BlogYayınlar

Anayasa Mahkemesinin HSK Üyelik Seçimine İlişkin Kararı Üzerine

TBMM tarafından Hakimler ve Savcılar Kuruluna üye seçimiyle ilgili olarak CHP milletvekilleri tarafından açılan iptal davasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı 10 Kasım 2025 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır. (https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2025/11/20251110-4.pdf ). Cumhuriyet Halk Partisi, TBMM Karma Komisyonunda, Genel Kurula sunmak üzere seçilecek her üyelik için üç aday belirlenmesine ilişkin seçimlerin Anayasanın 159. Maddesine aykırı olarak yapıldığı, bu şekilde belirlenen adaylar arasından seçim yapılmasının eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde olduğu ve Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle açtığı iptal davasında Anayasa Mahkemesi görevsizlik nedeniyle ret kararı vermiştir.  AYM bu kararı verirken “eylemli içtüzük değişikliği” içtihadında kısmi bir revizyona gitmiş görünmektedir.  

Bu karar kamuoyunda geniş çaplı olarak eleştiri konusu yapılmıştır. Hatta AYM’nin OHAL KHK’larına ilişkin içtihadından sonra bu kararın da parlamento çoğunluğunun keyfi tasarruflarını denetimsiz bıraktığı şeklinde eleştiriler yöneltilmektedir. AYM’nin son dönemde ülkedeki otoriterleşme eğilimleri karşısındaki pasif tutumu bir yana bırakılacak olsa bile mevcut eleştirilerde belli bir haklılık payının bulunduğunu belirtmek gerekir.

AYM’nin Eylemli İçtüzük Değişikliği İçtihadı

Anayasanın 148. maddesine göre Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kapsamına Kanunlar, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ve İçtüzük değişiklikleri girmektedir. TBMM kararlarından ise sadece 85. maddede belirtilen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ve milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin olanları AYM’nin denetimi kapsamındadır.  

Ancak Anayasa Mahkemesi bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi denetim dışı bırakılan işlemleri, o işlemin adına bakarak değil, işlemin içeriğine bakarak belirlemektedir. Böylece yasama ya da yürütme organı tarafından yetkilerini aşarak yapılan bazı işlemlerin denetimsiz bırakılmasının önüne geçilmiştir. AYM geçmişte OHAL KHK’leri ile ilgili denetim yasağının kapsamını belirlerken yapılan düzenlemenin içeriğine bakmış ve OHAL’in konusu, süresi ve kapsamıyla ilgili olmayan düzenlemelerin OHAL KHK’sı adı altında yapılması halinde söz konusu düzenlemeleri iptal etmiştir.

Aynı şekilde İçtüzük hükümlerini yok sayan, Anayasa ve İçtüzüğe aykırı TBMM kararlarını da eylemli içtüzük değişikliği olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir.

Anayasa Mahkemesi, bu sonuca ulaşırken denetleme yetkisinin kapsamını yalnızca ilgili işlemin tasarrufta bulunan organ tarafından nasıl nitelendirildiğine, nasıl adlandırıldığına veya bu işlemin nasıl bir yöntem izlenerek yapıldığına bakarak belirlememiştir. Aksine, dava konusu işlemin yapılış yöntemi ve adı ne olursa olsun hukuksal niteliği, etkisi ve doğurduğu sonuçları da gözeterek bir sonuca ulaşmıştır. Mahkeme, “hukuksal nitelikleri, etkileri ve meydana getirdikleri sonuçlar bakımından, Anayasaya uygunluk denetimine tabi tutulan kanun, KHK ve TBMM İçtüzüğü ile eşdeğerde bulunan ve bu nedenle de belirtilen işlemlere özgü yöntem ve isimlerle tesis edilip, hukuki varlık kazanması gereken bazı yasama tasarrufları, farklı yöntem ve isimlerle hukuk sistemine dahil edilerek Anayasaya uygunluk denetiminin kapsamı dışına çıkarılabilir” endişesiyle, “(…) adı yeni bir İçtüzük düzenlemesi veya değişikliği olmadığı ve İçtüzük yapılması ve değiştirilmesindeki yöntem uygulanmadığı halde değer ve etkisi bakımından birer İçtüzük kuralı niteliğinde olan TBMM kararları Anayasal denetime bağlı tutulabilir” saptamasını yapmıştır (E.2007/45, K.2007/54, K.T.1.5.2007).

