okumaya Devam Edin