1980 yılında biyolog Paul Ehrlich ve ekonomist Julian Simon meşhur bir tartışmaya girdiler. Ehrlich, süregelen nüfus artışının doğal kaynakların aşırı tüketimine ve kişi başına gıda tüketiminde bir çöküşe yol açacağını savundu. Simon ise artan kıtlığın insan yaratıcılığını ortaya çıkaracağını ve bu zorluğun üstesinden gelecek teşvikler yarattığını savunmuştur.

Tekrar varoluşsal sorular ortaya çıkaran bir riskle karşı karşıya kaldığımız 2020 yılına geri dönelim. Covid-19 krizi, yaşam standartlarımızla ilgili rehavete karşı bir uyandırma çağrısıydı. Sosyal mesafenin ve diğer önlemlerin neden olduğu ekonomik sarsıntı ve günlük yaşamın kesintiye uğraması küresel ekonomiyi temellerinden sarstı. İşin iyi tarafı, dünyanın beklemediğimiz ve hazırlıksız olduğumuz şoklara ne kadar çabuk uyum sağlayabileceğini öğrenmiş olmamızdı. Ancak gelecekteki tehditlere yanıt verirken ne kadar çevik olacağımız halen bir soru işareti.

Covid-19 salgını sırasında iklim değişikliği sorunu geçici olarak gündemden düştü. Ancak bu sorun ortadan kalkmış değil. Julian Simon’un da belirttiği gibi, insan yaratıcılığı iklim risklerinin azaltılmasında merkezi bir rol oynayacaktır, çünkü uyum sağlama kabiliyetimiz zaman içinde ivme kazanmaktadır.

Değişimle Başa Çıkmak

İklim değişikliği tehdidiyle başa çıkmak için iki temel stratejimiz var. Birincisi, sera gazı emisyonu üretimimizi azaltarak tehdidi hafifletmek. İkincisi, yeni tehditler karşısında yaşam şeklimizi değiştirerek bu tehdide uyum sağlamak.

Benim çalışmalarım büyük ölçüde ikinci stratejiye odaklanıyor. İnsanların, firmaların ve hükümetlerin iklim değişikliğinin yarattığı risklere nasıl uyum sağlayabileceğini ve iklim değişikliği giderek şiddetlenirken hayatlarımızı nasıl değiştirebileceğimizi araştırıyor.

Bildiklerimiz ışığında, artan iklim riski karşısında akılcı strateji hem azaltımı hem de adaptasyonu sağlamaktır. Ancak en azından kısa vadede, dünyada kişi başına düşen gelir arttıkça küresel sera gazı emisyonları da artmaya devam edecektir. Gelişmekte olan dünyada daha iyi bir yaşam arayışında olan milyarlarca insan için bu gelir artışları iyi bir şey olacaktır. Bununla birlikte, mevcut teknolojiler göz önüne alındığında, devam eden emisyonlar iklim değişikliği sorununu daha da kötüleştirecek ve bu da insanların yaşam standartlarında gelecekteki iyileştirmeleri garanti altına almak için adaptasyonu daha da önemli hale getirecektir.

Küresel sera gazı emisyonları artmaya devam ederken, ortaya çıkan tehdide uyum sağlama konusunda daha iyi hale geldiğimiz için büyük bir yarış yaşanıyor. Bu yarışın sonucu, insanların, firmaların ve hükümetlerin yeni risklerle nasıl başa çıkacağına bağlı olacaktır.

1980 yılında Julian Simon “keşifler de kaynaklar gibi sonsuz olabilir; ne kadar çok keşfedersek, o kadar şey daha keşfetmemiz mümkün olur” demişti. Bugün, Simon’ın bireysel ve kolektif dayanıklılığımızı inşa etmede insan sermayesi ve yaratıcılığının oynadığı role ilişkin fikirleri, iklim mücadelesi göz önüne alındığında her zamanki kadar günceldir.

