Özgürlükle ahlâk arasında zorunlu bir ilişki vardır. Bu bir karşılıklılık ilişkisi, yani hem özgürlükten ahlâka, hem de ahlâktan özgürlüğe giden bir ilişki olmakla beraber, bu ilişkide asıl belirleyici ve zorunlu olan birincisi, yani özgürlükten ahlâka giden bağlantıdır.

Ahlâkî eylem tercih özgürlüğüne ve kişinin eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesine dayanır. Kişi ancak özgür tercihinin sonucu olan eylemlerinden sorumlu tutulabilir ve duruma göre ödül veya cezayı hak eder.

Özgürlükten ahlâka giden bağlantının zorunlu olması özgürlüğün ahlâkın varlık şartı olduğu, ahlâkın varlığının özgürlüğe bağlı olduğu anlamına gelir: Özgürlük olmadan ahlâk olmaz. Burada özgürlüğü hem ‘’irade özgürlüğü’’ hem de kişisel ve siyasal özgürlük anlamında kullanıyorum. İrade özgürlüğü kişinin serbestçe hareket etme yetisinin Tanrı veya tabiat tarafından bağlanmış olmaması durumudur. İrade özgürlüğü kişinin özgür tercihte bulunabilmesi, yani eylemlerinin başka bir irade tarafından belirlenmemesi demektir. Başka bir deyişle, irade özgürlüğünün varlığı determinist görüşün reddi anlamına gelir.

Ahlâkîliğin varlık şartı olarak kişisel ve siyasî özgürlüğe gelince; bunlardan ilki, köleleştirme veya fiziksel müdahale durumlarında olduğu gibi, kişinin hareket kabiliyetinin başka bir kimse tarafından daimî olarak kısıtlanmış olmaması durumunu ifade eder. Siyasî özgürlük ise kişinin siyasî baskıdan azade olması, başka bir deyişle özgürlükçü bir siyasî rejim altında olmaması anlamına gelir. Özgürlükçü olmayan bir siyasî rejimde ahlâk yeşeremez, yani ya müesses hale gelemez ya da zamanla ortadan kalkar veya yozlaşır.  Kişi ancak özgürlükçü bir rejimde sahici anlamda ahlâkî davranabilir. Baskı insanları ikiyüzlü davranmaya iter; baskı altındaki insanlarda güven ve sorumluluk duygusu gelişemez.  

Özgürlükle ahlâk ilişkisinin diğer yanında ise ahlâktan özgürlüğe giden bir bağlantı vardır. Şöyle ki: Ahlâksız bir toplumda doğru anlamda özgürlük kendine yer bulamaz ve özgürlüğün kurumları yeşeremez. Ahlâk zaafıyla malul olan toplumlarda özgürlük genellikle kuralsızlık ve hak-tanımaz bir serbestlik olarak görülür. Meselâ, tipik bir ahlâkî sapma olan kendi çıkarını başkalarının zararına olacak şekilde gerçekleştirmeye çalışmak özgürlük sanılır. Ahlâksız toplumda özgür eylem ile yağmacılık ve parazitik hayat tarzı arasında ayrım yapmamak ta yaygın bir tutumdur. ‘’Külfet’’ine katlanmadığı ‘’nimet’’e konma istekliliği de öyle.

Bu arada belirtmek gerekir ki, Türkiye’de çok yanlış olarak sanıldığının tersine, kişinin kendi çıkarını gütmesi (yani hayatta kalmaya, geçimini sağlamaya, sahip olduklarını korumaya çalışması ve daha iyi bir hayat için çaba göstermesi vb.) kendi başına yanlış veya ahlâka aykırı değildir; yanlış olan, bunları başkaları pahasına yapmak veya bunları yaparken başka kişilere ve kamuya zarar vermektir.

Ahlâkilik standardının düşük olduğu toplumlarda, başta hukukun üstünlüğü olmak üzere, özgürlüğün kurumlarını yerleştirmek veya bu kurumların olağan işlevlerine uygun olarak işlemelerini sağlamak ta zordur. Nitekim böyle toplumlarda siyaset yozlaşır: Yasama ve yürütme organları ortak iyiliği amaçlayan tartışma ve kural üretme zeminleri olmaktan çıkarak kişi, grup veya parti çıkarlarının genel yarar aleyhine kayırıldığı sıradan aparatlara dönüşür; ‘’hukuk’’ muhalifleri sindirme ve taraftarlara rant dağıtımı aracı haline gelir, bu arada yargı da iktidar sahipleri lehine olacak şekilde adaletten sapar. Piyasa ekonomisi de çoğu zaman yozlaşarak, devlet (siyasî iktidar ve bürokrasi) ile iktidardan yana olan iş dünyası arasındaki bir ahbap-çavuş ilişkileri ağına dönüşür.

Türkiye’ye gelince, bu konudaki ‘’kötü haber’’i Diyalog’da daha önce de vermiştim, biraz yumuşatılmış olarak tabiî: ‘’Biz pek de ahlâklı bir toplum sayılmayız.’’ (‘’Gerçekten Ahlâklı Bir Toplum Muyuz?’’, 9 Haziran 2019)

Aslına bakılırsa, Türkiye özgürlük ile ahlâk arasındaki baştan beri açıklamaya çalıştığım ilişkinin her iki yönü için de bir laboratuvar işlevi görmektedir.  Maalesef, yukarıda işaret ettiğim ahlâkî zaafların ve patolojik siyasî göstergelerin hepsi -ve hatta daha fazlası- bugünkü Türkiye’nin bir gerçeğidir. Bu diyarda revaçta olan ahlâk değil ahlâkî ikiyüzlülük veya ‘’ahlâkçılık’’tır. Özeti şu: Türkiye’nin özgürlüksüz siyasî rejimi bireysel ve kamusal ahlâkı bozmakta, ahlâkî bozukluk ta bu sefer sivil hayat alanını ve siyaseti yozlaştırmakta ve rejimi özgürlük idealinden daha da uzaklaştırmaktadır.

(Diyalog, 2 Nisan 2023)

Önceki İçerikTÜRKİYE’NİN İKTİSADÎ PERFORMANSININ SEFALETİ
Sonraki İçerikÖzgürlük Gündemi Sayı 34
Mustafa Erdoğan
Mustafa Erdoğan lisans ve lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı; 1991’de Doçent, 1997’de Profesör oldu. İdarî yargıda (1983-85), Ankara Üniversitesi (1985-1990), Hacettepe Üniversitesi (1991-2010) ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde (2010-2016) öğretim üyesi olarak çalıştı. Çeşitli tarihlerde Prof. Erdoğan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki muhtelif üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında misafir araştırmacı olarak bulundu. Türkiye Bilimler Akademisi’nin aslî üyesi olan Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri şunlardır: Hukuk ve Adalet (2. b., 2022); Liberal Perspektif (2021), Türk Anayasa Hukuku (2. b., 2019), Anayasa Hukukuna Giriş (2. b., 2019), Özgürlük, Hukuk ve Demokrasi (2018), İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku (5. b., 2018), Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset (9. b., 2016), Anayasal Demokrasi (12. b., 2015); Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm (2006); Anayasa ve Özgürlük (2002); Demokrasi, Laiklik, Resmî İdeoloji. (2 b., 2000)