BlogYayınlar

ÖZGÜRLÜK DÜŞÜNÜRÜ OLARAK HERBERT SPENCER (II)

Serinin bu ikinci yazısında Herbert Spencer’ın (1820-1903) özgürlükçü toplum tahayyülünü gözden geçirmek istiyorum.

Herbert Spencer engin bilgisi ve keskin zekâsıyla klasik liberal felsefenin kararlı ve uyanık bir savunucusu idi. Bu felsefenin ayırt edici özelliklerini kendisi şu üç noktada toplamıştı: (1) Toplumsal hayatta cebrî iş birliğinin azaltılıp gönüllü iş birliğinin artırılması, (2) Devlet/hükümet otoritesinin azaltılması ve her bir yurttaşın serbest hareket edebileceği alanın genişletilmesi, (3) Devlet cebrine karşı bireysel özgürlük taraftarlığı.

Herbert Spencer çoğu liberal gibi bir tür ‘’doğal haklar’’ anlayışına bağlıdır. Ona göre, doğal haklar bireyin hayatını idame ettirmesi ve özgür bir şekilde yaşaması için zorunlu olan ahlâkî iddialardır. John Locke’tan buyana ‘’hayat, hürriyet ve mülkiyet’’ üçlemesiyle özetlenen doğal hakların varlığı Spencer’a göre de pozitif hukuktan bağımsızdır. Esasen hukuk temelinde hak fikrinin ve hakların tanınması yatmaktadır.  

Spencer’ci tasavvurda devletin görevi de insanların doğal haklarını savunmaktan, yani ‘’adalet yönetimi’’nden ibarettir. Adaletin sağlanması bir devletin doğal ve ilk görevidir. Adalet ise bireylerin cebren uygulanabilir yükümlülükleriyle ilgilidir, yani bireylerin haklı olarak zorlanabilecekleri asgari davranışları gerektirir. Bu da özünde müdahale etmekten kaçınmaktan oluşur; kişiye eşit özgürlük kanununa uymaktan başka bir pozitif ödev yüklenemez. Buna karşılık ahlak ise cebren uygulanabilir olmayan iyilikseverlik ödevini gerektirir.

Spencer’a göre, devletin adaletin gerektirdiklerinin ötesine geçen ilâve işlevler üstlenmesinin başka bazı sakıncaları da vardır. Şöyle ki: Devlet tarafından yerine getirilen işlevlerin sayısı arttıkça, yurttaşlar kendi hayatlarının sorumluluğunu üstlenmekten kaçınarak her şeyin onlar için devlet tarafından yapılması veya sağlanması gerektiğini düşünmeye başlarlar. Her kuşak istenen amaçların bireysel eylemlerle veya özel yoldan elde edilmesinden çok devlet kurumları tarafından sağlanmasına alışır.

Bu şekilde kişiler için bütün yararları sağlamanın devletin ödevi olduğu zımnî varsayımının yerleşmesinin zararlı sonuçlarından biri idarî organizasyonun büyüyüp güçlenmesi, buna karşılık toplumun bu eğilime direnme ve devleti kontrol etme gücünün azalması olacaktır.

Spencer’a göre, bireyin yeteneklerini başka bir iradenin keyfî müdahalesi olmadan (serbestçe) kendi yararına olacak şekilde -yani hayatını idame ettirmek ve mutlu olmak için- kullanabilmesi gerekir. Bu da sosyal ilişkilerin, düşünürün ‘’eşit özgürlük kanunu’’ olarak adlandırdığı ahlâkî prensip tarafından yönetilmesini zorunlu kılmaktadır: Eşit özgürlük kanununa göre, ‘’herkes başka bir kişinin eşit özgürlüğünü çiğnememek şartıyla, istediği her şeyi yapmakta serbesttir.’’ Eşit özgürlük kanunu gereğince ‘’her birey, yeteneklerini başka herkesin benzer özgürlüğüyle bağdaşabilecek şekilde kullanmak için tam özgürlük iddia edebilir.’’

Spencer ‘’eşit özgürlük kanunu’’nun varlığının ahlâkî olarak inkâr edilmesinin mümkün olmadığı kanaatindedir. Çünkü bu bireylerin hem hak sahibi olduklarını hem de eşit olduklarını inkâr etmeyi gerektirir. Kısaca, kişinin ifade, basın, din, kişi dokunulmazlığı, özel mülkiyet, ticarî mübadele özgürlüğü (ekonomik özgürlük) gibi haklarının temeli eşit özgürlük kanunudur.

Spencer ayrıca bir toplum uzun süre barış hali yaşamadan kişilerde özgürlük duygusunun gelişemeyeceği kanaatindedir; çünkü insanlar sadece barış zamanında hem başkalarının eşit haklarına riayet eder hem de kendi çıkarlarını kendileri uygun gördükleri şekilde gerçekleştirmeye çalışabilirler. Bu demektir ki, bireyler sözleşmeci ilişkilerin karakterize ettiği endüstriyel toplumların gönüllü iş birliği düzenine alıştıkça özgürlük duygusunu geliştirmek suretiyle sosyal çevrelerine intibak ederler.

Düşünür bir kişinin yararlandığı özgürlüğünün kapsam veya derecesinin ona dayatılan kısıtlamaların miktarıyla ölçüleceğini söyler; kişi maruz kaldığı kısıtlamaların azlığı ölçüsünde özgürdür. Eğer kişinin maruz kaldığı devlet kısıtlamaları onun başka bireylere tecavüz etmesini engellemek için gerekli olanın ötesine geçiyorsa, bu durum özgürlüğün ihlali veya özgürlük kaybı anlamına gelir. Düzenleme, yasaklama ve başka şekillerde devlet müdahalesi arttıkça bireysel özgürlüğün alanı daralır. Devlet, hayatlarımızın daha fazla alanını düzenlemeye çalıştıkça bizi adım adım köleliğe yaklaştıracaktır.

(Diyalog, 28 Aralık 2025)

Shares:

Okumaya Devam Edin