Mill, statüko savunucularının geleneksel kurumları devam ettirme isteklerini motive eden çıkarcı bir tembellikten muzdarip olduklarını belirtir. Bu tembellik kendini en açık şekilde bir hayal gücü eksikliği olarak dışa vurur. Mill statükonun savunucularını şöyle açıklar: “Kadınların erkeklere tabi kılınması evrensel bir norm olduğunu ve bundan mütevellit bu normdan kopuş pek tabii doğal olarak doğal gözükmüyor.” Mill, eşitlik karşıtlarının genellikle statükoyu kadınların sözde doğasını hatırlatarak ve eşitsizliği besleyen kurumların nasıl tabi bir vaziyette olduklarını anımsatarak müdafaa ettiklerini gözlemlemiştir. Mill de “Fakat tahakküm uygulayan kişilere hiç uyguladıkları tahakkümün tabi gelmediği olmuş mudur?” diyerek bunu yanıtlamıştır. Mill cinsiyet eşitsizliğinin tabi düzenden köklendiğini kabul etmemiştir. Bilakis, tabi olan şey özgürlüktü ki bu nedenle de “tatbiki meselelerde, ispat yükünün özgürlüğe karşı olanda olması gerekmektedir.”
Mill demektedir ki kadının doğası hakkında sorulara daha cevap verebilecek değiliz çünkü “kadının doğası diye adlandırılan şey “önemli oranda yapay bir şeydir , bazı yönlerde zorla bastırmak suretiyle bazılarındaysa doğal olmayan uyaranlar suretiyledir.” Gerekli olan şeyse Mill’in “Özgürlük Üzerine” yazısında “Yaşam Deneyleri” olarak izah ettiği şeydir. Mill “her iki cinsin de özgür bir ortamda kendi yeteneklerini keşfedip geliştirmesi doğal olandır” fikrini kabul etmektedir. Kadın ve erkeklere eşitçe davranmadıkça öteki cinsin ebilebildikleri konusunda basitçe sadece cahil kalıyoruz.
Mill, yakın zamana kadar “daha güçlü olanın kanunu” nun toplumu örgütlediğimiz yanlış bir prensip olarak hüküm sürdüğüne inanıyordu. Buna karşıt olarak Mill, “modern inanç” dediği fikri benimser ki “insanların artık doğdukları yerde doğdukları topraklara amansız bir şekilde zincirle bağlanmadıklarını, kendi zihinsel yetilerini özgürce kullanabileceklerini ve hatta, sunulan imkanlardan biri olarak da en çok arzuladıkları şeye kavuşmalarını savunur. Hülasa Mill için modernitenin tanımı seçimdi ki seçmek tüm bireylere cinsiyet fark etmeksizin sunulmalıydı. Ve Mill “bireysel seçim özgürlüğü”nü gelişimin en etkili yolu olarak tanımlar.
Evlilik, Ya Bu Deveyi Güdersin Ya Bu Diyardan Gidersin
Mill, kadınların baskılanmasını sürdüren evlilik kurumuna adadığı bölümden evvel sahneyi cinsiyetler arasındaki eşitsizliğin sadece bireylere değil kökten de topluma zarar verdiğini savunan argümanları ile sahneyi ayarlar. Kadınların aldıkları eğitim ve yetiştirilmeleri ağırlıklı şekilde bir eş olarak nasıl daha çekici hale gelebilecekleri üzerine odaklandırılmıştı. Ancak kadınların evlendirilmesine odaklanılmasına karşın, Viktorya dönemi İngiltere’sinde evlilik yasal ama son derecede tiksindirici bir ilişki biçimi olarak kalmıştır. Hatta Mill, “Yasalarımızca kabul edilen tek gerçek esaret evliliktir. Her evin hanımı dışında yasal köle kalmamıştır.” diyerek bu durumu kelimelere dökmüştü
Mill’in zamanında her ne kadar yüksek statüteye sahip olan bir kadın dahi olsa iş ve eğitim fırsatları kadınlara kaplıydı. Sonuç olarak, kadınlar için evlilik tam olarak bir deve gütme meselesiydi ki üst sınıftan bir kadının da geçimini sağlamasının başka gerçekçi seçeneği yoktu. Mill, kadınlara “eş ve anne olmak dışında” “neredeyse hiçbir yolun” açık olmadığından bahsetmişti. Yine de çağdaşı Viktorya dönemindekiler, modern evliliğin her iki eşin de coşkulu rızasına dayanan bir ilişki olduğu fikri üzerine inşa edildiğine inanıyorlardı. Mill, evliliğin anlamlı bir seçim olmadığını söylemiş ve bu fanteziye, evliliğin kadınları evlilik dışında makul alternatiflerden noksan bırakıp bu yolu seçmeye zorlanmalarını acımasızca kadınlara dayatılmasını göstererek saldırmıştır.