Teşvik Edilmiş İnovasyonun Rolü

ABD’deki milyonlarca hane halkı ve dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca insan iklim değişikliğine uyum sağlamak için yeni çözümler aramaya yönelirken, insanların bu durumla başa çıkmasına yardımcı olacak ürünler geliştirebilecek firmalar için büyük bir pazar oluşuyor. İnovasyon gerçekleştikçe elimizdeki uygulanabilir başa çıkma stratejileri de zaman içinde artıyor. Bir sonraki Elon Musk hangi sorunları çözeceğini seçmelidir. Kâr güdüsü önceliklerini belirlemesine yardımcı olur.

Piyasa talebi inovasyonun yönünü belirler. İlaç şirketleri, tedavi için büyük bir pazar talebi olan hastalıklar için yeni ilaçlar geliştirme çabalarına odaklanırlar. Eğer bir hastalıktan çok az insan muzdaripse, o zaman ilaç şirketlerinin sabit maliyetleri ödemek ve o hastalık için yeni ilaçlar geliştirme riskini üstlenmek için çok daha zayıf teşvikleri vardır. İronik bir şekilde, eğer iklim değişikliğinin giderek yoğunlaşan sıcak hava dalgalarının nüfusa önemli ölçüde zarar vermesi bekleniyorsa, bu durum çözüm üretebilecek girişimciler için karlı bir pazar alanı yaratacaktır. Daha büyük ön sabit maliyetler gerektiren yeni pazar ürünleri için, kar amacı güden firmaların toplam pazarın büyük olduğuna ikna edilmesi gerekecektir. Girişimciler yenilikçi bir iklim adaptasyonu çözümü için gelecekte büyük bir talep olacağını öngördüklerinde, bu durum yeni ürünler tasarlamak üzere bu pazara girmeleri için bir teşvik oluşturacaktır.

Bu da iklim değişikliğine uyum sağlama konusunda sayıların gücüne işaret etmektedir. Eğer sadece bir hane şiddetli yağmurlar nedeniyle küflenmeye maruz kalırsa, hiçbir firma küfü ortadan kaldırmak için yeni bir çözüm geliştirmeyecektir. Ancak milyonlarca insan iklim değişikliğinin yol açtığı şiddetli yağışlar nedeniyle bu zorlukla karşı karşıya kalırsa, o zaman firmaların riskli ve maliyetli çözüm arayışına girmeleri kârlı olacaktır. Harvey Kasırgası’nın Houston’da yol açtığı sel, binlerce evde önemli ölçüde küf hasarı yaratmıştır. Girişimciler ortaya çıkan bu fırsatları öngörürlerse, çözüm arayışında insan yaratıcılığının gücü açığa çıkar.

Kısacası ekonomi, bireylerin talep yasasına yanıt vereceğini öngörür. Ölçek ekonomileri ve küresel tedarik zincirlerinin ortalama maliyeti düşürmesi nedeniyle adaptasyon odaklı ürünlerin fiyatı düşerse, insanların bu ürünleri benimseme olasılığı artacaktır.

ABD ekonomisindeki önemli gelir eşitsizliği göz önünde bulundurulduğunda, zengin sınıf teknolojik değişimin yönlendirilmesinde özel bir rol oynamaktadır. Haziran 2018’de Bill Gates, aşıların kırsal bölgelere taşınırken soğuk kalmasını garanti eden yeni bir teknoloji hakkında blog yazdı. Bu yeniliği kısmen finanse etti çünkü aşıların ihtiyacı olanlara taşınırken bozulmamasını sağlamaya yönelik çok önemli bir ihtiyaç olduğunu tahmin ediyordu. Bu tür soğutmalı taşıma teknolojisi, adaptasyonu besleyen bir başka inovasyon örneğidir. Kişisel serveti ve dünyanın yaşam kalitesini iyileştirme tutkusu nedeniyle Gates bu yeniliğin ortaya çıkmasına bizzat yardımcı olmuştur.

