BlogYayınlar

MARKSİST SÖMÜRÜ TEORİSİNİN SONU

Marx’ın Kapital’inin ikinci ve üçüncü ciltleri, onun ölümünden sonra yakın çalışma arkadaşı Friedrich Engels’in editörlüğünde, sırasıyla 1883 ve 1894 yıllarında yayımlanmıştır. İlginç bir gerçektir ki, 1867’de ilk ciltte sunulduğu şekliyle Marx’ın ekonomik sisteminin temelleri o zamana [kitabın yayımlandığı 1883 yılına] kadar çoktan miadını doldurmuştu. Bir anlamda, Marx’ın analizinin bütün o başlangıç noktası, daha analizin sonu gün ışığına çıkmadan eskimiş, modası geçmişti. [Oysa] bu eskimişlik, Marksizm’in siyasi ve kültürel alandaki muazzam başarısını en ufak bir şekilde engellememiştir. Ücretle geçinen işçilerin kapitalistler tarafından doğası gereği sömürüldüğüne dair anlatı, artan maddi yaşam standardına ve daha birkaç yıl önce hayal bile edilemeyecek kadar yenilikçi teknolojik olanaklara rağmen bugün de hâlâ canlılığını korumaktadır.

Marx elbette kapitalizmin -işçiler de dâhil olmak üzere- insanların büyük çoğunluğunun yaşam standardını yükselttiğini kabul etmişti. İşte Marx’ın bu kabulü, tam da işçilerin her zaman geçimlik düzeyde ücretlendirildiği fikrinin, ‘geçimlik’ (subsistence) kavramının yeniden tanımlanmak suretiyle kurtarılması gereğinin de nedenidir. Geçimlik düzey artık sadece ‘hayatta kalmak’ ile değil, ekonomik kalkınma aşamasına bağlı olarak tatmin edici bir hayat yaşamakla ilgili bir mesele olarak görülüyordu. Bazı eleştirel yorumcular söz konusu geçimlik düzey fikrini Marksist sömürü teorisini bir kenara atmak için yeterli bulmuşlardır; ancak açık konuşmak gerekirse, kapitalizm altında işçilerin maddi yaşam standartlarının artıyor olması gerçeği, işçilerin sömürülmediği anlamına gelmez. Durum öyle olabilir ki, işçiler bugün bile hâlâ adil paylarını alamıyor olabilirler.

Bununla birlikte, sömürü toplumda var olabilse de, bu serbest piyasa düzeninde sermaye ve emek arasındaki ilişkinin doğasında var olan herhangi bir özellikten kaynaklanmamaktadır. Bu argüman, büyük Avusturyalı iktisatçı Eugen von Böhm-Bawerk tarafından Karl Marx ve Sisteminin Sonu (1896) adlı usta işi eleştirisinde epey erken bir dönemde ortaya konmuştur.

Aradan 120 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra bile Böhm-Bawerk’in eleştirisini iyice anlamakta fayda vardır. Bunun tek nedeni, onun emek değer teorisinin geçerli görünmediği birkaç ilginç örnek sunmuş olması da değildir. Ne de olsa, bu tür örnekler sadece kaideleri bozmayan istisnalar da olabilir. Böhm-Bawerk’i okumaya özellikle değer; çünkü kendisi bütün bir Marksist çerçeveyi sarsıp tehlikeye atan bir iç çelişkiyi ortaya çıkarmıştır.

Kerameti kendinden menkul bütün modern zaman Marksistlerinin hepsini utandıracak şekilde, Böhm-Bawerk’in eleştirisine karşı henüz hiç kimse kabul edilebilir bir çözüm sunmuş değildir. Bu makalede, ilk olarak Böhm-Bawerk’te açığa çıkarıldığı üzere, Marx’ın ciddi yanılgısı adım adım -kendi yenilgisine dönüşürken- incelenecektir.

