Henüz yeni sayılabilecek bir Kurum olarak KDK’nın kurumsallaşma aşamasında belli bir düzeye geldiği söylenebilecekse de Kurumun tanınırlığı ve güvenilirliğini artırmak konusunda da önemli bir yolu olduğu belirtilmelidir. Ancak, bu konuda sadece iç faktörler değil, dış koşullar da etkilidir. KDK’nın işlevselliği ve idarenin daha iyi işlemesini sağlaması kendi iç performansıyla bağlantılı olduğu gibi bir yandan da genel idari ve siyasi iklimle de bağlantılıdır. Bu açıdan, son yıllarda idari mekanizmaların siyasallaşmasına eşlik eden merkeziyetçilik ve 2017 Anayasa değişiklikleri sonrası kurumların tarafsızlığı, bağımsızlığı ve insan haklarına duyarlılığına yönelik güvenin azalması ombuds kurumunu da etkiler niteliktedir.
Ombuds kurumları ve ulusal insan hakları kurumlarının istenen hedefleri gerçekleştirebilmesi ancak bağımsızlık ve tarafsızlığın tam anlamıyla sağlanması ve toplumun bu kurumlara güvenmesiyle mümkündür. Oysa Türkiye’de son yıllarda giderek artan biçimde -yargı da dahil olmak üzere- kurumlara güvenin azalması bu kurumlara da etki eden bir unsurdur. Örneğin Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) tarafından yapılan bir saha çalışmasında %48,5 yargının bağımsız olmadığını, %41,6 yargıya güvenmediğini, %42,6’nın ise yargının taraflı olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. OECD’nin yargıya güven indeksinde de Türkiye 39 ülke arasında 33 puanla sondan beşinci olmuştur. Yargıya güven konusundaki soruların mahkemelerin hükümetin imajını olumsuz etkileyecek bir karar alıp alamayacağı üzerinden hazırlandığı düşünüldüğünde yargıya güvenle bağımsızlık ve tarafsızlık arasındaki ilişki ve yargı için var olan bu güvensizliğin KDK için evleviyetle olacağını öngörmek mümkündür.
Bazı saha çalışmaları da KDK’nın henüz yeterince tanınmadığı ve sonuç alınması konusunda yeterli güven algısının oluşmadığına ilişkin göstergeler içermektedir. KDK’ya ilişkin olarak 26 ilde yapılan bir saha çalışmasında “idare nezdinde haksızlığa uğrama durumunda ne yaparsınız?” sorusuna katılımcıların %44’ü mahkemeye, %30’u Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezine ve ancak %10’u KDK’ya başvuracağını belirtmiştir. Türkiye’de ayrımcılık algısına yönelik yapılan ve iki yılda bir tekrarlanan bir saha çalışmasının 2022 tarihli olanında ayrımcılığa uğradığını düşünen kişilerin %67’sinin herhangi bir başvuru yapmadığı ve bu kişilere nedeni sorulduğunda neredeyse %80’inin bir sonuç almayacağı veya aleyhine sonuçlanacağına yönelik bir algısı olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan, incelenemezlik ve gönderme kararı oranlarının toplamın %72’sine yaklaşması Kuruma başvuru yapanların da henüz yeterli bilgi sahibi olmadığını gösteren bir veridir.
Yapısal olarak bakıldığında, Türkiye’de kurulan ombuds kurumunun yapısı anayasal dayanağa sahip olması ve parlamenter olması bakımından uluslararası standartlara uygundur. Bununla birlikte, denetçilerin seçilme koşullarının liyakati ve çeşitliliği daha iyi kılacak şekilde belirlenmesi ve seçim süreçlerinde şeffaflık ve çoğulculuğun sağlanmasına yönelik hükümler getirilmesi seçimlerin niteliğine ve kurumun güvenilirliğine yönelik olumlu bir izlenim oluşmasını sağlayacaktır. Başvuranların ve özgeçmişlerinin yayınlanması şeffaflığa hizmet edecekken seçimlerde cinsiyet, mesleki deneyim gibi konularda çoğulculuğun dikkate alınacağının belirtilmesi de çoğulculuğun güçlenmesini sağlayacaktır. Katılımcılığın artması açısından başka kurumların da seçim sürecine karma işlem yoluyla dahil edilmesi, örneğin kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları tarafından önerilme gibi yöntemler farklı meşruiyet temellerinin de katılmasını sağlayacak; başdenetçi seçiminde de nitelikli çoğunluk aranması başdenetçinin meşruiyetini ve gücünü artıracaktır.
Kurum’a yönelik getirilerden eleştirilerden biri kararlarının tavsiye niteliğinde olması ise de bu karar türünün önemli avantajları ve ombuds kurumlarına özgü imkanları beraberinde getirdiği unutulmamalıdır. İdarelere yol gösterici olabilmesi, ispat standartlarının daha esnek olması, hakkaniyet incelemesi yapması, başvuru inceleme sürecinin daha farklı standartlara sahip olması gibi nedenlerle ombuds kurumlarından beklenen fayda açısından tavsiye kararları elverişli bir araçtır. Raporun içerisinde değinilen ve mevzuat değişikliği, uygulamanın değiştirilmesi, iyi idare ilkeleri ile tutum ve davranış konusunda önerilerde bulunma, idarenin komisyon kurması, eğitim vermesi gibi farklı tavsiyelerin verilebilmesi
Kurumu diğer denetim mekanizmalarından ayıran bir unsurdur. Bağlayıcı karar almanın ölçü norm ve inceleme standartlarının farklı olacağı ve ombudsmandan beklenen faydayı sağlamayabileceği dikkate alınmalıdır. Uygulanmama riskini azaltmak için başdenetçinin seçimi, meclis komisyon çalışmalarının etkili olması, kamuoyu duyarlılığının sağlanması gibi başka etkenler dikkate alınmalıdır.