Kalkınma ekonomistleri, ilaç şirketlerinin yoksul ülkelerdeki insanlar için yeni ilaçlar tasarlama konusunda çok daha zayıf teşviklere sahip olmasından endişe duymaktadır, çünkü bu tür ilaçlar daha az kar getirecektir. Aynı mantık iklim riskini azaltmaya yönelik teşvik edilen inovasyonlar için de geçerlidir. Eğer milyarlarca insan aşırı sıcaklar ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi benzer zorluklarla karşılaşırsa, çözümlere yönelik bu kitlesel talepten yeni pazar fırsatları doğacaktır. Buna karşılık, eğer milyonlarca yoksul insan belirli bir bölgeye özel bir sorunla karşı karşıya kalırsa, kâr amacı güden firmaların bu sorunu çözmek için daha az teşviki olacaktır, çünkü böyle bir çözüm için toplam talep daha az kar getirecektir. Bu durumda, Gates Vakfı gibi kâr amacı gütmeyen vakıflar ve diğer kalkınma ajansları, bir çözüm bulan firmaya finansal bir ödeme vaadinde bulunarak rol oynayabilir.

Yeni mallar yaratıldıkça ve pazarlandıkça, firmalar piyasaya girmekte ve pazar payı için birbirleriyle rekabet etmektedir. Bu rekabet, bu tür malların fiyatı düştüğü için tüketicilere fayda sağlar. Düşen fiyatlar, daha yoksul insanların bile bu malları alabileceği anlamına gelir. Bunun şimdiden gerçekleştiğini görüyoruz. Klimadan cep telefonuna ve soğutmaya kadar adaptasyon dostu temel ürünlerin kaliteye göre ayarlanmış fiyatları zaman içinde keskin bir düşüş göstermiştir.

Buradaki asıl araştırma sorusu, bu malların karşı karşıya olduğumuz yeni riskleri telafi etmede ne kadar etkili olduğudur. Klimanın yaygınlaşmasının dış ortam sıcaklığı ve ölüm oranı ilişkisini zayıflatmadaki rolünü belgeleyen araştırmalar bu konuda iyimser bir örnek sunmaktadır. Cep telefonlarının yaygınlaşması, insanların sosyal ağlarından, güvenilir haber kaynaklarından ve yerel yönetimlerin faaliyetlerinden haberdar olmalarında kilit rol oynayan yeni teknolojilere bir başka örnek teşkil etmektedir. Bu gerçek zamanlı bilgi, insanların uzun vadede bilinçli seçimler yapmasına ve kriz sırasında kısa vadeli kararlar almasına yardımcı olur.

Zoom Boom

Covid-19 salgını sırasında Zoom yazılımının ve diğer teknolojilerin hızlı yükselişi, teknolojik çözümlerin kitlesel talebe yanıt olarak ne kadar hızlı çoğalabileceğini gösteriyor. Mart 2020’nin başlarında, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm üniversiteler kapandı ve insanları virüsten korumak için çevrimiçi oldu. Profesörler Zoom kullanarak evden ders verdi ve öğrenciler çevrimiçi eğitim aldı.

Kâr amacı gütmeyen birçok firma artık web üzerinden uzaktan çalışma ve konferans yöntemine geçmektedir. Firmalar uzak konumlardan nasıl ekip oluşturacaklarını öğrendikçe, bu durum çeşitli adaptasyon olanaklarının önünü açıyor. Birincisi, bu durum çalışanların trafik sıkışıklığından ve buna bağlı gecikmelerden kaçınmasına yardımcı olurken aynı zamanda yerel hava kirliliğini de azaltabilir. Kişinin iş yerinin ikamet yerinden ayrılmasıyla, çalışanlar işe gidip gelme dışındaki kriterlere göre nerede yaşayacaklarını seçme konusunda çok daha fazla özgürlüğe sahip olacaklardır. Bu da onların öncelik verdikleri risk ve fırsatlara uyum sağlamalarına yardımcı olacaktır.

Telekonferans gibi bilgi teknolojilerindeki gelişmeler, bir firmanın merkezinin destek ofislerinden ve üretim merkezlerinden fiziksel olarak ayrılmasına olanak tanımaktadır. Bir firma birkaç işçisini kıyıdaki bir merkez şehirde tutabilir ve fabrikaları ve destek ofislerini uzak yerlere gönderebilir. Kıyı şehirleri özellikle iklim risklerine açıksa, üretim faaliyetleri daha güvenli yerlere taşınabilir. Eğer bir firma, fiziksel olarak birbirlerine yakın olmaksızın çeşitli birimleri arasında koordinasyon sağlayabiliyorsa, bu durum firmanın nerede konumlanabileceğine dair çok daha fazla imkânın önünü açar. Bu artan konum yelpazesi adaptasyonu kolaylaştırır.