Emek Değer Teorisi

Das Kapital’in ilk cildinde Marx temel değer ilkesini, yani herhangi bir metanın değerinin üretimindeki toplumsal olarak gerekli emek zamanı tarafından belirlendiği fikrini ortaya atmıştır. Söz konusu emek zamanı, herhangi bir zamanda sosyal olarak normal koşullar altında, sosyal olarak gerekli beceri derecesi ve emek yoğunluğu ile gerekli olan üretim zamanıdır. Dolayısıyla Marx’a göre emek, değerin tek belirleyicisidir. Dahası, farklı malların belirli miktarlarının piyasada birbiriyle değiş tokuş edilmesi, toplumsal olarak gerekli emek zamanının aynı miktarının bu miktarlarda depolandığı anlamına gelmektedir.

Emek değer teorisinin bu katı formülasyonu, aynen öteki tüm değer teorilerinde olduğu gibi, nihayetinde piyasadaki çeşitli malların değişim oranlarını açıklamak için temel teşkil etmelidir. Nitekim Marx bu konuda şunu söylemektedir:

Herhangi bir nesnenin değerinin büyüklüğünü belirleyen şey, onun üretimi için toplumsal olarak gerekli emek miktarı ya da toplumsal olarak gerekli emek-zamanıdır… Dolayısıyla, bünyesinde eşit miktarlarda emek barındıran ya da aynı zaman zarfında üretilebilen mallar aynı değere sahiptir. Bir metanın değerinin diğerinin değerine oranı, birinin üretimi için gerekli emek zamanın diğerinin üretimi için gerekli emek zamanı oranına eşittir. (Kapital, Cilt I, bölüm 1.)

Bu tez, bir malın piyasa fiyatının nihayetinde onun üretimi için gerekli emek zamanıyla orantılı olduğunu ima eder. Dahası, bu kural işgücü hizmetlerinin piyasa fiyatı olan ücretler için de geçerlidir. Ücretler, işçinin emek gücünü korumak için ihtiyaç duyulan mal ve hizmetleri üretmek için gerekli emek zamanıyla orantılıdır.

Artı(k) Değer ve Sömürü

Bu nedenle, Marx’ın teorisine göre, ücretli işçiler emek gücü harcamaya devam edebilmek için hayatta ve sağlıklı kalabilmek için gerekli olan mal ve hizmet paketinin değerine denk bir fiyattan ücretlendirilirler. Marx’ın teorisi geçimlik ücret teorisini andırmakta, ama yukarıda da belirtildiği gibi, geçimlik seviyenin kapitalist gelişmeyle birlikte artmasına imkân tanımaktadır. Ancak hâlâ geçerliliğini koruyan bir gerçek vardır: Üretilen malların toplam değeri, işçilere ödenen ücretlerin toplamını aşmaktadır. Bu fazlalık, değerin tek kaynağı olan emeğin, kendi ücretinin üzerinde bir artı(k) değer ürettiği anlamına gelmektedir. İşte bu artı değer, işçi sınıfının sömürülmesinin kaynağıdır. Başka bir deyişle, işçiler kendi ücretlerine denk değerde bir miktar mal üretmek için gerekli olandan daha fazla emek zamanı harcamaktadırlar. Söz konusu ilave emek süresi boyunca üretilen malların değerine kapitalist-girişimci tarafından el konulmaktadır. Bu sözde sömürü biçimi, kapitalist üretim tarzında her yere nüfuz etmiş durumdadır.

Das Kapital’in ilk cildinin yayımlanmasından kısa bir süre sonra, 1870’lerde çığır açmış olan modern ‘sübjektif değer teorisi’nin bakış açısından, bütün bir sömürü teorisinin üzerine bina edildiği ‘emek değer teorisi’nin nasıl olup da bu kadar etkili olabildiği oldukça şaşırtıcıdır. Bu olgu kesinlikle Marx ile başlamış değildir. Sömürü teorisinin tohumları Adam Smith ve hatta daha fazlasıyla David Ricardo gibi klasik iktisatçıların yazılarında da bulunabilir. Marx sadece, emeğin değerin tek kaynağı olduğu fikrini nihai sonucuna ulaştırmıştır o kadar.

