BlogYayınlar

Prof. Dr. ERGUN ÖZBUDUN’UN ARDINDAN

Bugün Türkiye’nin seçkin bir sosyal bilimcisi, benim de hocam olan Prof. Dr. Ergun Özbudun’dan bahsetmek istiyorum. Kendisi maalesef 1 Kasım günü hayata veda etti. Aynı gün Ankara’da kendisini toprağa verdik. Hocam ve dostum Ergun Özbudun’un vefatı ülkemiz bilim ve fikir hayatı için büyük bir kayıptır.

Merhum Özbudun meslekten anayasa hukukçusu olmakla beraber, zamanla entelektüel ilgisini siyaset bilimine doğru genişletmiş olan istisnai bir akademik şahsiyetti. Gerçi soyut olarak düşünüldüğünde, bir anayasa hukukçusunun siyaset bilimiyle de ilgilenmesinin şaşırtıcı olmaması gerekir. Çünkü mahiyeti icabı ‘’anayasa hukuku’’ hukukî olduğu kadar siyasî bir disiplindir. Bu demektir ki her anayasa hukukçusu biraz siyaset bilimcidir veya öyle olmak zorundadır.

Oysa merhum hocamda bundan daha fazlası vardı; yani Ergun Özbudun siyaset bilimiyle sadece anayasa hukukçusu olmak itibariyle ‘’ilgilenmek zorunda olan’’ veya ‘’ilgilenen’’ bir akademisyen değil, siyaset bilimi alanında da eserler vermiş olan bir ‘’siyaset bilimci’’ idi. Bu alandaki ilk eseri, Türkiye’de sosyo-ekonomik modernleşmenin geleneksel (cemaatçi ve mobilize) siyasal katılımı azaltırken, özerk ve sınıf temelli katılımı artırdığını olgusal olarak göstermeye çalıştığı ‘’Social Change and Political Participation in Turkey’’ (1976) adlı kitabıdır. Özbudun daha sonraki yıllarda daha çok Türk siyasal hayatı üzerinde yoğunlaştı ve bu bağlamda Türkiye’nin demokratikleşme ve anayasallaşma girişimindeki sorunlu alanları, ilerleme ve gerileme dinamiklerini, bu arada ordunun siyasetteki rolünü inceledi.

Özbudun Hocanın eserleri sadece akademik nitelik bakımından değil, dilinin sade ve akıcı olmasıyla da dikkat çeker. Karmaşık görünen meseleleri neredeyse ‘’sokaktaki insan’’ın bile anlayabileceği bir dille açıklama ve anlatma konusunda hayret verici bir yeteneğe sahipti.   

Merhum Özbudun kendi politik duruşu bakımından uzun yıllar -‘’merkez-çevre’’ ilişkileri teorisinin Şerif Mardin uyarlamasıyla- Türkiye’nin ‘’merkez’’ güçlerine yakın bir profil sergilemişken, aşağı yukarı 1990’lar ortalarından itibaren ‘’çevre’’ güçlerinin ‘’askerî-bürokratik vesayet’’ tezine  daha sempatik yaklaşmaya ve bu çerçevede Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki ciddî bir engel olarak vesayet olgusuna daha fazla dikkat çekmeye başladı. (Aslında Hoca bu kesimi tanımaya 80’lerin ortasından itibaren o zamanlar Anavatan Partisi’ne yakın olan Türk Demokrasi Vakfı’ndaki mesaisi sırasında başlamıştı.) Ancak, kaderin acı bir cilvesi olarak, ‘’çevre’’ güçlerini temsil iddiasıyla iktidara gelen AKP’nin ‘’yolun yarısında’’ bu iddiasıyla ters düşen bir tutum içine girmesi ve eski kurumsal vesayetin yerine kişisel vesayeti koyarak sistemi otoriterleştirmesi, ülkemiz için büyük bir talihsizlik olmasının yanı sıra, bütün liberal-demokratik çevrelerde olduğu gibi Ergun Hoca da hayal kırıklığı yarattı.

Bu arada belirtmem gerekir ki, bu durum ‘’dinci AKP’’ye ve onun ilk döneminde Batılı liberal-demokratik sistem yönünde attığı adımlara baştan beri kategorik olarak karşı çıkmış olan Kemalist ve ulusalcı çevrelerin haklı olduğunu göstermez. Burada özellikle vurgulanmaya değer bir ironi var: AKP’nin son döneminde verdiği dinsellik görüntüsünün yanıltıcı etkisinden zihnimizi kurtarıp düşündüğümüzde, Erdoğan iktidarının bu siyasî sapması aslında onun tam da ulusalcıların devletçi-milliyetçi tezlerine yaklaşmış olmasının sonucudur. Ulusalcıların kendi inandıkları gibi ‘’haklı çıkmış’’ olmaları için, onların da özgürlükçü-çoğulcu demokrasiyi amaçlıyor olmaları gerekirdi; oysa onlar bugün halâ eski vesayetçi antidemokratik sisteme geri dönme arayışı içindedirler.

Özbudun Hoca başarılı bir akademisyen olmanın yanı sıra beşerî münasebetlerinde de son derece nazik ve beyefendi bir insandı. Diyebilirim ki, hiçbir durumda nezaketi elden bırakmazdı. Herkese önyargısız davranırdı, hoşgörülüydü. Onun konumundaki pek az kişide görülebilecek bir tevazu hasletine sahipti. Akademik olarak ta işini ideoloji ve dünya görüşü farklılıklarından etkilenmeden yapardı, meselâ hangi ideolojik eğilimden olursa olsun herkes onunla tez çalışabilirdi.  

Ergun Hoca benim de Doktora tez hocamdı. Ben aslında tez çalışmama rahmetli Tuncer Karamustafaoğlu Hocayla başlamış, tam bitirme aşamasındayken kendisinin 1986 yılında yurt dışına gitmesi nedeniyle tezimi Ergun Hocayla tamamlamıştım. Daha sonraki yıllar Hocayla daha fazla teşrik-i mesai etme fırsatlarımız oldu. Çok sayıda akademik jürilerde ve bilimsel toplantıda bir araya gelmemiz yanında, daha yakın mesai gerektiren ortak girişimlerde de birlikte yer aldık; sanırım 2012 yılındaki, yeni bir anayasa önerisi için esaslar belirlediğimiz -kendisinin eşi, meslektaşım Serap Yazıcı’nın da katıldığı- toplantılar serisi bunların arasındaydı.

Ne yazık ki, Ergun Hoca ne bu ve benzeri çalışmaların olumlu bir sonuç verdiğini görebildi, ne de ülkemizin bu siyasî karabasandan kurtulduğunu. Aksine, maalesef Hoca da hepimizle birlikte ülkemizin 2017 Anayasa felâketini yaşadığına ve hukuk ve demokrasinin ayaklar altına alındığına tanık oldu.

Ergun Hocamı rahmet ve minnetle anıyorum.

(Diyalog, 5 Kasım 2023)

Shares:

Okumaya Devam Edin