Artık daha fazla sayıda iş, yüz yüze temas gerektirmeyen çalışma biçimlerini içeriyor. Böylece insanlar, evlerinden uzakta seyahat etme kabiliyetlerini sınırlayan aşırı hava olayları sırasında üretken olabilirler. Örneğin Chicago’da gelecekte yaşanacak kar fırtınaları, çalışanların üretkenliğinde kısa vadede daha az kesintiye neden olacaktır çünkü çalışanlar böyle günlerde uzaktan çalışabilirler.

Wall Street Wall Street’ten Ayrılabilir mi?

Ekonomide pek çok sektör bulunmaktadır, ancak en üretken firmalar birkaç yüksek teknoloji endüstrisinde yoğunlaşmıştır ve bu endüstriler belirli şehirlerde kümelenme eğilimindedir. İklim değişikliğinin yarattığı yerel tehditler göz önüne alındığında, büyük firmalar ve kilit üretkenlik merkezleri iklim şoklarından önemli ölçüde zarar görebilir mi?

2012 yılında, iklim değişikliğinin kıyı kentleri için yarattığı riskler hakkında bir haber yazan The Economist’ten bir muhabir tarafından arandım. Bana “Wall Street’in Amerika Birleşik Devletleri’nde önemli bir finans merkezi olduğu doğru değil mi?” diye sordu. “Evet” diye yanıtladım. “Sandy Kasırgası’nın yakın zamanda gösterdiği gibi deniz seviyesinin yükselmesinin Wall Street’i sular altında bırakabileceği doğru mu?” “Evet.” dedim. “Dolayısıyla, iklim değişikliği deniz seviyesinin yükselmesini hızlandırarak Wall Street’i yok etmek suretiyle ABD ekonomisini çökertemez mi?” Muhabirin argümanı, önemli üretim yerlerine verilen zararın genel makroekonomiye büyük zarar verebileceği yönündeydi.

Gary Becker ve Julian Simon’ın insan sermayesi üzerine çalışmalarını dayanak alarak, bu yer temelli ekonomik büyüme teorisini reddediyorum. İnsan sermayesi yaklaşımı, yetenek havuzuna sahip herhangi bir coğrafi bölgenin ekonomik büyüme yaşayacağını savunmaktadır. Modern ekonomide, yetenekli insanların ve iyi yönetilen firmaların bulunduğu yerler verimli olur. Hırslı, genç finans çalışanları New York’a taşınmayı bırakırsa Wall Street’in büyük finans kümesi daha az üretken bir yer haline gelecektir. Uç bir örnek düşünün: Eğer deniz seviyesinin yükselmesi Wall Street’i tehdit ederse ve firmalar hiçbir önleyici tedbir almazsa, o zaman kesinlikle büyük bir verimlilik şoku yaşayabiliriz. Wall Street firmalarının paralarını piyasa eğilimlerini öngörerek kazandıkları göz önüne alındığında, bu tür firmaların kilit çalışanlarını ve varlıklarını konumlandırdıkları yer nedeniyle karşılaştıkları yeni iklim risklerinin farkında olmak için güçlü teşvikleri vardır.

