Blog

Dünyanın En Zayıf Güçlü Adamı (çeviri)

''Donald Trump’ın şiddet ve ayrıştırıcı dil kullanımı, otorite sembolünden ziyade bir umutsuzluk göstergesi''

Dünyanın En Zayıf Güçlü Adamı

Donald Trump’ın şiddet ve ayrıştırıcı dil kullanımı, otorite sembolünden ziyade bir umutsuzluk göstergesi

Eğer Amerika’da şu an devam eden halk ayaklanmaları dalgasının bizi nereye götüreceğini biliyorsanız, benden daha akıllısınız demektir. Esasen devletin zor kullanma aparatına karşı düzenlenen toplu protestoların sonuçlarını kestirmek, tahmini epey zor ve belki de imkânsız bir iştir.

Timur Kuran’ın gündem yaratan makalesindeki (ve onun ardından çıkan kitabındaki) ifadesine göre bunun bir sebebi, bireylerin isyan etme eğiliminin (veya bu durumda bir gösteriye katılma eğiliminin), bir demokrasi rejiminde bile, önceden netleştirilmesi imkânsız olan özel bir bilgi olmasıdır. Bugün bile dışardan bakan gözlemcilerin, daha çok insanı sokağa dökecek olan bardağı taşıran son damlanın ne olabileceğini, ya da ne tür bir hükümet müdahalesinin onları evde kalmaya yönelteceğini bilmesi çok zordur. Susan Lohmann ve diğer teorisyenlere göre protestoların faydalandığı bir diğer unsur ise “katlanma etkisi”dir. Sokağa çıkan ilk insan olmak istemeyebilirsiniz, ama 5000. kişi olmak isteyebilirsiniz. Bu şekilde, özellikle hükümetin, halkın kızgınlığını tekrar körükleyecek şekilde tepki vermesi halinde, protesto hareketleri zamanla daha da büyür.

Başkan Donald Trump (ve Cumhuriyetçi Senatör Tom Cotton gibi diğer şiddet bağımlıları), gösterileri durdurmak için gereken tek şeyin amansız bir güç kullanmak olduğunu düşünüyor gibi. Bu konuyu tekrar düşünmeli. Bazı zamanlarda, özellikle rejimin istikrarına yönelik gerçek bir tehdit halinde, toplumun geneli destek verdiğinde ve kişiler güvenlik güçlerinin emirlere uyacağına ve şiddetli bir şekilde karşılık vereceğine güven duyabildiğinde, aşırı oranda güç kullanımı işe yarayabilir. Fakat, İran Şahı ve diğer otokrat liderler, tam yetkili askeri güç kullanımının, barışçıl protestoları şiddetli hale getirebileceğini, daha çok insanı muhalefete ve sokaklara sürükleyebileceğini, nihayetinde güvenlik aygıtlarının taraf değiştirmesine ya da dağılmasına sebebiyet verebileceğini öğrendiler. Bir zalim, en sonunda kazanan taraf olsa bile, ortada ülke denecek bir şey kalmayabilir (bkz. Suriye).

Daha da önemli olan şey ise, Trump ve Cotton gibilerinin istedikleri görünen tarzda bir tam baskılamayı haklı gösterecek seviyedeki kamusal bir kargaşanın çok uzağında olduğumuzdur. Evet, bazı suç niteliğinde yağmalamalar oldu, bunların sorumluları açıkça kınanmalı, tutuklanmalı ve yargılanmalı. Topluluk Sayma Konsorsiyum’undan gelen öncül bilgiler, gösterilerin çok büyük bir bölümünün oldukça barışçıl olduğunu gösteriyor, ayrıca şiddet olaylarının norm değil, nadir birer istisna oldukları görülüyor. Ayrıca birçok vakada, göstericilerden çok, yerel polis kuvvetlerinin aşırı tepkisinin şiddeti tırmandırdığı görülüyor.

En önemli olan şey, protestocuların kamu kurumlarını yok etmeye veya anayasal düzeni sekteye uğratmaya çalışmadıkları gerçeğidir. Kimse başkenti ateşe vermeye, Beyaz Saray’ın kapılarını yıkmaya, belediye başkanlarını, senatör veya komiserleri kaçırmaya, ve hatta Michigan’daki eşkıyaların birkaç hafta önce yaptığı gibi hakimlerle silah ve diğer tehdit edici tavırlarla yüzleşmeye yeltenmiyor. Tek bir vali bile gösterilerle baş etmek için federal destek talep etmedi. FBI’a göre “Antifa” hareketi olarak bilinen sözde tehlikeli karabasan, (bazı sağcı militanların aksine) şiddete yol açmıyor. Fox Haber büyük bir hayal kırıklığı yaşamış olmalı.