Buna göre “TBMM kararının İçtüzük düzenlemesi niteliğinde sayılabilmesi için o kararın ‘Meclis’in çalışmasıyla ilgili yöntem ve esaslara’ ilişkin olması gerekir. … Buna göre çalışma yöntem ve esaslarına ilişkin konuları içeren kararlar içtüzük düzenlemesi niteliğinde olup, bunun dışındakiler ise bu nitelikte değildir.” (E.1991/50 ve K.1991/50, K.T.12.12.1991). Mahkeme aynı kararda “İçtüzüğün yasa tasarılarının görüşülmesine ilişkin öngördüğü yöntemden farklı bir biçimde oluşturulan dava konusu TBMM kararı, doğrudan Meclis’in çalışma yöntem ve esası ile ilgili bulunmakta ve 53. maddeyi değiştirir nitelik taşımaktadır. Böyle bir uygulamanın, içtüzük değişikliği olarak görülmemesi TBMM’nin çalışmalarında içtüzükteki kurallara uyma zorunluluğunu giderek zayıflatacak ve bu da eylemli uygulamaların yerleşik duruma geçmesine neden olacaktır.” saptamasından hareketle, TBMM Kararının eylemli bir içtüzük değişikliği niteliğinde olduğuna karar vermiştir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, eylemli bir içtüzük değişikliği niteliğinde olan TBMM kararlarının Anayasa Mahkemesinin denetimi kapsamında olduğuna karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesinin Meclis kararlarının denetimine dair verdiği bir başka kararda, açıkça “kurul iradesinin Meclis kararı örtüsü altında gerçekleştirilmesi, hukuk devleti ve özgürlükler bakımından kimi zararlar doğurabilir” denmekte ve Meclis kararlarının bu nitelikleri haiz olduğu hallerde denetlenme zorunluluğunun altı çizilmektedir. Böylelikle Mahkeme, kendi ifadesiyle “Anayasayı dolanma girişimlerinin” hukuksal korumadan faydalanma imkanının önüne geçmek istemiştir (E.2007/62, K.2007/66, K.T.05.7.2007).

Anayasa Mahkemesi yukarıda belirtilen sebeplerle hem 1961 Anayasası döneminde hem de 1982 Anayasası döneminde bazı TBMM kararlarını eylemli içtüzük değişikliği niteliği taşıdığı gerekçesiyle iptal etmiştir. Ancak bu içtihadın sorunsuz olduğu söylenemez. AYM 2007 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Anayasanın 102. Maddesinde yer alan Cumhurbaşkanı seçilebilmek için ilk oylamada TBMM üye tamsayısının 2/3’ünün oyunu alma koşulunun sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğuna karar vermiş ve toplantıya 2/3 çoğunluğu sağlayacak sayıda milletvekilinin katılmadığı gerekçesiyle söz konusu seçimin eylemli içtüzük değişikliği teşkil ettiğine karar vererek ilk tur oylamayı iptal etmiştir (E.2007/45, K.2007/54, K.T. 1.5.2007). Türk siyasi tarihine “367 krizi” olarak geçen bu karar ile AYM, normal koşullarda ikinci ya da üçüncü tur oylamada Cumhurbaşkanını seçecek çoğunluğa sahip olan partinin Cumhurbaşkanını seçmesini diğer siyasi partilerin ilk tur oylamaya katılmayarak engellemesine olanak tanımıştır. Söz konusu karar ile AYM, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylamasını, toplantı yeter sayısı bulunmadığı gerekçesiyle iptal etmiştir. Kaldı ki söz konusu oylamada Cumhurbaşkanı seçilmemiştir. Sadece ilk oylamada gerekli 2/3 çoğunluk (o tarihte TBMM üye sayısı 550 olup üçte iki çoğunluk 367 milletvekili ile sağlanmaktadır) sağlanamadığı için ikinci tur oylamanın yapılması gerekirken, bu oylama geçersiz sayıldığından ikinci tur oylamanın yapılması engellenmiştir. 