Wall Street denilen yer deniz seviyesinin yükselmesi tehdidi altındaysa, büyük firmalar bu tehdidi öngörerek daha yüksek yerlere taşınacaktır. Bu tür firmalar, gelecekte daha az iklim riskiyle karşı karşıya kalacak alanlar bulmak için güçlü teşviklere sahip olacaktır. Goldman Sachs giderek daha riskli hale gelen güney Manhattan’dan çıkarsa, diğer firmalar da onu takip edecek ve böylece ekonomik yığılma daha güvenli, daha dirençli bir bölgede yeniden oluşacaktır. Bu dinamik gerçekleşirse, New York Şehri önemli bir istihdam merkezini kaybedecek ve yakınlardaki daire fiyatları değer kaybedecek, ancak nispeten daha güvenli arazilerde yeni bir zenginleşme yaşanacaktır. Bu iyimser senaryo, mevcut üretken firma kümelerinin birlikte koordine olabileceğini ve daha yüksek bir zeminde hızla yeniden oluşabileceğini varsaymaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin fiziksel büyüklüğü göz önüne alındığında ve şehirlerin çok az fiziksel alan kapladığı düşünüldüğünde, üretkenlik merkezlerimizi inşa edebileceğimiz pek çok yer bulunmaktadır. Bu da mevcut üretkenlik noktalarının önemli iklim riskleriyle karşı karşıya kalması halinde, gelecekteki şehirleri inşa etmek için pek çok olası alan olduğu anlamına gelmektedir. Bu geçiş süreci maliyet ve zaman gerektirecektir. Yeni üretkenlik kümesini daha yüksek bir yerde oluşturmanın bir iyi yanı da bunun hangi ekonomik faaliyetlerin bir arada kümelenmesi gerektiğini yeniden düşünmek için yeni bir fırsat sunması ve böylece yeni üretkenlik noktasının orijinal kümeden daha da üretken olabilmesidir.

Bahis, 2. Tur

Bu örnekler, yeni kitabımda incelediğim örneklerden sadece birkaçı. Kitabın özü, piyasaların ve insan yaratıcılığının karşılaştığımız yeni risklere uyum sağlamamıza yardımcı olduğudur. Bizler pasif kurbanlar değiliz. İnsanlar, ister COVID-19’dan ister iklim değişikliğinden kaynaklansın, ortaya çıkan risklerle başa çıkmak için önemli bir kabiliyete sahiptir. Tabiat Ana’nın üzerimize attığı değişikliklere dayanma kabiliyetimiz her geçen gün daha da güçleniyor. Rasyonel ekonomik aktörler olarak bu risklerin giderek daha fazla farkına varıyoruz ve çözümlere yönelik bireysel talebimiz, uyum sağlamamızı mümkün kılacak yenilikleri ortaya çıkarmak için yeterli toplam talebe ulaşıyor.

İklim değişikliğine uyum sağlama konusunda giderek daha iyi hale gelme ihtimalimiz, Julian Simon ve Paul Ehrlich arasındaki eski tartışmayı hatırlatıyor. 1980’lerde, dünya nüfusundaki artışın yaşam standartlarımıza zarar verip vermeyeceğini tartışıyorlardı. Ehrlich, artan nüfusun kısıtlı kaynaklara olan talebi artıracağını ve Malthusçu bir çöküşe yol açacağını savunuyordu.

Simon, piyasa tarafından verilen fiyat sinyallerinin davranış değişikliğini yönlendirmede oynadığı role odaklanarak buna karşı çıkmıştır. Fiyatların, kaynakların artan kısıtlılığını yansıtacak şekilde yükseleceğini ve bunun da ikame kaynakların aranması için koruma ve arz yönlü inovasyonu tetikleyeceğini savunmuştur. Simon ayrıca nüfus artışının, fikirleri kaynak bolluğunu artıracak olası girişimcileri artıracağını savunmuştur. Ehrlich doğal kaynak fiyatlarının yükseleceğine dair bahse girerken, Simon insan zekasının ikameleri belirleyeceği ve insanların fiyat sinyallerinde somutlaşan teşviklere yanıt vereceği için fiyatların düşeceğine dair bahse girdi. Simon bahsi kazandı.

Süregelen iklim adaptasyonu mücadelesi de benzer bir yüksek riskli çekişmeyi ortaya koymaktadır. Dünyanın sınırlı topraklara ve çok sayıda insana sahip olduğu düşünüldüğünde, iklim değişikliği kötüleştikçe hangi bölgeler yaşanabilir kalacaktır? Simon’ın mantığının bir uzantısı, büyüyen insan sermayemizin karşılaştığımız yeni çevresel baskıları dengelemenin yollarını keşfetmemizi sağlayacağını öne sürüyor. Bu yenilikleri keşfetmek için yeterli zamanımız olup olmadığını eleştirenler olacaktır. Ancak inovasyon yapan kişiler her zaman bir sonraki büyük kâr fırsatını kollar. Gelecekteki talep beklentisi, potansiyel çözümleri araştırmak için bugünden bir teşvik yaratıyor. Yeterli sayıda girişimci bu rekabete girerse, önemli bir atılım olasılığı keskin bir şekilde artar. Teknolojik ilerlemelerin tek başına bizi koruyacağına dair hüsnükuruntudan kaçınmamız gerekse de yeni risklerle başa çıkmalarına yardımcı olacak ve küresel sermaye piyasası tarafından finanse edilen yeni ürünler arayan küresel orta sınıfın yükselişi sayesinde teknolojik sınır değişiyor.

