Editörden,
Yerel seçimlerin tarihi yaklaştıkça siyasî partiler arasındaki bloklaşma ve ittifak çabaları hızlanırken, bu arada Yüksek Seçim Kurulu da yerel seçim takvimini açıkladı. Buna göre, 31 Mart 2024’te tapılacak olan mahallî idare seçimleri için resmî süreç (‘’seçim takvimi’’) 1 Ocak’ta başlayacak. Seçim propaganda ve yasaklarının başlama tarihi de 21 Mart olarak belirlendi.
Seçim ittifakı arayışları ise geçen Mayıs’ta yapılan genel seçimlerdeki eski saflaşmayı yenileme temelinde devam ediyor. Bu çerçevede bir yandan ‘’cumhur ittifakı’’ olarak anılan iktidar kanadında AKP ile MHP, öte yandan muhalefet kanadında CHP ile İyi Parti bazı büyük şehirlerde ortak aday çıkarma konusunda aralarında anlaşma sağlamaya çalışıyorlar. Muhalefet cenahında CHP’nin yeni lideri Özgür Özel İyi Parti’yle seçim ittifakı kurmak konusunda Meral Akşener’den daha istekli görünüyor. Ancak özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’de iktidar ve muhalefetin adaylarının kimler olacağı henüz kesinleşmiş değil.
Öte yandan bir önceki Özgürlük Gündemi’nde konu edindiğimiz iktidar kanadının Anayasa değişikliği arayışında bir ilerleme sağlanmış değil. Dahası, Adalet ve Kalkınma Partisi cumhurbaşkanı seçiminde halihazırda geçerli olan 50+1 şartını değiştirme niyetinden, MHP’nin karşı çıkması nedeniyle, şimdilik vazgeçmiş görünüyor. Öyle anlaşılıyor ki, cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’ın kendi desteğine ihtiyaç duyduğunun bilincinde olan MHP halen sahip olduğu kilit konumunu koruma konusunda oldukça kararlıdır. Bu konu aşağıda Ö. Faruk Şen tarafından daha geniş bir şekilde ele alınmaktadır.
Bu arada, aylar önce ekonomik ve malî yönetimin başına Şimşek-Erkan ekibi getirilmesine ve yeni ‘’Orta Vadeli Program’’a geçilmesine rağmen, başta enflasyonun düşmesi ve döviz kurunun makul seviyeye çekilmesi olmak üzere bu alanda henüz yurttaşların gündelik hayatlarını kolaylaştıracak türden bir iyileşme sağlanamadı. Buna karşılık, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları yeni Programın uygulama sonuçlarıyla ilgili olumlu sinyaller vermeye başladılar. Nitekim Standart&Poor Türkiye’nin kredi notunu yeniden pozitife yükseltti. Bunda, şeffaf ve temiz yönetime ilişkin olarak Türkiye’nin uluslararası toplum ve kuruluşlar nezdinde bozulmuş olan imajını düzeltmeye yönelik olarak ekonomik ve malî yönetimin koordinatörlüğünde yürütülen çalışmaların, bu arada İçişleri Bakanlığının yaptığı uyuşturucu, kara para ve mafya operasyonlarının etkisi olduğu anlaşılıyor. Hatırlanacağı gibi, Malî Eylem Görev Gücü (FATF) tavsiye etmiş olduğu düzeltme veya iyileştirmeleri yapmadığı için Ekim 2021’de Türkiye’yi ‘’gri liste’’ye almıştı.
