Ünlü Amerikalı liberteryen iktisatçı ve sosyal teorisyen Thomas Sowell bir keresinde şöyle yazmıştı: ‘’Özgürlük en nihayetinde başka insanların sizin onaylamadığınız şeyleri yapma hakkı demektir.’’ (Dismantling America and Other Essays, 2011, s. 294)

Bu önerme özgürlüğün çok önemli bir yanına dikkat çeken bilgece bir söz olsa da, elbette özgürlüğün tanımı değildir. Yani, özgürlüğün aynı anda hem ne olduğunu (‘’efradını câmi’’) hem de ne olmadığını (ağyarını mâni’’) belirleyen unsurları gösteren bir önerme değildir bu. Burada vurgulanmak istenen, normal şartlarda, hiç kimsenin yapmayı uygun gördüğü şey için başkalarının izin veya onayını almak zorunda olmadığıdır.

Yoksa, özgürlük kişinin eylemlerinin şu veya bu şekilde etkileyebileceği başka kişilerin ve izin veya onayını almak zorunda olduğu durumların var olmadığı anlamına gelmez.  İnsan toplumsal bir canlıdır ve dolayısıyla başka insanlarla etkileşim ve iletişim halinde olduğu bir çevrede yaşar. Onun için, özgürlük elbette çevresinde hak sahibi başka insanlar yokmuş gibi hareket etmek, başkalarının haklarını göz ardı ederek ‘’aklına estiği gibi’’ davranmak demek değildir.

Sowell’ın aktardığım sözü özgürlüğün tam bir tanımı olmasa da, bu söz bizi ‘’onaylamadığımız şeyleri’’ yapan kişi veya kişiler karşısında almamız gereken tutum üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Kişinin bizim onaylamadığımız şeyleri yapması onun ‘’hakkı’’ olduğuna göre, her şeyden önce yapmamız gereken onun -bize zarar vermeyen- hak kullanımına saygı göstermektir. Burada ‘’saygı göstermek’’ten kasıt, zorunlu olarak, takdir etmek veya değer vermek değildir. Esasen zaten onaylamadığımız bir fiil, davranış veya pratikten söz ediyoruz, onaylamadığımız bir şeyi takdir etmemiz herhalde beklenemez.

Bu bağlamda ‘’saygı göstermek’’, muhatabımızın yapmayı tercih ettiği şeyi onaylamıyor olsak ta, o eylemin onun için değerli olduğunun idrakinde olarak, onun tercihine saygı göstermek demektir. Bu da bizi muhatabımızın onaylamadığımız eylemine müdahale etmemeyi seçmeye götürür ki, bunun pratik anlamı müdahale etmekten kaçınmaktır.  Esasen, özgürlük hakkı hak sahibinin muhataplarına kaçınma ödevi yükler.

Dikkat edilirse, burada özgürlükle ilgili olarak söz konusu olan mesele aslında genellikle başka bir bağlamda, hoşgörü bağlamında, tartışılır. Çünkü hoşgörü tam da onaylanmayan davranış karşısında nasıl tutum alınması gerektiğiyle ilgilidir. Hoşgörü, kısaca, onaylanmadığı söz veya davranış karşısında kişinin bilinçli ve prensipli olarak müdahale etmemeyi seçmesi demektir.

Yoksa, Türkiye’de kavram için kullandığımız kelimelerin (‘’hoşgörü’’, ‘’müsamaha’’) talihsiz çağrışımının da etkisiyle genellikle sanıldığının aksine, hoşgörü ‘’hoşgören’’ ile ‘’hoşgörülen’’ arasında ahlâkî bir hiyerarşi ilişkisi ima etmez.   Ayrıca hoşgörü bir tahammül veya katlanma meselesi de değil, bir prensip meselesidir. Belirttiğimiz gibi, müdahale etmekten kaçınmamız kişinin hakkına ‘’saygı gösterme’’ yükümlülüğümüzün gereğidir. Kısaca, hoşgörü bir lütuf meselesi değildir.

Hoşgörüyle ilgili olarak değinilmesi gereken iki konu daha var. İlki, hoşgörünün ahlâkî bir prensip meselesi olmasıyla ilgilidir: Hoşgörü bağlamında müdahale etmekten kaçınmak, onaylanmayan davranış veya uygulamanın sahibiyle olan ilişkiyi bir güç meselesi olmaktan çıkarıp, onu bir akılcı tartışma ve ikna meselesine dönüştürmek demektir. Başka bir ifadeyle, hoşgörünün gereği olan müdahaleden kaçınmak muhatabı akılcı argüman yoluyla ikna çabasına yer açmak amacına yöneliktir.

Bu da bizi ikinci noktaya götürmektedir: Hoşgörüden söz edebilmek için, onaylamayan öznenin onaylamadığı davranış veya pratiği engelleyebilecek (resmî veya fiilî) güce sahip olması gerekir. Bu güçlü özne bazen devlet, bazen güçlü bir grup, bazen de kitlelerin gücü olabilir. Hoşlanmadığı eylemi engelleme gücüne zaten sahip olmayan kişinin eylemsizliği hoşgörü demek değildir.

Günümüzde hoşgörü sorunu bireyler arası ilişkilerde olduğundan çok, kültürel farklılık ve ihtilâflarla ilgili olarak ve genel toplumdan etnik-kültürel veya dinî bakımdan farklılaşan azınlık grupları ile devletin ve/veya genel toplumun arasındaki ilişkilerde gündeme gelmektedir. Bu gibi sorunların barışçı çözümü, farklı kültürel pratikleri olan gruplara buradaki anlamda hoşgörüyle yaklaşmakta; yani onların inanç, dünya görüşü ve hayat tarzı bakımlarından bizim alışkın olduğumuzdan farklı tercihlerde bulunmaya hakları olduğu düşüncesine ilkesel bağlılıktadır.

(Diyalog, 20 Ağustos 2023)

Önceki İçerikRobin Hood vs. Nottingham: Vergilendirme üzerine bir Rawls ve Nozick karşılaştırması
Sonraki İçerikVergilendirmenin Genel Ekonomisi
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)