Klasik İktisatçılardaki Nüans

Adam Smith’in eserinde Marx’ın sömürü teorisine işaret eden pasajlar vardır. Milletlerin Zenginliği’nde[1] Smith, örneğin, demiştir ki: gelişmiş bir ekonomide “emeğin tüm ürünü her zaman emekçiye ait değildir. Çoğu durumda bunu kendisini istihdam eden stok [sermaye] sahibiyle paylaşmak zorundadır” (I. Kitap, 6. Bölüm). Ancak kitabın diğer bölümlerinde Smith, sermaye kullanımının emeği daha üretken hale getirdiğine ve bu anlamda hem değeri hem de geliri artırdığına işaret ederek, daha sonraları ‘sermaye faizinin verimlilik teorileri’[2] olarak adlandırılmaya başlanan teorilerin temelini atmıştır. Bu nokta, sermayenin ücretinin ille de ücretlerin düşürülmesiyle ödenmesinin gerekmediğini ima etmektedir. Marx, Smith’in vurguladığı bu ikinci noktayı tamamen görmezden gelmiş, bunun yerine sadece birincisini benimsemeyi seçmiştir.

Aynı şekilde Ricardo’nun yazılarında da Marx sadece kendi önyargılarını destekleyen kısımları kabul etmiş, diğer kısımlara ise hiç dokunmamıştır. Ricardo, özellikle İlkeler’in [Politik İktisat ve Vergilendirmenin İlkeleri][3] ilk bölümünde, emek değer teorisinin -zaman unsurunu öne çıkaran- önemli bir istisnasını vurgulamıştır. Bu istisna, Böhm-Bawerk’in sermaye ve faiz teorilerinin tarihini anlatırken işaret ettiği gibi, Marx tarafından açıkça inkâr edilmeksizin göz ardı edilmiştir. Böhm-Bawerk, Marx’ın klasikleri [işine geldiği gibi] seçerek okumasının iyi bir nedeni olduğunu, çünkü “yüz yıllık bir meşe ağacının, tohumun ekilmesi için gereken yarım dakikalık emeğe karşılık gelenden daha yüksek bir değere sahip olduğu gerçeğinin, tartışma götürmeyecek kadar iyi bilindiğini” belirtmiştir (Böhm-Bawerk 1890, s. 387).

İşte bu canlı örnekte Böhm-Bawerk, sermaye gelirinin gerçek kaynağı olarak gördüğü şeyi doğrudan ima etmiştir: işçilerin sömürülmesi değil, zaman, ya da daha doğrusu zaman tercihi. Bu fikir onun Pozitif Faiz Teorisi adlı eserinde tam olarak geliştirilmiş ve o zamandan beri de Ludwig von Mises ve Murray Rothbard gibi yeni nesil Avusturya Okulu iktisatçılarının yazılarını teşvik edici olmuştur. Bununla birlikte, Böhm-Bawerk’in özel teorisini benimseyip benimsememekten bağımsız olarak, ekonomi bilimi değerin sadece emekle açıklanamayacağını açıkça ortaya koymuştur.

Marx’ın Çelişkisi

Marksist sömürü teorisinin entellektüel tabutuna çakılan son çivi, ancak Das Kapital’in üçüncü cildinin yayımlanmasından sonra su yüzüne çıkmıştır. Üçüncü ciltte Marx, kendisinin temel değer ilkesinin, çeşitli ekonomik sektörlerde kâr oranının eşitlenmesine yönelik empirik olarak gözlemlenebilir bir eğilim gerçeğiyle çelişmediğini açıkça kanıtlamaya çalışmıştır. İşte burada Marx çuvallamıştır. Böhm-Bawerk’in söz konusu başarısızlığı daha üçüncü cildin yayımlanmasından önce öngörmüş olması dikkat çekicidir, ancak bu olgu kitap yayımlandıktan sonra artık inkâr edilemez hal almıştır.

Marx sermayeyi iki farklı kısma ayırmış, birinci kısma ‘değişken sermaye’ adını vermiştir. Bu, “emek gücüne dönüştürülen” kısım, ya da basitçe, herhangi bir yatırım projesinde emek hizmetleri için harcanan para miktarıdır. ‘Sabit sermaye’ olarak adlandırdığı öteki kısım ise hammaddelerin yanı sıra makineler gibi sermaye mallarına harcanan kısımdır. Bu durumda, Marx’ın temel değer yasasına göre, artı değer ve dolayısıyla kapitalist için kâr sağlayabilecek olan kısım yalnızca sermayenin değişken kısmıdır.