Türkiye’nin gündeminden ilginç, hatta tuhaf şeyler de hiç eksik olmuyor. İşte son örneği: Mayıs’taki genel seçimde Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilen Can Atalay’ın bireysel başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlâli kararına uymadığı gibi, bu karardan yana oy kullanmış olan AYM üyeleri hakkında ‘’suç duyurusu’’nda bulunmak gibi skandal bir hamle de yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesi şimdi de bu tutumundan dolayı kendisini eleştiren Prof. Dr. İzzet Özgenç hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu olay bir bilim insanının akademik ifade özgürlüğüne bir yüksek mahkemenin yönelttiği bir saldırı olmasının yanında, Prof. Özgenç’in kimliği bakımından da özel önem taşımaktadır. Malum, Prof. Özgenç kamuoyunda yeni Ceza Kanunu’nu hazırlayan bilim kurulunda da yer almış olmasıyla ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da uzun süre hukukî danışmanlığını yapmış olmasıyla tanınan bir akademisyendir.
Özgürlük Gündemi’nin bu sayısında ayrıca, kamuoyundaki beklentilerin aksine, Anayasa Mahkemesi’nin AKP-MHP koalisyonunun yasama organından geçirdiği ‘’dezenformasyon yasası’’nı Anayasaya aykırı bulmayan kararının meslektaşım A. Rıza Çoban tarafından yapılan yetkin bir tahlil ve eleştirisi de yer almaktadır. Bu arada Enes Özkan da yazısında Ukrayna savaşı dolayısıyla Rusya’ya uygulanan yaptırımların erkinliğiyle ilgili sorunları ele almaktadır.
Bir sonraki sayıda buluşmak üzere.
* Mustafa Erdoğan
AYM Dezenformasyon Düzenlemesini İptal Talebini Reddetti
Bilindiği gibi 2022 yılında 7418 sayılı Kanunun 29. Maddesi ile Türk Ceza Kanunu’na 217/A maddesi eklenerek “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu ihdas edilmiştir. Buna göre sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimsenin, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür. Bu düzenlemenin kapsamının belirsiz olduğu, uygulamada bir sansür mekanizmasına dönüşeceği, iktidarın hoşuna gitmeyen haberlerin bu hükme dayanarak soruşturma konusu yapılabileceği endişeleri dile getirilmiştir. Zira gerçek çok boyutludur ve bu çeşitli boyutların farklı perspektiflerden dile getirilmesi ifade özgürlüğünün özünü ve demokratik çoğulculuğun esasını oluşturur. Gerçeğin iktidarın hoşuna gitmeyen bir boyutunun dile getirilmesi kolaylıkla “gerçeğe aykırı bilginin yayılması” olarak nitelendirilebilir.
Ancak bütün bu eleştirilere rağmen iktidar yasayı çıkarmakta ısrar etti. Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerince Anayasa Mahkemesinde iptal davası açıldı. Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu 8 Kasım tarihinde gündemine alarak oy çokluğuyla iptal talebinin reddine karar verdi. Kararın gerekçesi henüz yayınlanmamış olmakla birlikte, verilen kararın sorunlu olduğu söylenebilir.
Dava dilekçesinde de dile getirildiği üzere, “gerçeğe aykırı bilgi” (yalan haber) kavramının içeriği belirsiz olup, yalan haberin cezalandırılması hakikati tanımlama yetkisini iktidarın eline verir. Böyle bir yetki, iktidarın kendi aleyhine olduğunu düşündüğü, istemediği ya da hoşuna gitmeyen her bilgiyi gerçeğe aykırı olarak nitelendirmesine ve muhaliflerini cezalandırmasına imkân verir. Türkiye gibi yargı bağımsızlığının ciddi tehdit altında olduğu ülkelerde bu tür düzenlemeler sansür mekanizması işlevi görür. Çünkü otoriter rejimlerin “yalan haber” ile mücadele tutkusu, gerçeğe ya da hakikate olan bağlılıklarından değil, gerçeği belirleme gücünü elde ederek, “yalan söyleme” tekeli oluşturma arzularından kaynaklanır.