Bugün Covid-19’un yarattığı yeni risklere uyum sağlamaya çalışıyoruz. Hem virüsten kaynaklanan bulaşıcı hastalık riskiyle hem de ekonomik kapanmayla ilişkili mali riskle karşı karşıyayız. Salgının ortasında, federal hükümet kural ve politikalarını birkaç kez değiştirdi ve bu durum firmalar ve hane halkı için belirsizlik ve planlama zorluklarına neden oldu. Federal politikalar deney, inovasyon ve yatırım için güvenilir teşvikler yarattığı sürece, özel sektör bu tür şoklara uyum sağlamayı kolaylaştırmada daha verimli bir rol oynayabilir.

Oyunun Yeni Kuralları

Kitabım, iklim adaptasyonu konusundaki ilerlememizi hızlandıracak olan yeni “oyunun kurallarını” tartışıyor. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nin ev sahiplerini destekleyen, dolayısıyla daha fazla kiralamayı teşvik eden politikaları kaldırması gerektiğine ve daha yüksek ve daha yoğun inşaatlara izin veren daha fazla “üst bölge “ye ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.

Bu tür sorunlar iklim adaptasyonu ile ilgili görünmeyebilir, ancak öyledirler. Ev sahipleri çeşitlendirilmemiş bir varlık portföyüne sahiptir- tüm “yumurtalarını bir sepete” koymuşlardır. İklim değişikliği bu tür yere dayalı bahislerin riskini artırmaktadır. Eğer federal hükümet şu anda çeşitli politikalarla yaptığı gibi ev sahipliğini artık desteklemezse, o zaman daha fazla insan kiralamayı seçecek ve iklim riskinden korunmalarına yardımcı olacaktır.

Diğer politika çözümleri klasik PERC arazi kullanımı temaları ile ilgilidir. Örneğin, tarım teşviklerinin aşamalı olarak kaldırılması, çiftçilerin iklim değişikliğinin yarattığı yeni kar fırsatlarına uyum sağlamak için faaliyetlerini ayarlama konusunda daha büyük bir teşvike sahip olacakları için etik açıdan kaygıları azaltacaktır. Eğer bir bölge daha fazla kuraklık riskiyle karşı karşıyaysa ve suyun fiyatı yükseliyorsa, çiftçiler su yoğun ürünlerden uzaklaşacaktır. Başka bir örnek vermek gerekirse, federal ve eyalet hükümetleri sel veya yangın bölgelerinde yaşamayı ve doğal kaynakları tüketmeyi sübvanse ederek uyum sürecini yavaşlatmaktadır.

Bu hükümet politikalarının öngörülmeyen maliyetlerinin iklim değişikliği nedeniyle zaman içinde artacağını kabul etmek önem taşımaktadır; bu nedenle, fiyat sisteminin ortaya çıkan kıtlığı göstermesine izin veren politika reformlarını dikkate almak bizim yararımızadır. Fiyat sinyallerinin serbest bırakılması, Julian Simon’un daha müreffeh bir ulus ve daha dirençli bir ekonomi inşa etme vizyonu ile örtüşmektedir ve nihayetinde, gelecekte bize ne atarsa atsın, Doğa Ana’nın darbelerinden kaçma yeteneğimizi arttırmaktadır.

Yazar: Matthew E. Kahn

Çeviren: Pelinsu Carti

Metnin orijinali: https://perc.org/2021/07/19/how-markets-adapt-to-climate-change/

Önceki İçerikÖzgürlük Gündemi Sayı 47
Sonraki İçerikVergilendirmenin Ahlakiliği