“Tarafsız habercilik yapma iddiasıyla yayın hayatına başlayan Olay TV’nin henüz bir ayını doldurmadan siyasi baskılar nedeniyle ekran karartmaya gitmesi Türkiye’deki medya ve basın özgürlüğünün durumunu özetlemekte ve uluslararası basın özgürlüğü endekslerinde sıralamasının neden hızla düştüğünü açıklamaktadır.”

Aşağıdaki linke tıklayarak Özgürlük Gündeminin 5. sayısına ulaşabilirsiniz.

http://bit.ly/3b3OOP9

AİHM Demirtaş’ın Siyasi Nedenlerle Tutulduğuna Karar Verdi

17 yargıçtan oluşan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi 22 Aralık 2020 günü açıkladığı kararında HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu ile ilgili şikayetlerini incelemiş ve Sözleşmenin pek çok maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Demirtaş’ın özgürlük ve güvenlik hakkı (m.5/1, 5/3), ifade özgürlüğü (m.10), seçme ve seçilme hakkı (P1-3) ve sınırlama yetkisinin kötüye kullanılmaması (m.18, 5.m ile bağlantılı) haklarının ihlalini tespit etmiştir. AİHM’nin verdiği Kkarar, Türkiye’de hukukun ve yargının işleyişine ayna tutmakta ve pek çok sorun tespit etmektedir. Öncelikle Demirtaş’a yönelik suçlamaların büyük çoğunluğunun siyasi nitelikli konuşmaları ile ilgili olmasına rağmen, Demirtaş’ın bu konuşmaların yasama sorumsuzluğu kapsamında olduğuna ilişkin şikayetlerinin AYM dahil hiçbir mahkeme tarafından incelenmediğini tespit etmiştir. Kişiye özel (ad hominem) anayasa değişikliği ile dokunulmazlıkların kaldırılmasının öngörülemez olduğunu belirten AİHM, aynı zamanda TCK’nın terör örgütü yöneticiliği ve üyeliği suçunu düzenleyen 314. maddesinin de öngörülemez olduğu tespitini yaparak, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin yasal dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir. Tutuklamayı haklı gösterecek makul suç şüphesinin bulunmadığına hükmeden Mahkeme, kullanılan delillerle ilgili pek birçok yargılamayı etkileyecek tespitlerde bulunmuştur. Yasal temeli olmayan tutukluluğu dolayısıyla Demirtaş’ın bir muhalefet partisi lideri olarak yasama çalışmalarına katılamaması nedeniyle seçilme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Ayrıca Demirtaş’ın siyasi konumu, tutuklamayı haklı gösterecek nedenlerin olmaması, yargı kararlarının hukuki gerekçeden yoksun olması, Cumhurbaşkanının konuşmaları ile yargı kararları arasında büyük paralellikler bulunması ve HSK’nın yürütmenin kontrolünde olduğunu gözeterek Mahkeme, tutukluğun siyasi amaç taşıdığına hükmetmiştir. Bu nedenle de Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına karar vermiştir. Karar kesin olup herhangi bir itiraz imkânı bulunmamaktadır. Karar başta HSK’nın yapısı ve yargı bağımsızlığı olmak üzere hukuk sistemindeki çok önemli yapısal sorunlara işaret etmektedir. Kararın uygulanmaması Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile ilişkilerinde önemli sorunlara yol açacaktır. Buna rağmen hem Cumhurbaşkanı, hem İçişleri Bakanı hem de MHP lideri Devlet Bahçeli kararı tanımadıklarını ve uygulamayacaklarını açıklamışlardır. 

FATF Önerileri ve Derneklerin Üzerinde Kurulabilecek Baskılar

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçtiğimiz günlerde “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının ve Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi” görüşüldü ve iktidar koalisyonunun oylarıyla kabul edildi. Bu teklif bir torba yasa olarak hazırlanmıştı ve içinde çok fazla sayıda kanunda değişiklik yapılmasına yönelik maddeler vardı. Meclisin 2021 bütçe kanun teklifinisini görüştüğü sırada apar toparsivil toplumu ilgilendiren bu bu kanun teklifi sunuldu ve hızlı bir şekilde kabul edildi. Teklifin dayandığı şey olan OECD bünyesindeki bulunan Mali Eylem Görev Gücü’nün  (FATF -Financial Action Task Force) tüm ülkelere; kara paranın aklanması, terörizmin ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması ve bunların finansmanının engellenmesine yönelik önerdiği düzenlemeler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin FATF önerilerini hayat geçirmemesi halinde bu kurumun oluşturduğu Koyu Gri Liste’ye girme ihtimali bulunuyordu. Bu da Türkiye ekonomisinin halihazırdaki güvensizlik ortamını pekiştirecekti. Fakat Türkiye özelinde AKP ve MHP’nin önerdiği düzenlemeler Türkiye’deki sivil toplumun oldukça tepkisini çekti. Türkiye’de faaliyet gösteren 689 dernek ve vakıf düzenlemeye karşı “Sivil Toplum Susturulamaz” başlıklı bir bildiri yayınladı ve çeşitli şehirlerde gösteriler düzenlendi. 