Evlilik Kadınların Köleleştirilmesini Nasıl Cesaretlendirmektedir
Öncelikle, evlenince kadın yasal olarak eşine hizmet etme konumuna hizalandırılmaktadır. Örtünme ve eş birliği hakkındaki doktrinler, İngiliz Kamu Hukuku’nda Kutsal Kitap’ın Yaratılış bölümünden türetilmişti bu da kadının eşinin otoritesi dışında yasal statüden mahrum bırakıyordu. Mill’in zamanında William Blackstone gibi düşünürler rahatlıkla “Evlilik sürecince kadının varlığı yasal olarak askıya alınır.” sözünü sarf edebiliyordu. Yasal olarak, eş birliği kadın ve erkek evlendiğinde onların tek bir kişi olarak düşünülmesi, ki bu kişi erkek olur, anlamına gelmekteydi. Bu doktrince kadın kazançtan mahrum bırakılır ve tüm gelir evin reisine yani erkeğe ait görülür hatta ve hatta bu mahrum bırakılma çocuklarının velayetine kadar sirayet ederdi.
Mill’i en çok dehşete düşüren şey ise evlilik yasalarının ev içi cinsel tacize karşı koymaktan öte bunun varlığını kabul etmesiydi. Eş birliği doktrinine göre evli bir erkek ve kadın tek bir beden olarak yasalar önünde kabul ediliyordu. Bundan mütevellit yasal tanımca evlilik sürecince bir cinsel saldırı meydana gelemezdi, bu imkansızdı. Erkek eş Mill’in deyimiyle “eşinden bir insanın düşebileceği en alt seviyeye düşmesine dahi talepte bulunabilir”di. Çünkü yasalar istismarcı erkeği koruyarak istismara uğramış eş tarafından bu konunun mahkemeye getirilmesinden istismarcı eşi muaf tutuyordu. Viktorya dönemi yasaları altında ev içi istismar ve evlilik içi tecavüz yasal olarak izin verilen eylemlerdi.
Ancak Mill’e göre, yerel alanda yasal olarak yaratılan ve uygulanan eşitsizlik, özel ve samimi bir ilişki olması gereken şeyi, devlet onaylı güçle aşılanmış, kamusal ve duygusuz bir ilişkiye dönüştürdü. Bu eş egemenliğini ortadan kaldırmak için evli kadınlara mal sahibi olma hakkı verilmesi, anne ve babalar için eşit velayet haklarının genişletilmesi ve yasal ayrılık için eşit zemin sağlanması gibi yasal reformlar gerekliydi.
Mill, evlilik mefhumunun kendisine karşı değildi sadece evlilik kurumunun güncel durumuna karşıydı. Tüm bunlardan sonra erkeklerin çoğu eşlerini, yasal olarak yapabileceklerine rağmen, istismar etmiyordu. Mill’in yazdığına göre “Bunu abartma gibi bir isteğim yok zira bu durum abartmaya ihtiyacı olmayan bir vaziyettir. Evlilikte şu an uygulanan muameleyi değil kadın tarafının yasal durumunu izah ediyorum.” Yine de eğer erkek bu “yasal” imtiyazını eşine uygularsa böylesine var olan güç eşitsizliği dengesizliği kadınları erkeğe boyun eğmek durumunda bırakmaktadır. Kadının tebaa sınıfı haline gelmesiyle “tebaa sınıfındaki her birey kronik bir suistimal ve korkutma alaşımlı bir durum içindedir.” kadınların hayatları güvende değildir; bunun yerine kadınların hayatları erkeğin merhametine ve itidallerine bağlıdır ve bu asla ve asla bunu uygulanmasa dahi katiyen özgürlük olarak düşünülemez. Mill “Bu kadar belirsiz bir kullanım hakkı olan özgürlüğün hiçbir değeri yoktur.” diyerek de uyarır.
