Modernlik daha önce de hiç eleştirilmemiş değildi ama özellikle son on yıllarda postmodern
söylemin düşünce ve kısmen de bilim dünyasında etkili olmaya başlamasıyla birlikte bu
eleştiriler hem arttı, hem de daha sistematik hale geldi. Aslına bakılırsa, yüzyıllardır
insanoğlu için olağan varoluş tarzı durumunda olan bir paradigmanın hiç eleştirilmemesi
zaten olacak şey değildi. Hiçbir somut problem yaratmasa bile, alışıldık olan anlayışlar ve
kurumsal yapılardan sıkılmak ve değişim aramak insanoğlunun bir özelliğidir.
Kaldı ki, problemsiz, her şeyiyle mükemmel bir insanî varoluş diye bir şey de yoktur. ‘’Sağda’’
ve ‘’solda’’ olanlarıyla fundamentalistlerin anlamadığı temel insanî hakikatlerden biri de budur
ve bu aynı zamanda onların neden totaliterizme meylettiklerini de büyük ölçüde açıklar.
Modernliğe yöneltilen eleştirilerin tamamen haksız veya yersiz olduğu söylenemezse de,
onun toptan reddine varan görüşlerin de gerçekçi ve hakşinas olmadığı açıktır. Özel alanın
gitgide kamusal kararlarla düzenlenmesi, ulus-devlet ve ulusal türdeşlik gibi, modernliğin
‘’insanlık durumu’’yla bağdaşırlığı kuşkulu olan fikrî ve kurumsal unsurları elbette vardır; ama
insan onurunun dokunulmazlığı, kişiselliğin yerini kurallı yönetimin alması gibi modernlik
kazanımlarını yok sayarak insanî-medenî bir varoluşun mümkün olduğunu düşünmek de hiç
akıl kârı değildir.
Modernliğin temsil ettiği kurumsal yapı ve formasyonların ‘’insanlık durumu’’yla uygunluk
derecesini tartışmayı şimdilik bir yana bırakırsak, ben şahsen modernist paradigmada iki
temel yaklaşım hatası görüyorum: radikal evrenselcilik ve ilerlemecilik.
Genel bir zihinsel yönelim olarak evrenselcilik aslında modernliğin başka bir özelliği olan
akılcılıkla bağlantılıdır. Akılcı evrenselcilik aynı zamanda bilimsel düşünüşün hareket
noktasıdır ve bu anlamda evrenselcilikten kaçınmak mümkün değildir. Fizikî evreni ve
toplumsal dünyayı evrenselci kavram ve kategorilerden, akıl-yürütmenin evrensel ilkelerinden
bağımsız olarak kavrayamaz ve açıklayamayız. Ama öte yandan, toplumsal dünyanın
gerçekliğini fizikî dünyadakine benzer genel-geçer evrenselci yasalarla tamamen
açıklayabileceğimizi düşünmek de ancak insanî varoluşun mahiyeti hakkında bilgisiz olmakla
kabildir.
Amaçlı bir varlık olmak itibariyle tercihler yapmak insanoğlunun temel özelliklerinden biridir.
Ama insanlar sadece akıl ve irade sahibi amaçlı varlıklar oldukları için değil, aynı zamanda
duygusal varlıklar oldukları için de hayatta farklı tercihler yapar ve sık sık genel eğilimlerden
saparlar. Bu olgu, gerek bireysel gerekse kültürel farklılıkların –ve dolayısıyla, rölativist
perspektifin- altında yatan dinamiklerden biridir. Ne var ki, modern düşünce ve bilimin baskın
özelliği farklılık ve çeşitliliğin önemini hafife alan bir evrenselcilik olmuştur; bu ise bir yandan
genel-geçerlik iddiası güden toptancı ideolojileri, diğer yandan Batı modernleşmesini başka
toplumlar için zorunlu bir süreç ve model olarak –en azından zımnen- varsayan sosyal bilim
pratiğini doğurmuştur.
Modernist paradigmanın ikinci özelliği olan ilerlemeci düşünce insanlık tarihini daha insanî ve
medenî yönde devamlı bir ilerleme süreci olarak görür. Aslında ilerleme düşünce de Batı
modernliğini genel-geçer bir model olarak vaz eden evrenselci anlayışı desteklemektedir. Bu
bağlamda, Batı toplumlarının hem geçirdikleri ‘’ilerleme aşamaları’’ hem de bu sürecin
sonunda vardıkları yer Batılı olmayan toplumlar için zorunlu bir süreç ve durak olarak
görülmektedir. Buna bir de, evrenselcilik ve ilerlemeciliğin birleşmesinin gündelik dilde, fikir
tartışmalarında ve hatta akademik dilde modernliğin ‘’iyi’’ kavramıyla özdeşleştirilmesini
teşvik ettiği gereğini eklemek gerekiyor.

Şimdi, akılcı-evrenselciliğe ve ilerlemeci görüşe eleştirel yaklaşmaktaki amacım ne
modernliğin diğer kazanımlarını ne de insanoğlunun daha insanî ve medenî bir hayata
ulaşma çabasına Batı dünyasının yaptığı katkıları inkâr etmeğe kalkışmaktır. Bu eleştirel
yaklaşımın en azından benim için bir anlamı, bunun modern kavram ve kurumların
insanoğlunun tartışılmaz statükosu haline gelerek dokunulmazlık kazanmasının önüne
geçilmesine imkân vermesidir. Modernliğe eleştirel yaklaşımın bununla bağlantılı olan diğer
bir yararı ise, ‘’modern’’ olanı ahlâkî ‘’iyi’’ ile özdeşleştirme eğiliminin gitgide baskın hale
gelerek insanoğlunun ‘’daha iyi’’ye ulaşma yönündeki arayışının bloke edilmesine ciddî bir
itiraz olarak ortaya çıkmasıdır.

Önceki İçerikAlmanak 2019
Sonraki İçerikTürkiye’de Din Ve Inanç Özgürlüğü: Protestanların Tecrübesi
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)