Eylemli İçtüzük değişikliği içtihadının en sorunlu tarafı, bir uygulamanın ne zaman içtüzük değişikliği ne zaman içtüzüğe aykırı uygulama olarak nitelendirileceği konusundaki muğlaklık ve öngörülemezliktir. Bir kararın ne zaman TBMM’nin çalışma usulüne ilişkin, ne zaman çalışma usulü ile ilgisiz olduğunu tespit etmek de göründüğü kadar kolay değildir. Nitekim yukarıdaki örnekte TBMM işlemi bir Cumhurbaşkanlığı seçimi oylamasıdır. Şeklen bakıldığında işlem TBMM’nin çalışmasına ilişkin değildir. Ancak bir oylamanın nasıl yapılacağı elbette TBMM’nin çalışma usulüyle ilgilidir.

Söz konusu kararı denetleyen AYM, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylamasıyla Anayasanın 102 maddesinde yer alan kuralın değiştirildiğine karar vermiştir. Oysa 1982 Anayasası döneminde daha önce üç kez TBMM’de Cumhurbaşkanı seçimi yapılmış, hiçbir seçimde ilk oylamada 2/3 çoğunluk sağlanmamıştır. Ancak bu oylamaların hiçbirinde oylamaya geçmeden önce 2/3 milletvekili hazır mı şeklinde bir toplantı yeter sayısı aranmamıştır. Mesela 1989 yılında yapılan seçimlerde Başbakan Turgut Özal aday olmuştur. TBMM’de grubu bulunan Sosyal Demokrat Halkçı Parti ve Doğru Yol Partisi, Özal’ın lideri olduğu Anavatan Partisinin Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerde düşen oylarının Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesine engel oluşturduğunu belirterek oylamalara katılmamışlardır. İlk oylamaya 285 milletvekili, ikinci oylamaya 284 milletvekili ve üçüncü oylamaya 285 milletvekili katılmıştır. Üye tamsayısı 450 olduğundan hiçbir oylamada 2/3 çoğunluk olan 300 milletvekili oylamaya katılmamıştır.  Buna rağmen Turgut Özal üçüncü tur oylamada 263 oy ile salt çoğunluğun oyuyla Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak AYM, TBMM’nin 27/04/2007 tarihli, 96. Birleşiminde 11. Cumhurbaşkanı’nın seçimi için toplantı yeter sayısı olan 2/3 çoğunluk (367 MV) bulunmamasına rağmen oylama yapıldığı gerekçesiyle eylemli içtüzük değişikliği yapıldığına ve bu kararın İçtüzüğün 121. maddesini Anayasanın 96. ve 102. maddelerine aykırı olarak değiştirdiğine ve bu nedenle de iptaline karar vermiştir.

Görüldüğü gibi AYM’nin 2007 kararında, Anayasanın amacı dışında aşırı geniş yorumlanması gibi özel bir sorun bulunmakla birlikte, eylemli içtüzük değişikliği içtihadına ilişkin yukarıda belirtilen belirsizlikler de devam etmektedir.

Örneğin AYM, 2023 Genel Seçimlerinden sonra oluşturulan Meclis Başkanlık Divanının oluşumunda siyasi partiler arasında oransal dağıtım yapılırken Meclis Başkanının dikkate alınmamış olması nedeniyle alınan kararın eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde olduğu ve Anayasanın 94. Maddesine aykırı olduğu iddiasıyla açılan davada kendini görevli kabul etmiş ve davanın esasını incelemiştir (AYM, E.2023/113, K.2023/127, 26/07/2023).

Eylemli içtüzük değişikliği doğası gereği içtüzükte öngörülen tüzük değişikliği kurallarına uyulmadan yapılan fiili bir uygulama anlamına gelmektedir.  AYM, bu şekilde alınan kararların Anayasaya aykırı olması halinde bunu denetleme ve iptaline karar verme yetkisine sahip olduğunu kabul etmektedir.