Mill, zamanının reformist isteklerine rağmen “Aile içi despotizm için söylenemeyecek hiçbir cümle aynî şekilde politik despotizm için de söylenemez” sonucuna varmaktadır. Reformun ateşli bir savunucusu olan Mill, hem evlilikte hem de daha genelde de cinsiyetler arasındaki eşitliği “insanlığın günlük hayatını, herhangi bir yüksek manada bir okul veya ahlaksal bir eğitim haline getirmenin tek yolu” olduğuna inanıyordu. Mill, “insanoğlunun sahih faziletinin, eşitler olarak birlikte yaşama kabiliyeti” olduğuna inanıyordu. Fakat, insanlığın ahlaki eğitimi “insan toplumunun normal yapısına uyarlanmış olan aynı ahlaki normu aile içinde” de uygulamazsak basitçe bodur kalacaktır.
Evin Dışında Kadın
İkinci bölümün sonuna doğru Mill “Para kazanma gücü bir kadının itibarı için esastır.” yazmıştır. Sonrasında Mill üçüncü bölüme başlarken kadınların politikadan, eğitimden ve profesyonel iş hayatından dışlanışını tartışmaya başlar. Mill argümanlarını hiç lafını esirgemeden terimlerle açıklamaya başlar. “Kadınların diğer yerlerdeki engel durumlarını, ev hayatındaki astlıklarını sürdürmek için tutundukları şeyler olduğuna inanıyorum. Çünkü erkeklerin çoğu hala eşitleriyle birlikte yaşama fikrine tolerans gösteremiyorlar” Mill erkeklerin eşitiyle yaşama fikrine daha tolerans göstermediklerini savunur. Mill, kadınların şimdiye dek “daha güçlü olan cinsiyetin(erkeklerin) tekelinde tutulan tüm işlevlere ve uğraşlara erişilmesini” savunur. Mill’in zamanında kadınlar birçok işi yapmaktan mahrum bırakılmış, eğitime erişim hakları kısıtlanmış, oy verme hakkından dışlatılmıştı ve tüm bunlar tabi bir astlık durumuna dayandırılmıştı. Mill “günümüzde iktidar sahipleri daha tatlı bir dile sahiptir ve yaptıkları baskıyı her zaman baskı uyguladıkları kişinin kendi iyiliği için yapıyormuş gibi yapmaktadır.” Konusunda yakınmaktadır. Mill eğitim, iş ve siyaset yollarının kadınlara erkeklerle aynı şekilde açılmasını savunmaktadır.
Bu bölümün çoğu Mill’in çağdaşlarının çoğunun sahip olduğu erkeklerin beyninin kadınlardan daha büyük olduklarına bu yüzden erkeklerin kadınlardan daha zeki oldukları fikri gibi garip fikirleri çürütmesinden mürekkep olmaktadır. Bu köhnemiş argümanlar günümüz okuyucuları için tuhaf görünse dahi Mill nazari bir filozof değildi. Çalışmalarının çoğu halkı sosyal reformlar yapılması konusunda ikna etmekten oluşuyordu. “Kadınların Köleleştirilmesi” erkeklere cinsiyet eşitliğinin yararlarını göstermek için de yazılmıştı. Mill, “Kötü bir şakaya karşı çıkmak mantık israfı gibi görünebilir ama bu tür şeyler insanların zihinlerini etkiler ve erkeklerin de sanki içinde bir şey olduğunu düşünüyormuş gibi bir tavırla bu sözü aktardıklarını duydum.” diye yazmıştır.
Bugünün bakışıyla Mill’in reformları oldukça ürkek görülebilir fakat o dönemin saygın mefkuresinin çok ötesindeydiler. Mill, kadınların özgürleşmesi için hatrı sayılır sayıda kadınların eşitlik savaşına katılacak erkeğe ihtiyaç olduğunu anlamıştı.