Anayasal düzene yönelik asıl tehdit protestoculardan değil, Beyaz Saray’ın kendisinden geliyor. Tam da bu sebeple, Trump’ın arzu ettiği görünen türden bir kaba kuvvetin elzem olmadığını anlayan (emekli ve aktif görevde olan) Amerikan ordu liderlerinin açıktan tepki gösterdiklerini görüyoruz. Bu insanlar, Amerikan halkının domine edilecek bir savaş alanı olmadığının ve silahlı kuvvetlerin asli görevinin anayasayı muhafaza etmek ve ülkeyi yabancı düşmanlara karşı korumak olduğunun, bir başkanın şahsi siyasi talihini ileri taşımak olmadığının farkındalar.

Bu oldukça rahatsız edici durum, beceriksiz ve gün geçtikçe umutsuzluğu artan başkan Trump’ın, kullanabileceği başka bir kozunun kalmadığını açık şekilde gözler önüne serdi. Ekonomi adım adım tükeniyor, ve Trump’ın, ülkeyi 2008 resesyonundan başarıyla çıkartan selefinin aksine ekonomiyi yakın zamanda toparlayacak bir planı yok. En güncel iş gücü raporunun aksine, seçim gününde on milyonlarca Amerikalı halen işsiz olacak ve Trump bunun farkında. Ülke bugün bu durumdaysa eğer, bu Trump’ın COVID-19 salgınına müdahalesinin utanç verici derecede yetersiz olması sebebiyledir. Virüsün mucizevi bir şekilde yok olacağı iddiası tipik bir Trump yalanıydı ve 100.000 Amerikalı öldükten sonra bile yalan söylemeye devam etti. Bu esnada, daha yetkin liderleri olan ülkeler, güvenli bir şekilde tekrar açılmaya ve toparlanmaya başlıyor. Amerika’da bu durum değişecek gibi durmuyor ve ikinci bir yayılma dalgasının sonbaharda baş göstermesi işten bile değil. Son olarak, kendisinin dış politikadaki fevri ve bilgisiz tavrı, düşmanları cesaretlendirip müttefikleri kızdırırken, tek bir önemli dış politika başarısı sağlamadı. Bu problemi çözme noktasında da bir fikri yok.

Bu yüzden, başvuracağı tek şey, ülkenin tamamına kalıcı bir zarar verecek olsa bile, elinden geldiğince ayrıştırmak olacak. Trump’ın şiddetin artmasını istemek için; bizlere diğer hatalarını tartıştırmamak, Amerikalıları kamu düzenine çok büyük bir tehditle karşı karşıya olduklarına ve alınan tüm önlemlerin haklı sebepleri olduğuna ikna etmek gibi çokça sebebi var. Amerikan tarihinde ilk kez, bir başkanın ülkesinde şiddeti ve kargaşayı açıktan alevlendirmenin kendisine politik çıkar sağlayabileceğine inanması, akıllara durgunluk veriyor. Richard Nixon bile bu kadar ileri gitmedi.

Bu yüzden, verilecek en doğru tepki, ümitsizce ihtiyaç duyduğu kırımdan onu mahrum bırakmak olacaktır. Meslektaşım Erica Chenoweth ve ortak yazarı Maria Stephan’ın gösterdiği gibi, sivil itaatsizlik, şiddetli başkaldırıdan çok daha etkili bir sosyal değişim aracıdır. Bunun nedeni çok basit: şiddet içeren eylemler, devletin baskıyı gerekçelendirmesini kolaylaştırıyor ve kolluk kuvvetleri, genellikle protestoculardan daha güçlü oluyor. Lakin eğer gösteriler barışçıl şekilde devam ederse, baskıya gerekçe bulmak ve polisi, Ulusal Muhafızları ve diğer kolluk kuvvetlerini güç kullanmaya ikna etmek zorlaşır. Bu denense bile, diğer Amerikalılar durumun aslını görecek ve bu çaba layıkıyla geri püskürtülecektir. Barışçıl gösterilere yapılan sert müdahaleler, bu başkanın, ülkesini ne kadar kötü şekilde yüzüstü bırakabileceğini tekrar hatırlatacak.

Beni asıl endişelendiren şey şu: şu an devam eden protestolar, -aşikâr ve anlaşılabilir sebeplerden ötürü- genellikle ırksal adaletsizlikle ilgili olsa bile, Amerika’nın yüzleştiği bazı problemler ırk sorununu aşıyor. Irklar arası eşitsizliğe yönelik meşru kaygılara (COVID-19’un azınlıklar üzerindeki orantısız etkisi de dahil) ilaveten protestolar, son yıllarda geniş çaplı sosyal ihtiyaçlara eğilmek yerine, kendilerini zenginleştirme konusunda bir hayli başarılı olan ve nadiren fiillerinden sorumlu tutulan siyasi ve ekonomik elite yönelik kitlesel politik öfkenin de bir tezahürüdür. Bu öfke, reforma direnen ve art arda görevini suiistimal eden memurları cezalandırmayı reddeden polis kuvvetlerine de yöneliktir. Öfke, 2008 yılında ekonominin altını oyan ve hiçbir zaman hesap sorulmayan, Wall Street’in içinden bilgi sızdıranlaradır. Bu hiddet, ifşa olmadan ve cezalandırılmadan, ellerindeki gücü on yıllarca suiistimal eden Harvey Wienstein’lara yöneliktir. Bu öfke, aynı zamanda, John Bolton ve Elliott Abrams gibi sözde dış politika uzmanlarına, çuvallamaları için sayısız fırsat verilmesini izlemekten usanmış olmanın bir sonucudur. Elitlerin ihaneti ve ayrıcalıklı olma durumuna yönelik geniş algı, pek ihtimal verilmeyen ve pek de benzeşmeyen Trump ve Bernie Sanders figürlerini, yaman siyasi aktörlere çevirmiştir. 