Ancak söz konusu içtihadın kanun tekliflerinin Komisyonlarda ve Genel Kurulda görüşülmesine ilişkin içtüzük kurallarına uyulmadan kabul edilmesi halinde nasıl uygulanacağı özel bir önem arz etmektedir. Zira bu hallerde yukarıdaki içtihadın uygulanması halinde kanunların şekil bakımından denetimine ilişkin olarak Anayasanın 148. Maddesinde öngörülen şekil denetiminin yalnızca son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı ile sınırlı olduğu hükmünün aşılması söz konusu olabilecektir. Bu nedenle eylemli içtüzük değişikliği içtihadının kanunların görüşülmesiyle ilgili olarak uygulanması açıkça Anayasanın 148. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı bir sonuç doğuracağından kanunlar bakımından uygulanmaması gerekir. Şekle aykırılık varsa, örneğin özel veya genel af niteliğindeki bir yasa genel kurallara göre kabul edilmişse burada şekil denetiminde kanunun adına değil içeriğine bakarak karar verilmesiyle söz konusu Anayasaya aykırılık giderilmelidir.

TBMM kararları bakımından ise açıkça anayasaya aykırı, devletin anayasada öngörülen demokratik, laik, sosyal hukuk devleti niteliklerini ihlal eden kararların içtüzük hükümleri yok sayılarak alınması halinde eylemli içtüzük içtihadına dayanarak denetim yapılması Anayasa yargısının varlık nedeniyle uyumlu görünmektedir. Ancak burada da Anayasa Mahkemesinin yukarıda sözü edilen 367 kararındaki gibi Anayasanın lafzına aykırı zorlama yorumlarla denetim yapmaktan kaçınması gerekir.

AYM’nin Son HSK Üye Seçimi Kararı

Anayasa Mahkemesinin tartışılan son kararına gelecek olursak; davanın konusu TBMM’nin HSK üyelerinin seçiminde Anayasanın 159. maddesine aykırı davranarak eylemli içtüzük değişikliği yapıldığı iddiasıdır. Anayasanın 159. maddesinde yedi HSK üyesinin TBMM tarafından seçilmesi öngörülmüştür. Yedi üyenin üçü Yargıtay, biri Danıştay üyeleri arasından üçü de öğretim üyeleri ve avukatlar arasından seçilecektir. Seçilecek her bir üyelik için Karma Komisyon üçer aday belirleyecek, TBMM Genel Kurulu bu üç adaydan birini HSK üyesi olarak seçecektir. Aday belirleme ve seçime ilişkin düzenleme şöyledir: “Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.

TBMM İçtüzüğünde HSK üyelerinin seçimine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla Komisyonda aday belirleme oylamasının ve seçimin nasıl yapılacağına ilişkin olarak Anayasanın 159. maddesindeki yukarıda belirtilen hüküm dışında bir düzenleme bulunmamaktadır. Özellikle Komisyonda yapılacak oylamanın nasıl gerçekleşeceği yeterince açık değildir. Örneğin, Yargıtay kontenjanından seçilecek üç üyelik için Komisyonun dokuz aday belirlemesi gerekmektedir.  Yargıtaydan 50 başvuru olduğunu varsayarsak, Komisyon önce birinci üyelik için üç aday belirlemelidir. Komisyonun her adayı da üç tur oylamada belirlemesi gerekmektedir. Bu belirleme için ilk turda 2/3 çoğunluk, ikinci turda 3/5 çoğunluk gerekmektedir, bu sağlanamazsa ikinci turda en çok oy alan iki aday arasından kura çekilecektir. Bu düzenlemenin yürürlüğe girmesinden sonra 2017 ve 2021 yıllarında yapılan seçimlerinde siyasi partiler arasında uzlaşma sağlanarak her bir üyelik için belirlenecek üçer adayın blok halinde oylanması kabul edilmiştir. Yani her bir komisyon üyesi, üç aday için oy kullanmış ve partiler arasında önceden anlaşma olduğundan üzerinde mutabakat sağlanan adaylara oy vermek suretiyle seçimler gerçekleştirilmiştir. Ancak 2025 yılında yapılan seçimde partiler arasında ön uzlaşı sağlanamamıştır.