Demokrasi için yarattığı bu ve benzeri tehditler nedeniyle hiçbir demokratik ülkede yalan haber suç olarak düzenlenmemiştir. Bu arada Venedik Komisyonu da Türkiye’deki söz konusu düzenlemeye ilişkin bir Acil Görüş yayınlamıştır. Komisyon dünyada benzer düzenlemeler olduğu savına karşı şöyle demiştir: ‘yanlış veya yanıltıcı bilgiyi’ suç haline getirme konusunda ilham kaynağı olarak gösterilen Avrupa ülkeleri aslında bunu yapmamış, bunun yerine internet platformlarına yasadışı içerikle ilgili yükümlülükler getirmiştir. Diğer ülkeler Covid-19 bağlamında dezenformasyonla ilgili yasalar çıkarırken, bunlar uluslararası örgütler, özellikle de uluslararası insan hakları örgütleri tarafından eleştirilmiştir.”[1]
Yine pek çok uluslararası örgütün katılımıyla yayınlanan yalan haberlere ilişkin ortak Bildirgede “yalan haber” ya da “objektif olmayan bilgi” gibi muğlak ve belirsiz kavramlara dayanarak bilginin yayılmasına yönelik genel yasaklar getirilmesinin ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin uluslararası hukuk ilkeleriyle bağdaşmayacağı ve kaldırılması gerektiği belirtilmiştir.[2]
TCK’nın 217/A maddesiyle ihdas edilen suçun bütün unsurları bakımından belirsizlik ve öngörülemezlik söz konusudur. Madde başlığında “halkı yanıltıcı bilgi’’den söz edilirken, madde içeriğinde “gerçeğe aykırı bilgi” kavramı kullanılmıştır. Bu kavram farklılığı bile başlı başına düzenlemenin içeriğinin belirsizliğine neden olmaktadır. Zira gerçek bilgiler de halkı yanıltmak amacıyla kullanılabilir. Düzenlemede yer alan bütün kavramlar, çok geniş yorumlanmaya müsait olup suç ve cezaların yasallığı ve temel haklara müdahalenin kanuna dayanması ilkelerinin gerektirdiği belirlilikten çok uzaktır. Buna rağmen AYM’nin düzenlemeyi iptal etmemiş olması sorgulanmalıdır.
Yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana gerçekleşen uygulama da yukarıda belirtilen endişeleri haklı çıkarmıştır. Gerçekten de, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) verilerine göre, bu düzenleme kapsamında son bir yılda en az 33 gazeteci hakkında soruşturma açılmış, altı gazeteci gözaltına alınmış, dört gazeteci de tutuklanmış fakat ve kısa süre sonra serbest bırakılmıştır.[3] Yakın zamandaki örneklerden biri, gazeteci Tolga Şardan’ın, yargıda yolsuzluk iddialarına dair hazırlanan bir Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) raporu hakkında yaptığı haber nedeniyle tutuklanıp bir süre sonra serbest bırakılmasıdır. Gazetecilerin dışındaki sosyal medya kullanıcılarına yönelik uygulama da bundan farklı değildir.
* Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu
Yüzde 50+1 Tartışması
Almanya gezisi dönüşünde gazetecilerin sorusu üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, “50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil” diyerek cumhurbaşkanının salt çoğunlukla seçilmesi kuralını tartışmaya açtı. Bunun üzerine MHP lideri Devlet Bahçeli bu konuyla ilgili olarak “(Cumhurbaşkanının) 50+1’le seçilmesi demokrasiye örnektir. Dikkat edin muhtar seçmiyoruz. Milletvekili değil cumhurbaşkanı seçiyoruz. MHP olarak dün ne dediysek bugün de aynı görüşteyiz” ifadelerini kullandı.[4] Cumhur İttifakı’nın mensubu olan iki parti arasında cereyan eden gerginlik üzerine iki liderin görüşmesi planlanmış fakat bu görüşme iki kez ertelenmişti. En nihayetinde, bu değerlendirmenin kaleme alındığı gün liderler arasında ikili görüşme gerçekleşti ve sistem değişikliği ile ilgili tartışmalara değinilmeden Cumhur İttifakı’nın yerel seçimde birlikte çalışacağı açıklaması yapıldı.[5]
Bu açıklamayla birlikte, şimdilik, en azından yerel seçimlere kadar yüzde 50+1’in kaldırılması önerisinin gündemden düştüğünü söyleyebiliriz. Ne var ki, önümüzdeki yıllarda bu konunun Erdoğan tarafından tekrar gündeme getirileceğini tahmin ediyoruz. Bu nedenle, Erdoğan’ın motivasyonunu ve bu önerisinin Türk demokrasisine sakıncalarına göz atmak yararlı olacaktır.