Hayat Arkadaşlığı
Son bölümünde Mill, eşitsizliğin hayat arkadaşlığı sürecindeki kadın ve erkeklerin karakterleri üzerindeki negatif etkileri tartışmıştır. Mill, eşitsizliği kaldırmak için yasalarda reform yapılması gerektiğini savunuyordu fakat yasalarda reform yapmanın eşitliği getirmede yeterli olmadığının da farkındaydı. Yasalar tek başına yeterli değildi. Mill, revize edilen eğitimle beraber toplumun, iş yerlerinde de ve önemle arz eden ailede de değişmesi gerektiğine inanıyordu.
Mill, erkeklerin eşitliğe karşı isteksizliklerini, kadınları dışlamanın maddi çıkardan vazgeçme meselesi üzerindeki isteksizliklerinden değildi. Aslında “erkek cinsiyetinin ekseriyetinin bir eşitle yaşama fikrine henüz tahammül edememesinden” kaynaklandığına inanıyordu. Kadınların kamusal alandan dışlanması, kadınların özel alanda da boyunduruk altına alınmasından kökleniyordu. Mill, bu durumun hem erkeklerin hem de kadınların hayatlarında engel teşkil ettiğine inanıyordu.
Temsil edilmeyen veya herhangi bir görevde bulunma şansı olmayan kadınların siyaseti ciddi manada önemsemeleri için elle tutulabilecek çok az neden vardı. Mill, “Kadınların Köleleştirilmesi” nin onları donuk, önemsiz ve ilkesiz olarak şekillendireceğinden ve ortaya çıkan kadın modelinin modern dünya için gereken toplumsal ruhtan mahrum olacağından korkuyordu. Fakat kadının boyun eğdirilmesi -köleleştirilmesi- erkeğe “kendi iradelerine öylesine yüce bir şey olarak tapıyorlar ki bu aslında başka akıllı bir varlığa bir kanun oluyor.” duruma değin cesaretlendirip onlara kazanılmamış ve yanlış bir cesaret veriyordu. Daha da kötüsü genç erkekler kendilerinden daha büyük olanlara özenme halindedirler ve kendilerinin doğal olarak erkek doğmalarından kaynaklı kadın paydaşlarından daha üstün olduklarını düşünmektedirler. Bu yaygın cinsiyetçilik bu kitlenin insanlığın diğer yarısından daha üstün olduklarını düşünmelerini cesaretlendirmektedir.
Mill kısıtlayıcı yasalara karşı reform girişiminin yararlı olacağına inanıyordu fakat uzun vadede kadın ve erkekleri kısıtlayıp onların hayatlarına zarar veren mizojiniyle mücadele etmek için daha kapsamlı bir şeyin gerekliliğine inanmıştı. Mill’in çözümü hayat arkadaşlığıydı. Mill için ideal evlilik, “sağlam bir dostluğun temelini” oluşturan “fikirler ve eğilimler birliği” idi. Bu, bugün kulağa pek devrimci gelmiyor ancak Viktorya dönemindeki sosyal bağlamda bu fikir ziyadesiyle aşırı kaçmaktaydı.
Aristoteles, Cicero ve Montaigne gibi filozoflar, arkadaşlığın erdemlerinden ancak eşit mükemmelliğe sahip iki ortak arasında var olabilecek bir ilişki olarak övgüyle bahsetmişlerdir. Bu nedenle filozofların bir çoğu, erkeklerin ve kadınların denk olmadıklarını ve kadınların arkadaşlık için ahlaki kapasiteden yoksun oldukları için onlarla arkadaş olunamayacakları fikrini öne sürmüşlerdi. Mill ise bu fikir yerine “insanlığın hakiki faziletinin cinsiyet fark etmeksizin eşitler olarak birlikte yaşama kabiliyeti olduğunu” öne sürerek geçmişten radikal bir kırılma yaşamıştı. Evlilik eşitliği sadece her iki taraf için de daha tatmin edici bir ilişki olmayacaktı, aynı zamanda bir sonraki nesle bir eşitlik ahlakının aşılanmasına yardımcı olacaktı. Mill, ailenin eşitler tarafından yönetildiği takdirde “boyun eğme veya güç tarafları olmadan sevgi içinde birlikte yaşamanın bir sevgi ve eşitlik okulu” olabileceğine inanıyordu.
Devletin İlerlemedeki Rolü Nedir?