AKP ve MHP birlikte hareket ederek yine oylamanın blok şekilde yapılmasına karar verilmiştir. Yani her üyelik için belirlenecek üç adayın birlikte oylanması kabul edilmiş, milletvekilleri üç ayrı kişiye birden oy vermiştir. Karma Komisyonun 54 üyesi bulunmaktadır. Yargıtay Kontenjanından seçilecek birinci üyelik için yapılan ilk tur oylamada kimse üçte iki (36) çoğunluğu sağlayamamıştır. Akabinde tekrar oylama yapılmış ve F. A. (34), Ö. F. A.(33), M. Y. (31), L. A. (14) oy almıştır. Komisyon Başkanı, F. A. (34) ile Ö. F. A. (33)’nın beşte üç çoğunluk sağlayarak Yargıtay’dan seçilecek ilk üye için iki aday olduğunu kabul etmiştir. Bu aşamada blok oylamanın iç tutarlığı bakımından M. Y. (31) ile L. A. (14) arasında ad çekme usulü uygulanması gerekmektedir.

Ancak Komisyon Başkanı, ikinci tur oylamada en çok oy alan iki aday arasında kura çekmek yerine Anayasa’nın 159. maddesinde yer almayan üçüncü bir oylama yapılmasına karar vermiş ve Komisyonu tekrar oy kullanmaya davet etmiştir. CHP milletvekilleri bu oylamanın Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürerek Karma Komisyonun toplantı salonunu terk etmiştir. Bunun neticesinde tekrar oy kullanma işlemi gerçekleştirilmiş; M. Y. (31), L. A. (1), V. E. (1) oy almış ve kimsenin üçte iki çoğunluğu sağlayamadığına kanaat getirilmiştir. Ardından beşte üç çoğunluğu sağlamak adına bir oylama daha yapılmış, M. Y. (24), E. D. (6), L. A. (1), V. E. (1) oy almış ve kimsenin beşte üç çoğunluğu sağlayamadığına kanaat getirilmiştir. Akabinde (son turda en çok oyu almaları nedeniyle) M. Y. ile E. D. arasında kura çekilmiş ve kuradan M. Y. çıkmıştır.  Görüldüğü gibi söz konusu oylama tekrarı dolayısıyla kuraya katılan adaylar farklılaşmıştır. Normalde kura çekiminin M. Y. İle L. A. Arasında yapılması gerekirken, yeni oylama sonrasında kura M. Y. ile E. D. arasında çekilmiş ve sonuç olarak Yargıtay üye kontenjanından. birinci üyelik için seçilen adaylar: F. A., Ö. F.A. ve M.Y.  olarak belirlenmiştir.

Diğer üyelikler için yapılan oylamalar yine blok oy şeklinde yapılmış ve ikinci tur oylamalarda adaylar 3/5 çoğunluk oyuyla belirlenmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi, Yargıtay kontenjanından seçilecek ilk üyelik için üçüncü adayın belirlenmesiyle ilgili uygulamanın Anayasanın 159. Maddesine aykırı olduğu ve eylemli içtüzük değişikliği teşkil ettiği gerekçesiyle seçimin iptali talebiyle dava açmıştır. Anayasa Mahkemesi bu davada öncelikle kendi içtüzük değişikliği içtihadını yeniden ele almıştır. Buna göre, Anayasa Mahkemesinin, TBMM’nin çalışma usul ve esaslarını konu edinen Meclis kararlarıyla ilgili olarak eylemli İçtüzük değişikliği nitelendirmesi yapmak suretiyle kendisini görevli bulduğu ve işin esasını incelediği kararlarının, içerik itibarıyla TBMM’nin çalışma usul ve esaslarına ilişkin olmayan Meclis kararlarının denetimi bakımından kendisini görevli bulduğu kararlarından daha istikrarlı bir süreç izlediği tespit edilmiştir. AYM, İçtüzüğün TBMM çalışmalarının nasıl yürütüleceğini düzenleyen bir yasama belgesi olduğunu dikkate alarak, TBMM’nin çalışma usul ve esaslarını içeren Meclis kararlarıyla ilgili olarak eylemli İçtüzük değişikliği nitelendirmesinin yapılması suretiyle işin esasının incelendiği kararların daha güçlü bir anayasal zemine oturduğu çıkarımında bulunmuştur (AYM, E.2025/133, K.2025/159, 22/07/2025, § 20). 