2016 yılında Trump, bataklığı kurutacak ve iş dünyasındaki (gerçek dışı) ferasetini milletin problemlerini çözmek için kullanacak olan, cesurca konuşan, düzenin dışından biri imajı çizdi; öyle biri olmasa bile ve toplum genelindeki memnuniyetsizlik, O’na olan desteği arttırdı. Destekçileri bir türlü hakikati görmek istemese de, numaracı Trump’ın yalanları, artık ayan beyan ortada. Bataklığı kurutmak şöyle dursun, kendisi kamuyu zarara uğratıp kâr etmeye devam ederken yönetimini de lobici, plutokrat, kraldan çok kralcı, vasat kişiler ve niteliksiz aile üyeleriyle doldurdu. Kaotik yönetim tarzı, ardı arkası kesilmeyen istifalar, kovulmalar ve vekil atamalarına yol açtı. Bu durum da, ABD tarihinde bir yönetimin yaşadığı en yüksek personel değişim oranına sebebiyet verdi ve federal hükümeti ülkenin ihtiyaçlarını giderme noktasında daha kabiliyetsiz hale getirdi. Trump, aniden karşı karşıya kaldığı bir halk sağlığı ve derin ekonomik kriz sürecinde yatıştırma, birleştirme, ilham verme ve yönetme adına hiçbir beceri gösteremedi. Yalan söylemek, saçlarıyla oynamak ve başkalarını suçlamak dışında, başarıyla icra ettiği siyasi bir becerisi yok.

Kasım ayına kadar, özellikle şehir bazında, öfkenin düzeyinin artacağını ve bu öfkenin ırklar arası adaletsizlik mevzusunun da ötesine gideceğini tahmin ediyorum. Federal destek ödemeleri azaldıkça ve kişisel birikimler tükendikçe, çok daha fazla insan kirasını ödeyemeyecek ve evlerini terk etmek zorunda kalacak. Daha fazla genç birey, geleceğe dair hayallerini askıya almak zorunda kalacak. İnsanlar hastalanmaya devam edecek ve bir kısmı ölecek, bizler de normale yakın bir hayata ne zaman geçebileceğimizi merak ediyor olacağız. Amerikalılar, daha iyi idare edilen ülkeler tekrar açılıp kıskançlıkla bu ülkeleri izleyip kendi ülkelerinin bu örneği takip etmekte neden başarısız olduğunu merak edecekler.

Ayrıştırıcı Donald ise, işte tam orada olacak, yangına körükle gidecek ve sönmekte olan talihini tekrar canlandıracak bir yangın yeri oluşturmayı ümit edecek. Onun taktiklerini ezbere biliyoruz: ABD’nin problemleri için Çin’i, Dünya Sağlık Örgütü’nü, Nancy Pelosi’yi, Barack Obama’yı, Hilary Clinton’ın e-posta sunucusunu, basını, sözüm ona derin devleti, florürlü içme suyunu suçlayacak, ve eğer gerekirse bu listeye George Soros’u, İspanyol Engizisyonunu, İlluminati’yi de ekleyecek -yani kendisi dışında herkesi. Joe Biden’a lakaplar takacak ve ailesiyle ilgili başkaca karanlık yalanlar üretecek.

Gösteriler devam ederse, Trump, bu durumu silahlı bir müdahaleyi gerekli göstermek için bir mazeret olarak kullanacak, böylelikle tabanı onu güçlü ve mert bir lider olarak görecek. Belki de, başsavcı Bill Barr’a seçimi erteletebilmek için sahte yasal dokümanlar ürettirecek. Belki de, ülkenin güvenlik güçlerinin bir kısmını oylamayı baskı altına almak için kullanacak. Kim bilir? Kendisini lider sanan bu kişinin, çiğneyemeyeceği bir sınır bulunmuyor. Çünkü şu an başka bir seçeneği yok.

Yazan: Stephen M. Walt

Yayınlanma Tarihi: 6 Haziran, 2020

Stephen M. Walt  Harvard Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Robert ve Renée Belfer profesörü

Orijinal Metin Linki: https://foreignpolicy.com/2020/06/06/trump-violence-george-floyd-protests-coronavirus-pandemic

Shares:

Okumaya Devam Edin

Blog

 DEVLETSİZ HUKUK I

Hukukun mahiyeti hakkında çağımızda baskın olan görüş, onun belli bir irade tarafından bilinçli tasarım eseri olarak yaratılmış olan bir kurallar sistemi olduğunu varsayar. Bir zamanlar bu irade kralların, sultanların, padişahların