Şehir planlaması, bir şehir veya bölgenin fiziksel, ekonomik, sosyal ve çevresel yapısını düzenleme ve yönlendirme sürecidir. İklim değişikliğiyle mücadelede yadsınamaz bir role sahiptir.
Şehir planlamasında sürdürülebilir kalkınma, ulaşım planlaması ve altyapı geliştirme gibi teknik konuların yanı sıra toplumsal eşitlik ve kent kültürü gibi sosyolojik olgular da ele alınır. Günümüze bakıldığında gelişmiş ülkeler haricinde sosyolojik olgular çok nadiren değerlendirilmiş, maddi unsurların önemi, manevi unsurları arka planda bırakmıştır.
İçinde büyük ölçüde Türkiye’nin de bulunduğu birçok Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinde kültürel değerler, hızlı kentsel dönüşüm süreçlerinde ihmal edilmektedir. Örneğin, tarihî yapılar yıkılmakta, geleneksel mahalle yapıları bozulmakta ve yerel kültürel miras göz ardı edilmektedir.
Hızlı şehirleşmenin sonucunda ihmal edilen tek değer kültürel miraslar değildir. İklim ve çevre de bu hızlı değişimlere tanık olan ülkelerde çok kez zarar görmektedir. Örneğin nüfusu yaklaşık yirmi milyonu bulan İstanbul, çok hızlı bir nüfus artışına maruz kalmış ve bu artan nüfusun ulaşımını, altyapısını geliştirmek için yöneticiler hemen hemen her zaman en ucuz ve hızlı yöntemi tercih etmiştir.
Hızlı ve ucuz çözümler toplu ulaşım bazında değerlendirildiğinde otobüs ve minibüsler; altyapı bakımından değerlendirdiğimizde kalitesiz plastikler, doğru işlenemeyen atıklar, enerjide fosil yakıt kullanımı ve temiz suya bırakılmak zorunda kalınan kirli sulardır.
Avrupa’nın en kalabalık şehri olan İstanbul’da raylı sistemler son zamanlarda oldukça gelişmiş olsa da, raylı ve elektrikli sistemlerin öncülü olan otobüs, minibüs ve dolmuşların sayısında kayda değer herhangi bir azalma gözlenmemiştir. Doğal olarak benzin kullanan bu araçlar, İstanbul’un iklim değişikliğine ve çevre kirliliğine maruz kalmasındaki en büyük faktörlerin başında gelmektedir.
İstanbul’da yalnızca toplu ulaşım değil, yıllardır çözülemeyen trafik sorunu da şehrin hava kirliliğinin başlıca sebeplerindendir. İstanbul’un genelde sıkışık olan trafiğinden kaynaklı olarak araçlar sürekli dur – kalk yapmakta, trafik yoğunluğu normal olan bir şehrin araçlarının ortalama benzin miktarından daha fazlasını tüketmektedirler. Bu denli yüksek benzin yakımının sonucunun da hava kirliliğinden başka bir şey olması beklenemez.
Yıllar boyu Haliç’e İstanbul’un atık suları döküldü ve sonucunda temizlenmesi yıllar alan, tekrar eskisi gibi olamayacak bir Haliç kaldı. Başakşehir’den başlayan, Bağcılar ve Bahçelievler’den geçen Ayamama Deresi’nin çevresine sanayi işletmeleri kuruldu ve ıslah çalışmaları sürmesine karşın dere de tıpkı Haliç gibi yoğun bir kirlilikle karşı karşıya.
Tüm Türkiye’nin ve özellikle İstanbul’un öncelikli sorunlarından biri de tüketilen doğalgaz ve elektriğin yeşil kaynaklardan sağlanmasıdır. İBB verilerine göre İstanbul’da yapılan yeşil ekonomi yatırımları sonucunda 3.102 tonu aşkın CO2 salınımı azaltıldı. (İBB Yeşil İstanbul, n.d.) Ancak bu yeterli değil. İstanbul’un yıllar sonra çökmemesi için doğru yatırımların ve altyapı planlarının şimdiden oluşturulması gerekiyor.