Fakat içeriği itibarıyla TBMM’nin çalışma usul ve esaslarına ilişkin olmayan Meclis kararlarının, alınış süreçlerindeki usule yönelik aykırılık iddialarından hareketle denetiminin, Anayasa hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi tutulmamış olan parlamento kararlarının tamamının şekil yönünden denetimi sonucunu doğuracağını belirten Mahkeme, bu durumun Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmüyle bağdaşmayacağını belirtmiştir. Bu nedenle eylemli İçtüzük değişikliği iddiasına konu TBMM kararının, denetlenebilmesi için içeriği itibarıyla TBMM’nin çalışma usul ve esaslarıyla ilgili olması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bunun sonucu olarak da bu içerikte olmayan bir TBMM kararının İçtüzük kuralı niteliğinde görülerek anayasallık denetimine tabi tutulması mümkün olmadığını belirtmiştir (AYM, E.2025/133, K.2025/159, 22/07/2025, § 21).   

Mahkeme geliştirdiği bu yaklaşım çerçevesinde somut davanın konusu olan TBMM kararının, TBMM’ye Anayasa’nın 159. maddesi kapsamında verilmiş HSK üyelerinden bir kısmının seçimi görevinin yerine getirilmesine ilişkin olduğunu belirtmiş ve bu kararın içeriği itibarıyla Meclisin çalışma usul ve esaslarına yönelik herhangi bir düzenleme içermediği gerekçesiyle kendi görevi kapsamı dışında kaldığına karar vermiştir (AYM, E.2025/133, K.2025/159, 22/07/2025, § 22).

Bu karara dört üye farklı gerekçeyle katılmış dört üye ise katılmamış karşı oy vermiştir. Karara farklı gerekçe ile katılan üyeler TBMM kararlarının hiç denetlenmeyeceği gerekçesiyle sonuca katılmışlardır. Ancak çoğunluk kararındaki “içeriği itibarıyla TBMM’nin çalışma usul ve esaslarıyla ilgili olan” ve “olmayan” TBMM kararı ayrımına katılmamışlardır.  Muhalif üyeler ise bu ayrımın işlevsel olmadığını ve somut olayda dava konusu edilen HSK üye seçiminin TBMM’nin çalışma usulüyle alakasız olduğunun söylenemeyeceğini, özellikle de Anayasanın 159. Maddesinde öngörülen seçim usulüne aykırı uygulamanın içtüzük değişikliği kabul edilerek denetlenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Sonuç

AYM’nin son kararında yapılan “içeriği itibarıyla TBMM’nin çalışma usul ve esaslarıyla ilgili olan” ve “olmayan” TBMM kararı ayrımının işlevsel olmadığını ve bu ayrımın hukuki temelinin de bulunmadığını belirtmek gerekir. Zira İçtüzük TBMM’nin çeşitli işlevleriyle ilgili kararları alma usulünü düzenlemektedir. Mesela İçtüzüğün 130. Maddesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin başka ülkelere gönderilmesine karar verme usulünü düzenlemektedir.  Açıkça Anayasaya veya İçtüzüğün bu hükmüne aykırı bir şekilde silahlı kuvvetlerin başka bir ülkeye gönderilmesine karar verilmesi halinde yukarıdaki ayrıma göre söz konusu karar denetim konusu olacak mıdır?  AYM kararına göre olmaması gerekir zira kararın içeriği TBMM’nin çalışma usulüne ilişkin değildir. Oysa İçtüzükte öngörülen çalışma usulüne aykırı olarak verilen kararın TBMM’nin çalışma usulünü değiştirdiği açıktır.