Kurum’a yapılan başvuruların çok yüksek bir oranının gönderme ve incelenemezlik ile sonuçlanması da Kurum ve mekanizma hakkında bilgi düzeyi konusunda eksikler olduğunu göstermektedir. Başvuru konularının başta kamu görevlileri olmak üzere sosyal güvenlik vb. daha teknik konularda yoğunlaşması insan hakları alanındaki etkisini daha sınırlı hale getirebilmektedir. Ceza infaz kurumları, engelli hakları ve çocuk hakları alanında olumlu etkiler yaratabilecek kararlar verildiği görülmekteyse de bazı konulardaki kararlarının daha sınırlı etkiye sahip olduğu ve insan hakları gündeminde önemli yer tutan bazı konularda başvuru dahi yapılmadığı görülmektedir. İfade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, kadın hakları, cinsel azınlıkların hakları gibi alanlarda hem başvuruların hem de olumlu kararların az olması, hatta kadınların daha az başvuru yapması dahi belli eksikleri göstermektedir. Kurum’un 2017 yılından beri uyguladığı dostane çözüm yolu kararlar içerisinde giderek artan bir orana sahiptir. Her ne kadar dostane çözüm -adından da anlaşıldığı gibi- idarede uzlaşmacı kültürün yaygınlaşmasına hizmet edebilecekse de sistemik sorunlarda başvurulmaması gereken ve başvuranın da kabul beyanının alınması gereken bir karar türüdür. Başvuran açısından idarenin eylem veya işleminin gerçekten kendisi açısından tatmin edici olup olmadığı veya bir tavsiye kararı alınması talebi olup olmadığı gözetilmeden bu kararın alınması başvuran bireyler açısından güven sorunu yaratabileceği gibi yapısal veya yaygın sorunlara işaret eden başvurularda kararın etkisinin hem idareler hem potansiyel başvurucular açısından yaygın olabilmesi için dostane çözüm yerine karar verilmesi daha doğru bir yaklaşımdır. Bu nedenlerle, dostane çözüm yolu konusunda daha detaylı düzenlemeler yapılması uygun olacaktır.
Resen inceleme yetkisi verilmesi zaman zaman gündeme getirilen bir talep olmakla birlikte resen inceleme yetkisinin belli bir tercih kullanma anlamına gelmesi karşısında bağımsızlık ve tarafsızlık konusunda hala yaşanan sorunlar ve kurumsal kapasitenin sınırlıkları dikkate alındığında resen inceleme yetkisi verilmesinin var olan koşullarda olumlu etki yaratmasının güç olduğu, hatta tersine Kurumun güvenilirliğini azaltabileceği gözetilmelidir. Bu tür bir analize imkân veren ise Kurum’un bugüne kadar iradi bir seçimle hazırlamayı tercih ettiği özel raporlardır.
Kurum’un performansı açısından önemli bir işlevi olan özel raporların beklenen hedefi gerçekleştirmekten uzak olduğu söylenebilecektir. Web sitesinde yayınlanan raporların yarısının Kurumun görev alanını aşarak Türkiye dışındaki meselelere ilişkin olması ve sistemik ihlal ve sorunlara işaret ederek eleştirel de olacak şekilde idareye yol gösterecek raporların yokluğu özel rapor işlevinin amaca hizmet edemediğini gösteren bir performanstır.
Kurum, birleştirme kararı almakla birlikte toplu şikâyet mekanizmasının ayrıca düzenlenmesi sistemik ihlaller bakımından işlevsel olacaktır. KDK’nın Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmesi veya davalarda üçüncü taraf görüşü verebilmesi işlevleri de yetkilerin kapsamı anlamında geliştirilebilecek unsurlardır. Yine sivil toplum ilişkileri kapsamında karar alma süreçlerinin daha katılımcı olması, gerektiğinde hem başvurular hem de özel raporlar için kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi örgütlerden görüş alınması katılımcılığı ve karar kalitesini artıracaktır.
Nüfusun ve dava sayılarının fazlalığı gözetilerek ve belli konularda iyileştirme yapılabilmesi için uzmanlık ombuds kurumları kurulması beklenen etki açısından faydalı olacaktır. Bu kapsamda, örneğin çocuk başvurularının kendine özgü niteliği ve bu başvuruların yürütülmesi sürecinin farklılaşması ihtiyacı nedeniyle çocuk haklarına özgü bir ombuds kurumu olarak örgütlenmesi Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin etkili uygulanabilmesi ve çocuk hakları alanındaki farkındalığın artırılması bakımından son derece işlevsel olacaktır
Doç. Dr. Dilşad Çiğdem Sever