‘Artı değer oranı’ denen şey, artı değerin değişken sermayeye oranı yani, sömürünün derecesinin bir ifadesidir. Ancak, kapitalist-girişimciyi ilgilendiren şey sömürünün derecesi değil, artı değerin (sabit artı değişken) toplam sermaye harcamasına oranıyla bulunan toplam kâr oranıdır. Herhangi bir üretken çaba, Marx’ın ‘organik bileşim’ olarak adlandırdığı değişken ve sabit sermayenin belirli bir kombinasyonu ile karakterize edilir. Kendisinin de kabul ettiği gibi, bu organik bileşim ekonominin bir sektöründen diğerine zorunlu olarak çok farklıdır. Bu ise veri herhangi bir artı değer oranında, kâr oranının -sermayenin organik bileşimine bağlı olarak- bir sektörden diğerine değiştiği anlamına gelir.

Herhangi bir üretken çabada sabit sermaye oranı ne kadar yüksekse, kâr oranı da o kadar düşük olur. O halde nasıl olur da ekonomi genelinde kâr oranının eşitlenmesi yönünde bir eğilim olabilir? ‘Malların, onları üretmek için gerekli emek gücüyle ölçülen değerlerine göre birbirleriyle değiş tokuş edildiği’ temel önermesini reddetmeye istekli olmadıkça, bu mümkün değildir.

Marx’ın Çözülüşü

Marx’ın kendisi de bu sorunu açıkça görmüş ve “bu nedenle değer teorisinin fiili gidişatla uzlaştırılamaz olduğu, fiili üretim olgusuyla uzlaşmaz olduğu, bu nedenle de, ikincisini anlama girişiminden vazgeçilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır” itirafında bulunmuştur. Sorunu çözme girişimi, değerin ve dolayısıyla piyasa fiyatlarının emek tarafından belirlendiği fikrini reddetmekle sonuçlanır. Mal ve hizmetlerin fiyatları ve değişim değerleri, bunların üretiminde kullanılan emek gücüyle orantılı olarak oluştuğunda kârların eşitlenmesi diye bir şey kesinlikle söz konusu olamaz. Marx’ın kendisinin de yazdığı gibi:

Varsayalım ki farklı üretim dallarındaki tüm mallar gerçek değerleri üzerinden satılıyor. O zaman sonuç ne olacaktır? Yukarıda belirtilenlere göre, üretimin çeşitli alanlarında çok farklı kâr oranları hüküm sürecektir.

Kâr oranlarının eşitlenmesi için, değişken sermayenin daha büyük bir oranının kullanıldığı malların sistematik olarak “değerin” altında satılması, değişken sermayenin daha küçük bir oranının kullanıldığı malların ise sistematik olarak “değerin” üzerinde satılması gerekir. Oysa bu tam da, değerin tek belirleyicisinin emek olmadığını kabul etmek anlamına gelir ki, eğer durum buysa sömürü teorisi çöker. Sömürü teorisi emeğin tek değer kaynağı olduğu önermesine dayanır. Dolayısıyla, üçüncü ciltte Marx sonunda ilk ciltte ortaya konan önermeyi reddetmek zorunda kalır. Böhm-Bawerk’in sermaye ve faiz teorileri tarihinin henüz çevrilmemiş son Almanca baskısında özetlediği gibi: “Hiçbir teorik sistemin başlangıcı, bugüne kadar belki de hiçbir zaman, sonu tarafından bu kadar kapsamlı ve kesin bir şekilde itibarsızlaştırılmamıştır.”

Sonuç

Marx’ın sömürü tezinin Böhm-Bawerk’in elinden aldığı o muazzam ve ölümcül darbeye rağmen, sömürü teması, kıskançlık ve hatta yanlış anlam verilen bir adalet duygusuyla hareket edenlerin kalplerinde canlılığını sürdürmektedir. Sömürü, bir emekçi ile üretim araçlarının sahibi arasındaki ayrımın varlığından dehşete düşme eğiliminde olanların ruhunu canlandırabilecek çarpıcı bir duygusal unsura sahiptir.