Türkiye’de hayata geçirilen kanun kapsamında artık sivil toplum kuruluşlarına herhangi bir hukuki ceza olmadan idari olarak bazı tedbirler uygulanabilecek. Yeni düzenlemede STK’lara kayyum atama yetkisinin valilere yani İçişleri Bakanlığı’na verilmesi, STK’lara uygulanan denetimlerin sıklaştırılması, STK yöneticilerinin sadece soruşturma açılarak görevden alınması ve bir daha başka bir STK’ya yönetici olamaması gibi önlemler var. Hatta STK’ların mallarına el konması da basit bir idari işlem haline getiriliyor. Tüm bunlar Türkiye sivil toplumunda devletin kısıtlayıcı uygulamalarının giderek daha güçlü hissedilir hale gelmesine sebep olabilir. Şu günlerde “reform” kelimesi iktidar kanadında sıklıkla kullanılsa da bu reformların demokratik kurumların yeniden canlandırılması konusunda yapılacağına dair ümit, bu gibi yasalar nedeniyle, giderek azalıyor.

Ekonomik anlamda daha da zora düşmemek için yapıldığı söylenen bu düzenlemelerde ise aslında oldukça büyük bir eksiklik göze çarpıyor. FATF önerilerinin içinde aslında en önemli olanları “Siyasi Nüfuz Sahibi” [Politically Exposed Persons (PEP)] kişilere yönelik yapılan öneriler olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada FATF, bu kişilerin mal varlıklarının çok daha iyi bir şekilde izlenmesi için mekanizmalar kurulmasını ve yine bu kişilerin politik güçlerini servet yaratma amacı olarak kullanılmasının engellenmesi için önlemler alınmasını öngörüyor. Ne var ki,Fakat iktidar kanadının meclise dayattığı kanun taslağı içinde bu konulara ilişkin hiçbir önlem bulunmuyordu. Bu eksikliklere rağmen kabul edilen kanunun FATF ve OECD nezdinde ne kadar dikkate alınır olacağını ilerleyen günlerde göreceğiz. Anlaşılan o ki hükümet kanadı koyu gri listeye girme riskine rağmen siyasetçilerin servet kaynaklarını denetime açmaya istekli değil. 

Yasanın esas sorun teşkil eden yönlerinden biri de Türkiye’de “terör” tanımının oldukça geniş yapılması. Son yasal düzenlemeye göre terör örgütü propagandası yapmak idare tarafından bir STK’nın kapısına kilit vurulması için yeterli görülüyor. Fakat Türkiye’de hükümete karşı biraz keskin yorumlar yapmak bile terör suçu sayılabiliyor. Hatta 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na göre “ekonomik düzeni değiştirmek” dahi terör suçu sayılıyor Türkiye’de. Buna ek olarak geçtiğimiz yıllarda ekonomiye ilişkin yorum yapan bazı Twitter kullanıcıları “Terörle Mücadele” ekipleri tarafından göz altına alınmışlardı.

Tüm bu gelişmeler ve son olarak meclisten geçen kanun maalesef Türkiye’yi demokrasiden daha da uzaklaştıracak adımlar olarak görünüyor.   Terör tanımının geniş yorumlanması, FATF önerilerinin içinden sadece hükümetin elini güçlendirenlerin yasalaştırılması ve siyasilere ilişkin hiçbir düzenlemenin yapılmaması yasaların anti-demokratik ve popülist iktidarlarca nasıl ve kimlere karşı kullanıldığının önemli bir kanıtı olarak karşımızda duruyor. 

Cumhurbaşkanına Hakaret Davaları ve İfade Özgürlüğünün Yargı Yoluyla Sindirilmesi