Artık nüfusu ne kadar kalabalık olursa olsun hiçbir şehir tahmin edilemez değil. Teknik olarak İstanbul’un yoğun turist akınına uğradığı/uğrayacağı günlerin farkında olmak çok basit. Ancak günlük ortalama yirmi milyona dayanan nüfusun tek derdi yeşil veya sürdürülebilir bir kent yapısı olmadığı içinn işler beklendiği gibi yürümüyor. İstikrarlılık ile artan onlarca sorun, belediyenin ve doğal olarak İstanbullunun önceliği.
İstanbul, iklim değişikliğinin yarattığı sorunları net bir şekilde deneyimleyen bir şehir olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda, şehir planlamasının özellikle İstanbul için sadece teknik meseleleri değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve çevresel faktörleri de ele alması gerekiyor.
Birincisi, şehir planlamasında kültürel mirasın korunması büyük önem taşımalıdır. Tarihî yapılar ve geleneksel mahalle yapıları, şehrin kimliğini oluşturan unsurlardır. Bu değerlerin korunması, hızlı kentsel dönüşüm projeleriyle çatışıyorsa, yerel toplulukların ve kültürel mirası koruma organizasyonlarının aktif bir şekilde katılımıyla çözümler bulunmalıdır. Ancak yukarıda saydığımız sorunlardan en dişlisi, giderek büyüyen ulaşım kaynaklı karbon salınımıdır.
Şehrin hızlı büyümesi, iklim değişikliğiyle mücadele açısından büyük bir zorluk oluşturuyor. İstanbul gibi büyük bir şehirde, sürdürülebilir ulaşım sistemlerine ve çevre dostu altyapıya yatırım yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Toplu taşıma ağlarının genişletilmesi, elektrikli ve doğa dostu araçların teşvik edilmesi, bisiklet yollarının oluşturulması gibi adımlar, hem trafik sorununu azaltabilir hem de hava kalitesini iyileştirebilir.
Bunun yanında unutulmamalıdır ki İstanbul’un bazı az nüfuslu bölgeleri için bisiklet yollarının artması küçük başarılara kapı aralayacak olsa da İstanbul kadar yoğun ve üretken bir nüfusu yalnızca bisiklete yönlendirmek sadece zarar getirecektir. Belki de 2023’e kadar bu konuda diğer şehirlerden daha da az yatırım yapılmasının sebebi budur.
İstanbul trafiğinde gördüğümüz neredeyse her araç doğrudan veya dolaylı yollarla ticari amaçlıdır. Otobüs ve taksiler gibi toplu ulaşım araçları, lojistik şirketleri tarafından kullanılan araçlar ve lojistik şirketleri haricinde yine aynı sebeple kullanılan araçlar, şirketlerin çalışanlarına tahsis ettiği otomobiller veya kişilerin işe gitmek için kullandığı otomobiller… Bu denli büyük bir araç pazarını ve insanların halihazırda ellerinde birer “asset” gibi bulundurduğu “yatırımlık” araçlarını ellerinden hızlıca çıkarıp yeşil ekonomi çerçevesinde bir yönlendirme yapmak kolay olmayacaktır. Ancak elektrikli araçlara geçmek, İstanbul’un geleceğine, iklimine ve havasına çok büyük bir katkı olacaktır.
“Dünyada genel olarak tüketilen enerjinin yaklaşık %20-25 kadarı ve toplam petrol tüketiminin ise %50’si deniz, hava ve kara taşımacılığında gerçekleşmektedir. Kara taşıtlarının petrol türevi yakıt tüketimindeki payı gelişmiş ülkelerde %50 civarındadır, ülkemizde ise %84’e varmaktadır.” (Ustabaş, 2014)
Türkiye’nin genel bir ortalaması ele alındığında ortaya çıkan bu sayının; fabrika bölgeleri kendisinden uzaklaştırılan ve diğer şehirlere kıyasla katbekat fazla trafiğe sahip olan İstanbul için nasıl bir noktada olduğunu kavramamız gerekiyor.
