Baskıcı ve keyfî yönetimin toplumsal ahlâk için dezavantaj teşkil ettiği bir sır olmadığı gibi, bunun nedenini anlamak ta zor değildir. Buna karşılık, çoğu insan paternalizmin, kötücül olanının değilse de ‘’hayırhah’’ olanının neden yanlış olduğunun anlamakta zorlanır.   

Evet, baskıcı ve keyfî yönetim altındaki toplumlarda ahlâk gelişemez, bu toplumlarda özel olarak ikiyüzlülük yaygınlaşır. Onsekizinci yüzyılda Benjamin Constant’tan 20. yüzyılda F.A. Hayek ve H. Hazlitt’e kadar liberal düşünürlerin tekrar tekrar vurguladıkları bir husustur bu. Constant’ın iki asır önce uyardığı gibi, keyfî iktidar ahlâkı tahrip eder, ‘’keyfî yönetim ahlâkî hayatın vebası’’dır. H. Hazlitt’e göre de ahlâk ‘’ancak özgür bir toplumda ve özgürlüğün varlığı ölçüsünde’’ yeşerebilir.  Hayek te bir keresinde şöyle yazmıştı: ‘’Ahlâk ve ahlâkî değerler ancak özgür bir ortamda gelişirler. Genel olarak, toplumların ahlâkî standartları sadece onların özgürlükten uzun süre yararlandıkları yerlerde ve sahip oldukları özgürlük miktarınca yüksektir.’’

Benjamin Constant siyasî baskının bir aracı olan sansürün, ‘’hükümetin istediklerini söyleyen ama zihinleri farklı düşünceler ve inançlar barındıran ikiyüzlü bir toplum yarattığını’’ yazmıştı. Bunun bir benzerini Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin kurucularından rahmetli Kâzım Berzeg yerel düzeyde söylerdi: ‘’Bizim toplumumuzda ikiyüzlülüğün yaygın olmasının ana nedeni Türkiye’nin baskıcı yönetim geleneğidir.’’

Paternalizm ise bireyin iyiliğini düşündüğü iddiasındaki bir özne veya otoritenin gerektiğinde o kişinin iradesine rağmen onun adına karar alması anlamına gelir. Özellikle insanlara bazı maddî yararlar veya garantiler sağladığı durumlarda paternalizm çoğu kişiye hayırhah bir şeymiş gibi görünür. Birçok insan hayatlarının sorumluluğundan bir ölçüde de olsa kendilerini kurtardığı için paternalist yönetimden rahatsızlık duymaz, hatta ondan hoşnut olur. Oysa, C.S. Lewis’in çarpıcı anlatımında ifadesini bulduğu gibi: ‘’Bütün tiranlıklar içinde, samimi olarak mağdurlarının iyiliği için uygulananı en baskıcı tiranlık olabilir. [Onun için] Her şeye gücü yeten ahlâkçı işgüzarlardansa soyguncu baronlar altında yaşamak daha iyi olurdu. Soyguncu baronun zulmü bazen durabilir veya bir noktada açgözlülüğü doyabilir, ama kendi iyiliğimiz için bize acı çektirenlerin zulmü hiç bitmeyecektir, çünkü onlar kendi vicdanlarının onayıyla böyle yaparlar.’’

Immanuel Kant da paternalizmi en büyük despotizm olarak görüyordu.  Kant tam da kişileri kendi hayatlarının sorumluluğunu almaktan alıkoyduğu, onun kendi kavramlaştırmasıyla, kişileri ‘’rasyonel ahlâkî failler’’ olmaktan çıkardığı için paternalizme kesin bir şekilde karşıydı. Kant’a göre, paternalizmin amaçladığı gibi, yetişkin bir kişiye kendi kararlarını alma hakkını tanımamak ona saygıyı hak eden bir ahlâkî özne ve bizatihi bir amaç olarak değil de, sırf bir araç olarak muamele etmek demektir. Açıktır ki, kendilerine bu şekilde muamele edilen bireylerden oluşan toplumlarda ahlâkî davranış kodları gelişemez.

Öte yandan, paternalizm kendi ahlâk görüşünü devlet zoruyla dayatmak isteyen ‘’ahlâkçılık’’la aynı şey değilse de, özellikle bireylere özgür tercih şansı bırakmaması bakımından ona benzer. Oysa, A.J. Cohen’in belirttiği gibi: ‘’Eğer insanlar özgür tercihte bulunamazlarsa ahlâkî olarak iyi bir topluma sahip olunamaz… Ahlâkî anlamda iyi bir topum, genellikle ‘iyi’yi özgür bir şekilde seçen, yani kendileri için ahlâkî tercihler yapan ahlâkî öznelerin bir birliğidir.”

Yazının başında paternalizmin ‘’kötücül’’ olan veya ‘’hayırhah-olmayan’’ türünden söz etmiştim. Bununla, paternalist iradenin kişilere rasyonel ahlâkî failler olarak muamele etmek şöyle dursun, onların özgür tercihler yapma hak ve imkânını ortadan kaldırmasını yine onların iyiliğine olduğunu varsaydığı uzak bir amaç uğruna yaptığı durumu kastediyorum. Hayırhah görünümlü paternalizmden farklı olarak, bu örnekte varsayılan iyinin kişilere hemen şimdi temini veya onlara fiilen yararlar sağlanması söz konusu değildir. Yani içinde bulunulan an için kişilere bir getirisi olmayan ama uzak gelecekteki daha büyük ‘’iyi’’ uğruna onların haklarının kısmen veya tamamen kısıtlandığı bir durumdan söz ediyoruz.

Paternalizmin hayırhah-olmayan türü dediğim duruma Türkiye toplumu olarak biz zaten ‘’vesayetçilik’’ adı altında aşinayız.  Bizim vesayetçi rejimimizin varsayılan ‘’uzak’’ amacı demokrasidir, ama uğruna kimi hak ve özgürlüklerin ciddî olarak kısıtlandığı bu amacın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, başka bir açıdan söylersek, paternalist iradenin demokrasi hedefinde samimî olup olmadığı belli değildir. Bu vesayetçi rejimin bireysel ve toplumsal ahlâk ile kişilerin karakter yapıları üzerinde ciddî menfi etkileri olduğu da açıktır. AKP’nin kendi siyasî hakimiyetini kesin olarak tesis ettiği son on yılda, kısmen ideolojisi ve kadroları değişmiş olsa da, rejimin vesayetçi niteliğinde esaslı bir değişiklik meydana gelmemiştir.

(Diyalog, 23 Temmuz 2023)

Önceki İçerikAvrupa Birliği ve Türkiye’de Dolaylı Vergilerin Hukuki Statüsü
Sonraki İçerikAKP İKTİDARDA, TÜRKİYE HALÂ ASKIDA
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)