Cumhurbaşkanı yargı üzerindeki nüfuzunu kullanarak muhalefet temsilcilerini manevi tazminat davalarıyla, muhalif sosyal medya kullanıcılarını ise hapis cezası tehdidi ile sindirmeye çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Özgür Özel’in kendisine “diktatör” ifadesini kullanmasını gerekçe göstererek 21 Aralık’ta milletvekili Özel hakkında 250 bin liralık manevi tazminat davası açtı. Cumhurbaşkanının avukatı Hüseyin Aydın, Özel’in “Erdoğan’a yönelik, kişilik haklarını ihlal edici mahiyette, şahsiyet haklarına saldırı kastıyla, fevkalade ağır hakaretlerde bulunduğunu” iddia etti. Erdoğan 3 Aralık’ta da CHP lideri Kılıçdaroğlu’na, kullandığı “Sen FETÖ ile işbirliği yapıp orduya kumpas kuran başbakan değil misin?” ifadeleri nedeniyle 500 bin liralık manevi tazminat davası açmıştı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan yalnızca siyasi polemik yaşadığı muarızlarını dava etmekle kalmıyor aynı zamanda kendisini eleştiren veya kendisine ithamda bulunan sosyal medya kullanıcılarını mahkemede cezalandırma yolunu tercih ediyor. Halihazırda Türkiye’de binlerce kişi Cumhurbaşkanına hakaret suçundan dolayı ya hapis cezasına çarptırılmış durumda ya da halihazırda yargılanmaktadır. Bu davalar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesine dayandırılmaktadır. 1961 yılında TCK’ya giren cumhurbaşkanına hakaret suçu o tarihten itibaren bazı değişikliklerle birlikte hala yürürlüktedir. Kanunun 299. maddesi, cumhurbaşkanına hakaret edenler için bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası öngörmektedir. Ne var ki, geçmişte görece az sayıda ve istisnai kabul edilebilecek düzeyde olan cumhurbaşkanına hakaret davalarının Erdoğan döneminde giderek arttığı ve sistematik hale geldiği görülmektedir. Daha önceki cumhurbaşkanları yedi yıllık görev süreleri boyunca toplamda ortalama birkaç yüz kişiye hakaret davası açarken, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği yıl olan 2014’te 40; 2015’te 238, 2016’da 884, 2017’de 2,099, 2018’de 2,462 sanık mahkum edildi. 2019 yılında ise 36,066 kişi cumhurbaşkanına hakaretten soruşturma geçirdi, 12 bin 298 kişi yargılandı ve 3 bin 831 kişi mahkum edildi. 

Olay TV Ekran Kararttı

Yayın hayatına 30 Kasım 2020’de başlayan Olay TV, 25 Aralık itibari ile yayın hayatına son verdi. Bunun nedenleri kamuoyunda hala tartışılıyor. Kanalın kapanmasında etkili olan en önemli faktörün iktidar partisinin kanalın sahipleri üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm olduğu ileri sürülüyor. Nitekim, Olay TV genel yayın yönetmeni Süleyman Sarılar’ın, kanalın sahibi Cavit Çağlar’ın kendisine “Bana iktidardan büyük baskı var” dediğini aktarması bunu doğrular niteliktedir.

Tarafsız habercilik yapma iddiasıyla yayın hayatına başlayan Olay TV’nin henüz bir ayını doldurmadan siyasi baskılar nedeniyle ekran karartmaya gitmesi Türkiye’deki medya ve basın özgürlüğünün durumunu özetlemekte ve uluslararası basın özgürlüğü endekslerinde sıralamasının neden hızla düştüğünü açıklamaktadır. Olay TV’nin kapanmasıyla birlikte, sahibi yabancı olan televizyon kanalları dışında, artık iktidarın tahakkümü altında olmayan herhangi bir ulusal kanalın kalmadığını söyleyebiliriz.  

AİHM, OHAL Dönemi İhraçları ile İlgili İlk İhlal Kararını Verdi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi 15 Aralık 2020 tarihinde açıkladığı Pişkin/Türkiye davasında olağanüstü hâl döneminde çıkarılan 667 sayılı KHK’ya dayanarak kamuya ait özel hukuka tabi bir kurumda iş sözleşmesine dayalı olarak çalışan başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi ile ilgili yapmış olduğu başvuruda adil yargılanma ve özel ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. Adil yargılanma hakkı ile ilgili olarak başvurucunun iş akdinin feshedilmesinin nedenlerini öğrenememiş olması dolayısıyla yerel mahkemeler önünde kendini eşit koşullarda savunamaması dolayısıyla silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca olağanüstü hâl dolayısıyla Türkiye’nin yükümlülük azaltma bildiriminde bulunmasının (derogation) adil yargılanma hakkı ihlalini meşrulaştırmayacağını da belirtmiştir. Özel ve aile hayatına saygı hakkı ile ilgili olarak ise Mahkeme başvurucunun işten atılmasının ve daha sonra iş bulamamasının özel ve aile hayatına müdahale teşkil ettiğini belirtmiş ve ulusal güvenlik nedeniyle de olsa alınan tedbirlerin hukuk devletinin gereklerine ve yasallık ilkesine uygun olması gereğine vurgu yapmıştır. Ulusal mahkemelerin başvurucunun atılmasına neden olan somut nedenleri tespit etmediğini belirten Mahkeme yapılan müdahalenin olağanüstü halin gereklerine uygun olmadığı sonucuna varmıştır. Karar özellikle 667 sayılı KHK’da yer alan irtibat, iltisak gibi kavramların belirliliği ve geçmişe yürürlü olarak uygulanmasının öngörülebilirlik koşullarını sağlayıp sağlamadığı yönünden incelememesi eleştiri konusu olmuştur. Kararın benzer durumdaki yüz binden fazla kamu görevlisinin durumu için emsal teşkil edeceği vurgulanmıştır. Davanın Büyük Daire’ye götürülmesi taşınması yönünde başvurucunun ya da hHüküumetin başvuru yapıp yapmayacağı konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. 

Önceki İçerikÖzgürlük Gündemi Sayi 3
Sonraki İçerikCovid-19’un Türkiye Ekonomisine Etkileri ve Politika Önlemlerinin Ekonomik Özgürlükler Açısından Değerlendirilmesi