Dünyada bu sorunla İstanbul’dan daha az boğuşan bazı şehirler ve ülkeler çoktan harekete geçti bile. Norveç’te 2025 yılından itibaren herhangi bir fosil yakıt tüketen (benzin, dizel veya LPG) hiçbir araç trafiğe çıkamayacak. 2022 sonunda incelenen istatistiklere göre Norveç’te trafiğe çıkan her beş otomobilden biri elektrikli. Bu zorunluluk, Norveçlileri çoktan elektrikli araç almaya yönlendirmiş olsa bile Norveç, çeşitli harici teşviklerle bu yasakları destekliyor. Örneğin elektrikli otomobiller ücretli yollardan %70 daha ucuza geçebiliyor veya dilerlerse yalnızca otobüslerin kullandığı şeritleri kullanabiliyor. (Petro Industry News, n.d.)
Londra’da ise yakın bir zamanda çok tartışılan bir karara imza atıldı. Türkçe’ye “Ultra Az Emisyon Bölgesi” olarak çevrilen ULEZ’ler oluşturuldu. Londra Belediye Başkanlığı’nın internet sitesindeki bilgiye göre “Londra’nın havasını temizlemeye yardımcı olmak için Ultra Düşük Emisyon Bölgesi (ULEZ), Noel Günü (25 Aralık) hariç yılın her günü, günde 24 saat geçerlidir. Bölge, Londra’nın tüm ilçelerini kapsamaktadır.”
Eğer aracınız fosil yakıtlardan herhangi birini kullanıyorsa ve bir gün içerisinde ne kadar sürdüğü fark etmeksizin ULEZ’e dahil yollardan birini kullanacaksanız 12,5 Sterlin’lik bir ödeme yapmak zorundasınız.
Kararın çok ani verilmesi ve bölge sakinlerinin hazırlıksız yakalanması çeşitli protestolara sebep oldu. Gelecekte Londra’da bu bölgelerin kalıp kalmayacağı kesin değil ancak belli ki halkın alışması kolay olmayacak.
Peki İstanbul için en liberal çözümler nelerdir, fosil yakıtları kullanan otomobillerin -en azından kademeli olarak- yasaklanması mı, ULEZ’ler oluşturulması mı yoksa bilinçlendirme çalışmaları mı?
Önceki örneklerle Türkiye’yi kıyaslamak pek adil sayılmaz. İlk olarak, Türkiye, kötü ekonomi yönetiminden kaynaklı sorunlar nedeniyle gündem bakımından çevre ve iklim sorunlarından depolitize edilmiş durumda. Ayrıca Türkiye’de otomobil piyasası fahiş vergilerden dolayı fazlasıyla sorunlu.
Her ne kadar “milli” otomobil girişimi TOGG elektrikli araçlar üretse de iç piyasaya sunulan miktar henüz bir yeşil dönüşüm sağlamaya yetmiyor. Elon Musk’ın yakın zamanda Erdoğan ile yaptığı görüşmeden sonra gazetecilerin topladığı bilgilere göre Tesla’nın Türkiye’de bir fabrika kurması muhtemel. Bu bilgiler bize Türkiye’deki elektrikli otomobil piyasanın kendi hızıyla ilerlemesi durumunda Türkiye’deki dönüşüm için önümüzde daha çok uzun bir yol olduğunu gösteriyor.
Kısacası, Türkiye’de en azından ulaşım sektöründe bir yeşil dönüşüm sağlanması için politik kararlar şart. Bu politik kararların baskı veya yasaklarla olması zorunluluk değil. İngiltere’de olduğu gibi İstanbul’da bir ULEZ yaratmak, birçok ülkeden çok daha fazla ihracat yapan İstanbul’un iç ve dış lojistiğini durdurmak, yani İstanbul’un ticaretine çok ağır bir darbe vurmak olur.