Liberteryenler devrim ve ilerleme sürecinde devletin üstleneceği rolü sorgulayabilirler. Mill için devletin oynayacağı rol ilerlemeye rehberlik etmek veyahut ilk başta bunun gerçekleşmesine vekalet etmek midir? Fakat Mill uygun koşullar yeşerdiğinde insanlığı cinsiyet eşitliğine götürecek ana itkinin devlet değil fikirler olduğuna inanıyordu. Mill, insanlığın “kurgusal yetilerini” övdü ve buna bağlı olarak “insan görüşlerinin ardışık dönüşümlerini” övdü. Gerçek bir liberal olarak, Mill, “yaşam deneyleri”ne inanıyordu ve büyük ilerlemenin çoğunlukla gönüllü işbirliği yoluyla sağlanacağına inanıyordu.
İlerlemeyi motive eden şey eğer fikirlerse devlet zarardadır. Devlet vatandaşlarını vicdani bir şekilde kendileri için düşünmeye zorlayamaz. Kadınların köleleştirilmesinin sadece yasalarca sona ereceğine inanmak toyluktur. Mill toplumu kökten değiştirecek bir hareketi tasavvur etmiştir. Mill’in ilerleme planında devlet için en uygun görev bireysel hakları korumak ve hoşgörü ve özgür sorgulama ikliminde vuku bulmaya devam eden deneyimleri garanti altına almaktır.
Bir Feminist Olarak Mill’in Mirası
Kadınların Köleleştirilmesi ilk yayımlandığı zaman muhafazakarların ,Mill’in ilkeleri ile dalga geçenlerin, taşlamasına maruz kaldı. Fakat Viktorya Döneminin entelektüel ikliminde cinsiyet eşitliği üzerine mutlaka her zaman eleştiriler vardı. Kadın hakları savunucuları arasında Kadınların Köleleştirilmesi ani bir şekilde bir klasik oldu ve tüm Avrupa ana kıtasından Amerika’ya kadar uçsuz bucaksız bir yayılım gösterdi. Mill’in fikirleri sonraki reformistler için olmazsa olmaz bir hale gelmişti.
Millicent Garret Fawcett, Britanya’nın en büyük kadın hakları kuruluşu lideri, Mill’in feminist hareketteki mirası için övgüyle şu satırları yazmıştır:
“Bay Mill’in etkisinin kadın hareketinde bir çığır açtığına şüphe yoktur. O bir ustaydı ve kendi ekolünü kurdu. Tıpkı resimde bir ustanın bir ekol oluşturması ve nesiller sonra bile kendinden sonra gelenleri etkisi altına alması gibi kadın hareketinin mevcut liderleri ve kadın hakları savunucuları da büyükçe bir oranda Bay Mill’den etkilenmiş ve şekillenmiştir.” Süfrajet Kate Amberely de Mill’in argümanlarını benimsedi ve adeta ezberledi ki onun deyimiyle de “Bütün argümanları aklıma kazıdım ve herhangi bir alaycı için hazır haldeler” durumuna gelmiştir. Mill’in eşitlik üzerine bu denli odaklanması Birinci Dalga Feminist Hareketin hedeflerini büyük ölçüde şekillendirmiştir.
Liberteryenler haklı olarak Mill’i Harriet ile birlikte liberal ilkelerin Özgürlük Üzerine’de izah edilmesinden övünmektedirler. Fakat aynı zamanda Mill’in bu prensipleri toplumsal cinsiyet eşitliğini müdafaa etmek için de kullandığını da hatırlamamız gerekmektedir. Mill her ne kadar hukuku feminist faaliyet için tek bağlantı noktası olarak görmese de erkekler ve kadınların aynı hukuki haklara sahip olması gerektiğini savunmuştur. Mill haklı olarak mutlak eşitliğin sadece yasal düzenlemeyle, yasalarda yapılacak reformlarla sağlamanın mümkün olamayacağını ancak ve ancak birbirimize her gün gösterdiğimiz ve toplumumuzu her şeyden önce daha özgür, müreffeh ve hoşgörülü hale getiren nezaket ve saygı yoluyla sağlanacağını gözlemlemiştir.
Yazının orijinali: https://www.libertarianism.org/articles/introduction-mills-subjection-women
Yazar: Paul Meany
Çeviren: Toprak Arı