İlk olarak, Erdoğan’ın yüzde 50+1 ile ilgili eleştirilerini sürpriz bir gelişme olarak görmemek gerekiyor. Erdoğan kendisini seçim öncesinde ittifaka ve seçim sonrasında koalisyona mahkûm etmeyecek bir sistem arıyor. Bu nedenle başkanlık sisteminden feragat etmeden en yüksek oy alanın kazandığı bir başkanlık sistemi istiyor. Nitekim, ‘’Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’’ne geçildiğinden beri Erdoğan başta MHP olmak üzere küçük partilerle ittifak yapmak zorunda kalmış olmasından memnun değil. AKP’nin oylarının yüzde 35’lere düşmesi ve geçtiğimiz iki genel seçimde de TBMM’de sandalye çoğunluğunu bulamaması da Erdoğan’ı Cumhur İttifakı’nı genişletmeye zorluyor. İttifak ortaklarına yürütme erkinden herhangi bir pay vermiyor olsa da cumhurbaşkanının yüzde 50+1 ile seçilmesi Erdoğan’ı ittifaktaki parti sayısını artırmaya zorluyor ve hareket alanını daraltıyor. Üstelik Erdoğan kendisinin cumhurbaşkanlığına destek karşılığında herhangi bir seçim bölgesinde seçilme ihtimali olmayan bazı küçük partilere de Meclis’te koltuk vermek zorunda kalmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim kuralının dayattığı bu “mekanik etki”den rahatsız. Hatırlayacak olursanız Erdoğan daha önceki yıllarda da dar-bölge seçim sisteminin getirilmesi gerektiğini savunmuş, o zaman da buna ittifak ortağı MHP karşı çıkmıştı. Bu bağlamda, Erdoğan’ın bu tür çıkışlarını, hem parlamento seçimlerinde hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partisinin ve kendisinin “en az oyla en fazla temsili” elde etmeye yönelik girişimler olarak okumak gerekiyor.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öteden beri sistem değişikliği veya anayasa değişikliğinden muradı kendi gücünü hem siyasi muarızlarına hem de müttefiklerine karşı artırmak olmuştur. Dolayısıyla, Erdoğan’ın seçim sistemi, hükümet sistemi, anayasa değişikliği vb. olarak dile getirdiği taleplerini “daha iyi bir kurumsal tasarım” olarak değil de “gücünü daim kılmayı tasarlayan kurumsal bir erozyon” girişimi olarak görmek gerekiyor.
Erdoğan’ın hükümet sistemi değişikliğini kastedip kastetmediğini, bu konuyla ilgili parti kurmaylarının herhangi bir çalışması olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Elbette parlamenter sistemin Erdoğan’ın gündeminde olmadığını biliyoruz. Şimdiye kadar söylediklerine bakıldığında başkanlık sisteminin değişmemesini fakat plüralist seçim kuralını istediğini görüyoruz. Yine de yarı-başkanlık benzeri bir hükümet sisteminin AKP kulislerinde konuşulduğu da söyleniyor. En çok oyu alanın kazandığı bir yarı-başkanlık sistemi cumhurbaşkanının ve büyük partilerin küçük partilere olan mahkumiyetini azaltacak olsa da kabinenin hem cumhurbaşkanına hem de TBMM’ye karşı sorumlu olduğu bu sistemde Erdoğan’ın MHP ve diğer ittifak ortaklarına olan bağımlılığını daha da artıracaktır. Parlamentonun kabineyi onaylamama yetkisinin olduğu bir yarı başkanlık sisteminde küçük partiler veto gücüne sahip olur ve Erdoğan yürütme erkinde de güç paylaşmaya zorlanırdı. Dolayısıyla, Erdoğan’ın istediği şeyin hükümet sistemi değişikliği olmadığı, başkanlık sistemi altında onu diğer partilerle ittifaka zorlamayan bir seçim yöntemi olduğu çıkarımını yapabiliriz.