Geçmişte de Anayasa Mahkemesi pek çok davada TBMM kararı doğrudan TBMM’nin çalışma usul ve esaslarıyla ilgili olmamasına rağmen söz konusu kararın usulsüz olduğu hallerde içtüzük değişikliği ile alınan somut kararın birbirinden ayrılamayacağı gerekçesiyle alınan kararların iptaline karar vermiştir. Mesela, TBMM’nin Bakanlar Kuruluna güven oylamasında karar yeter sayılarıyla ilgili yaptığı değerlendirme sonucunda kararı içtüzük kuralı niteliğinde görmüş ve iptal etmiştir (AYM, E.1996/19, K.1996/13, 14/5/1996). Aynı şekilde, Olağanüstü Halin 10 ilde uzatılmasına dair TBMM kararının Meclisin çalışma usul ve esaslarıyla ilgili olmadığını, ancak alınan karara vücut veren oylama yönteminin, salt kararın konusu olmadığından bahisle incelenmemesinin söz konusu olamayacağını belirtmiştir (AYM, E.1996/20, K.1996/14, 14/5/1996). Diğer bir davada da “Ülkemizde Konuşlandırılan Çokuluslu Gücün Görev Süresinin Uzatılmasına İlişkin” kararının toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğu sağlanmadan alındığı gerekçesiyle eylemli İçtüzük değişikliği niteliğinde olduğuna karar vermiştir (AYM, E.1996/21, K.1996/15, 14/5/1996).

Başka pek çok kararda da görülebileceği üzere AYM’nin eylemli içtüzük değişikliği içtihadı esasen Anayasanın 148. maddesinde açıkça AYM denetimi kapsamına alınmamış olan bazı TBMM kararlarının denetimi sonucunu doğurmuştur. AYM’nin bu aktivist tutumunun 367 krizinde olduğu gibi tartışmaya açık sonuçları da olmuştur. Ancak tamamen denetimsiz bırakıldığında parlamento çoğunluklarının keyfi davranma, demokratik süreçleri akamete uğratma ve kişilerin haklarını ihlal edecek kararlar alma eğilimi içinde olduğu da göz ardı edilemez.  Bu nedenle AYM içtihadında ortaya çıkan aktivist tutumun özünde hukuk devletinin ve Anayasanın üstünlüğünün korunmasına hizmet ettiği yadsınamaz. Anayasal demokrasinin temel bir kurumu olan Anayasa yargısının varlık nedeni Anayasanın üstünlüğünü güvence altına almaktır. Otoriter eğilimlerin güçlendiği ve Anayasanın keyfi olarak yok sayıldığı bir ortamda Anayasa Mahkemesinin kendi kendini sınırlama yoluna giderek denetim yetkisini dar yorumlama tercihinde bulunması esasen kendi varlık nedeninin inkârı ve Anayasasızlaştırma politikasının önünün açılması anlamına gelir.

Anayasa Mahkemesi son dönemde benimsediği pasifist yaklaşımla Türkiye’de kuralsız ve denetimsiz yönetimin önünü açan bir role soyunmuştur. OHAL KHK’larının denetim dışı bırakılmasıyla yüz elli bine yakın kamu görevlisi bir yasama tasarrufuyla sorgusuz sualsiz kamu görevinden çıkarılmıştır. Binden fazla kanun maddesinde değişiklik yapılmış ve OHAL kalıcı bir hukuk düzenine dönüşmüştür. Bu son karar da AYM’nin pasifist tavrının yeni bir uzantısı gibi görünmektedir. AYM’nin bu pasifist tavrı, kararlarının etkisini de zayıflatmaktadır. Son yıllarda ilk derece mahkemelerinin bile açıkça AYM kararlarına uymayı reddetmesi Mahkemenin otoritesini kaybettiğinin en somut göstergesidir.  AYM’nin etkisizleşmesi de esasen Anayasasızlaşmanın kurumsallaşması araçlarından biridir.

Shares:

Okumaya Devam Edin