Ancak kolay bir hikâye anlatısına sarılmanın cazibesine rağmen, iki şeyin farkına varmalıyız. Bunlardan birincisi, sermaye sahipleri ile ücretle geçinenler arasında bir adaletsiz ilişkinin olduğuna dair duygusal algı, tek başına bu ilişkinin varlığını kanıtlamaz. Özellikle Avusturya geleneğinde bireyler arası ilişkilerde neden-sonuç unsuruna odaklanan ekonomik analiz, sömürü teorisini anlamlandıramamaktadır. Teori ilkin değerin öznel doğasını, ikinci olarak da kâr oranlarının eşitlenmesini inkâr etmek suretiyle mantıksal analizin akışına ters düşmektedir. Dolayısıyla sömürü teorisi, iktisadi mantığın haksız bir şekilde göz ardı edilmesidir.

İkincisi, kapitalist temelli piyasanın savunucularının, dinleyebilecek herkese, işbölümüne dayalı bir toplumda yer alan herkes için refahı getiren şeyin kapitalizm olduğunu hatırlatması önemlidir. Yani, kaynakların dağıtımı için serbest piyasaya dayanan bir toplumda, faydalanıcılar sadece sözde kapitalist sınıf değil, aynı zamanda ücretlilerdir.

Bu serbest ekonomide yıllar, on yıllar ve yüzyıllar boyunca yaşam standardı yükseldikçe, ücretlerin artmasını sağlayan da bu sistemdir; sadece nominal anlamda değil, daha önemli olarak “reel” anlamda da. Yani, ücretliler, bu mallar daha uygun fiyatlı hale geldikçe daha fazla sayıda ihtiyaçlarını karşılayabilmek suretiyle fayda sağlarlar. Ücretli çalışana refah getirmek, doğal bir yoksulluk halinin arta kalan tortularını ortadan kaldırmak için kapitalistler önemli ve hayırsever bir rol oynamaktadır. Kapitalizm, işçileri sömürmek şöyle dursun, onların yaşamlarını aksi takdirde olabileceklerine kıyasla iyileştirmektedir.

Kaynak: https://mises.org/mises-wire/end-marxian-exploitation-theory

Çev. Mustafa Acar

Anahtar Kelimeler: Avusturya İktisat Okulu Tarihi, Felsefe ve Metodoloji, Sosyalizm.

* İlk defa Austro-Libertarian Magazine C. I, No. 3 | Yaz 2019’da yayımlanmıştır (26/08/2019).


[1] Türkçesi için bkz. Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, Çev. M. Acar, 3. bs., İstanbul: Liberus, 2022. https://www.kitapyurdu.com/kitap/milletlerin-zenginligi-dogasi-ve-nedenleri-uzerine-bir-inceleme/541159.html?srsltid=AfmBOorfcRXkrtnDrS280tiZu6qQefxMUCgmZwfxO8PIlPteCjZzZSW3

[2] Sermayenin “faiz” adı altında çıktıdan pay almayı hak etmesinin nedenini sermayenin üretimde verimlilik artışına yol açmasıyla izah eden teoriler. (çev.)

[3] Türkçesi için bkz. David Ricardo, Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri, Çev. T. Ertan, 3. bs., İstanbul: Belge Yayınları, 2016. https://www.kitapyurdu.com/kitap/ekonomi-politigin-ve-vergilendirmenin-ilkeleri/24113.html?srsltid=AfmBOooxRxlUD_fZZgNJVpr3SBD8STeBqQTWTvaYfgLMp5i2WBwDeFyq

Shares:

Okumaya Devam Edin

Blog

PİYASA VE ÖZGÜRLÜK

(Aşağıda 21 yıl önce başka bir gazetede çıkmış olan ‘’Piyasa ve Özgürlük’’ başlıklı yazımı tekrar okuyucularımın dikkatine sunuyorum) Merkezî plancılığa dayanan “komuta ekonomisi”nin dramatik başarısızlığının tarihen sabit olmasından sonra, bir