Son olarak, cumhurbaşkanının plüralist yöntemle seçilmesi durumunda yürütme erkinin meşruiyet sorunu yaşayacağını, bunun Türk demokrasisine zarar vereceğini öngörmek gerekiyor. Zira bu kadar geniş yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanının, yarışacak aday sayısına göre yüzde 20, 30 veya 40 oyla seçilmesi yönetimde meşruiyet krizine yol açacaktır. Unutmamak gerekir ki, demokrasilerde prensip olarak yürütme erkinin yüzde 50+1 desteğe sahip olması beklenir. Bu, parlamenter sistemler için de başkanlık sistemleri içinde geçerli bir prensiptir. Bu prensibin Erdoğan’ın kolay seçilebilmesi, tekrar aday olabilmesi, ittifak ortaklarının baskısından kurtulması gibi herhangi bir gerekçe ile siyasi ikbali için zedelenmesi Türkiye’nin siyasal sistemine verilebilecek en büyük zararlardan biridir.
* Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi
Avrupa Parlamentosu’nun Yaptırım Denetimi ve Türkiye’nin Rolü Üzerine Değerlendirmeleri
Avrupa Parlamentosu (AP), son zamanlarda yaptırım rejimindeki boşluklarla ve yaptırımların düzgün uygulanmamasıyla ilgili kaygılarını ifade ettiği bir kararı onayladı.[6] AP’nin yaptırımların etkinliğinin zayıfladığına dair endişeleri artıyor. Kararda, Rus petrolü işleyen ülkelerden, özellikle Hindistan gibi yerlerden ithalatın artmasının Avrupa Birliği (AB) için bir “arka kapı” oluşturduğuna dikkat çekiliyor. Rus petrolü parasının Türkiye de dahil olmak üzere Çin, BAE, Kazakistan, Kırgızistan ve Sırbistan gibi ülkeler aracılığıyla Rusya’ya sızmasına olanak tanıdığına dikkat çekiliyor. AP, AB’ye yönelik yaptırımların denetiminin merkezi bir sistemle güçlendirilmesi ve Rus petrol ihracatına karşı koyma konusundaki mevcut yaptırımların koordinasyonunun artırılması gerektiğini vurguluyor. Ayrıca, Rus petrolüne uygulanan fiyat tavanının düşürülmesi, Rus LNG-LPG ithalatına yönelik tam yasağın uygulanması ve Rus elmaslarına tam yasak getirilmesi talep ediliyor. Bu karar, AP’nin bağlayıcı olmayan görüşlerini yansıtıyor.
Kararın dayandığı bulgular, Rusya’nın Bulgaristan’ın AB’nin yasağına getirdiği özel bir istisnanın suistimal edilerek 1 milyar Euro gelir elde ettiğini gösteriyor. İstisna, Rus petrolünün Bulgaristan dışındaki AB ülkelerine ihracatını yasaklarken, sadece çevre ve güvenlik riskleri nedeniyle Bulgaristan’da depolanamadığı durumlarda, Bulgaristan’ın AB dışı ülkelere petrol ihracatına izin veriyor. Ayrıca, Bulgaristan’ın en büyük rafinerisi Neftochim Burgas’ın, işgalden bu yana Rus petrolü ithalatını artırdığı ve indirimli Rus ham petrolünü satın alıp daha sonra küresel pazarda, AB ülkeleri de dahil olmak üzere sattığı belirtiliyor. Avrupa Parlamentosu, daha sıkı bir gözetim ve Moskova’nın AB yaptırımlarını aşma kabiliyetinin sınırlandırılmasını talep ediyor.