Alım gücü düşük olan ve otomobilde aşırı yüksek vergiye sahip olan ülkemizin Norveç’te olduğu gibi ani bir karar alması da pek mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla İstanbul’un ihtiyacını anlamak yalnızca iyi bir gözlemle mümkün.
İstanbul’daki CO2 salınımıyla mücadelede somut çözümlere değinmek gerekirse KDV ve ÖTV indirimi, elektrikli otomobiller için şarj altyapısının oluşturulmasının serbestleştirilmesi ve kamu araçlarında elektrikli araçlar kullanılması gibi teşvikler aciliyet taşımaktadır. Bu teşviklerin dışında kalan illiberal uygulamalar yeşil dönüşüme fayda sağlayabilecek olsa da vatandaşın cebine zarar olacağından dolayı makul değildir.
Metro, Marmaray ve tramvay gibi elektrikli toplu ulaşım ağların genişletilmesi ve dolmuş – otobüs ikilisinden kademeli olarak uzaklaşılması gerekmektedir. Bu genişlemeye ek olarak İstanbul’da oluşacak elektrik ihtiyacının yenilenebilir veya nükleer enerjiden sağlanması başarıldığında “İstanbul, geleceğini şekillendiriyor.” diyebiliriz.
İstanbul’un yeşil dönüşümünde eğitim ve bilinçlendirme, temel bir rol oynamaktadır. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitim kurumlarında çevre ve iklim bilinci odaklı dersler ve etkinlikler düzenlenmeli, öğrencilere bu konularda farkındalık kazandırılmalıdır. Bu, geleceğin liderleri olarak yetiştirilen genç nesillerin çevre dostu davranışları benimsemesine yardımcı olabilir.
Medya araçları, toplumsal bilinçlendirme kampanyalarında güçlü bir araç olarak kullanılabilir. Televizyon, radyo, internet ve sokak afişleri gibi medyatik noktalar, çevre dostu ulaşım yöntemleri konusunda bilgilendirici kampanyaların etkili bir şekilde yayılmasına olanak sağlar. Bu kampanyalar, İstanbul’un geniş nüfusuna ulaşarak, bireylerin yeşil ulaşım tercihleri konusunda farkındalığını artırabilir. Elektrikli otomobillerinin reklamını yapmak isteyen şirketleri reklam faaliyetlerini vergiden muaf tutmak mantıklı olacaktır.
Sonuç olarak, İstanbul’un ulaşımdan kaynaklı karbon salınımının çözüme ulaşması kolay ama zaman alacak çetrefilli bir süreçtir. İstikrarlı bir biçimde kısa, orta ve uzun vadeli planları tek tek başararak ilerlemesi gereken bir yönetim ve yönetimin faaliyetlerinin içtenliğine inanmış, işbirlikçi bir kamuoyu hayati önem taşımaktadır. Bu iki faktör beraber sağlandığında gerçek bir çevreci dönüşümün önü, her gün gelişen İstanbul’da çok açıktır.
Yazar: Ekim Atay
Kaynakça
İBB Yeşil İstanbul / Yenilenebilir Enerji. (n.d.). https://yesil.istanbul/enerjiprojeler_2
Ustabaş, A. (2014). MİKRO VE MAKRO ETKİLERİ YÖNÜNDEN ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLER (TÜRKİYE EKONOMİSİ ÖRNEĞİ). Marmara Üniversitesi Iktisadi Ve Idari Bilimler Dergisi, 36(1), 269–291. https://doi.org/10.14780/iibd.94264
Petro Industry News. (n.d.). By 2025, no Norwegian will drive a car with a combustion engine. Petro Online. https://www.petro-online.com/news/fuel-for-thought/13/international-environmental-technology/by-2025-no-norwegian-will-drive-a-car-with-a-combustion-engine/60647#:~:text=By%202025%2C%20no%20Norwegian%20will%20drive%20a%20car%20with%20a%20combustion%20engine,-Request%20information&text=Norway%20is%20a%20leading%20example,%2Demission%20vehicles%20(ZEVs).