Avrupa Parlamentosu yaptırımların uygulanmamasının Rusya’nın ekonomik temelini zayıflatma ve savaş yürütme kapasitesini engelleme çabalarını baltaladığını vurguluyor. Kararda, AB’nin Hindistan gibi ülkelerden Rus petrolüyle üretilen ürünlerin ithalatında artış olduğu ve bu durumun AB için Kremlin’in petrolüne bir arka kapı yolu oluşturduğu ifade ediliyor. Parlamento, AB ülkeleri ile Rusya arasında yaptırım altındaki kritik malların ticaretinin devam etmesinden ve Rus gazının, Azerbaycan gibi ülkeler tarafından AB’ye ihraç edilmesine yönelik haberlerden endişe duyuyor.
Metin, AB’nin hala Rusya’nın en büyük fosil yakıtı müşterilerinden biri olduğunu ve ham petrol ile petrol ürünleri ithalatına getirilen istisnalar nedeniyle Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığının devam ettiğini vurguluyor. AP üyeleri tüm büyük Rus petrol şirketlerine, Gazprombank’a ve bunların yönetimlerine yaptırım uygulanması gerektiğini ifade ediyorlar. Parlamento, G7 ile iş birliği yaparak Rus petrolü ve petrol ürünleri üzerindeki fiyat sınırının düşürülmesini, Rus LNG ve LPG ithalatına ve Rus petrolü kullanılarak üretilen ürünlerin AB dışından ithalatına tam yasağın getirilmesini talep ediyor.
Ek olarak, Avrupa Komisyonu ve AB üye ülkelerinin yaptırımları genişletmesi ve Rusya menşeli veya Rusya tarafından AB’ye yeniden ihraç edilen elmasların pazarlanmasına ve kesilmesine tam yasağı da içermesi gerektiğini vurguluyorlar. AB’nin dondurulmuş Rus varlıklarına el konulmasına ve bunların Ukrayna’nın yeniden inşası için kullanılmasına olanak tanıyan yasal yolların araştırılmasının önemli olduğunu ifade ediyorlar.
* Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi
KAYNAKÇA
1 Bkz. Venedik Komisyonu ve Avrupa Konseyi̇, İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü Genel Müdürlüğü (DGI) Acil Ortak Görüşü, “Ceza Kanunu Değişiklik Tasarısı ‘Yanlış Veya Yanıltıcı Bilgi’ İle İlgili Hüküm Hakkında”, 7.10.2022, (CDL-PI(2022)032), para. 31.
2 Birleşmiş Milletler (BM) Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Medya Özgürlüğü Temsilcisi, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) İfade Özgürlüğü Özel Raportörü ve Afrika İnsan ve Halkların Hakları Komisyonu (ACHPR) İfade Özgürlüğü ve Bilgiye Erişim Özel Raportörü tarafından yayınlanan “İfade Özgürlüğüne ve “Yalan Haber”, Dezenformasyon ve Propagandaya İlişkin Ortak Deklarasyon”, 3 Mart 2017, https://www.osce.org/files/f/documents/6/8/302796.pdf
3 https://teyit.org/teyitpedia/dezenformasyon-yasasinin-yildonumunde-gazetecilere-sorusturma-silsilesi
4 https://www.dunya.com/gundem/sans-oyunlari-ikramiye-dagitim-oranlarina-duzenleme-haberi-711509
5 https://yetkinreport.com/2023/11/29/erdogan-ve-bahceli-gorustu-cumhur-ittifaki-yerel-secimde-birlikte/
6 https://www.europarl.europa.eu/news/sv/press-room/20231106IPR09024/parliament-wants-tougher-enforcement-of-eu-sanctions-against-russia