Editör’den
Türkiye yaklaşık on gündür ülkenin batı ve güney bölgelerini kuşatan orman yangınları felâketiyle baş etmeye çalışıyor. Orman yangınları ülkemizin hemen hemen her yaz karşılaştığı bir sorun olmakla beraber, bu seferki hem hepsinin aşağı yukarı aynı sıralarda meydana gelmesi ve çok daha geniş bir bölgeyi kaplaması, hem de hükümetin bu duruma verdiği tepkinin yetersizliği bakımından öncekilerden farklılık gösteriyor. Manavgat’ta başlayıp hızla çevredeki yerleşim yerlerine uzanan ve ardından başta Marmaris olmak üzere Muğla çevresini kaplayan yangınlar silsilesine karşı koymakta hükümet maalesef aciz kaldı; hızlı, teknik olarak donanımlı ve etkin bir kriz yönetimi sergileyemedi. Yaz aylarının rutini haline gelmiş olan böyle bir felâkete bile hazırlıklı olmadığı ortaya çıktı. Bu olay, Türkiye’de görev başındaki hükümetin toplumun kaynaklarını yurttaşları kontrol altında tutmak, taraftarlarına rant dağıtmak ve insanlara hayat tarzı dayatmak gibi ilgisiz konulara harcarken, temel görevi olan koruyucu idarî hizmetleri bile yerine getirmekten aciz olduğunu veya daha kötüsü sorumsuz bir yönetim anlayışına sahip olduğunu göstermiştir.
İktidarın toplumu kontrol altında tutma ve bu arada her türlü sivil inisiyatif ve itirazı engelleme çabasının son örneğini sosyal medyanın kısıtlanması için bir yasa hazırlığı içinde olmasında görüyoruz. AKP iktidarı döneminde geleneksel medyanın (TV ve gazetelerin) büyük kısmı itibariyle hükûmetin kontrolü altına girmesi yetmezmiş gibi, son yıllarda insanların sosyal medya ve sanal dünyadaki serbest iletişim ve etkileşimi de engellenmek isteniyor. Hükümet kendisine hiçbir eleştirinin yönetilmediği ve toplumun olup biten her şeyi yönetenlerin gözüyle gördüğü bir ülke sevdasından vaz geçmiyor.
İnsan hakları açısından son haftalardaki en önemli gelişme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ByLock kararını açıklamasıdır. Mahkeme 20 Temmuz tarihli kararında, hakkında suç işlediğinden makul olarak şüphe edilmesini gerektirecek hiçbir kanıt bulunmadığı halde telefonuna ByLock uygulamasını indirmiş olduğu için ‘’FETÖ’’ şüphelisi olarak gözaltına alınan bir yurttaşın ‘’özgürlük ve güvenlik hakkı’’nın ihlâl edildiğine karar verdi. Mahkeme’nin kararı, başvurucuyla aynı gerekçeyle tutuklanmış ve/veya mahkûm edilmiş olan ve muhtemelen sayıları binleri bulan diğer mağdurlar için emsal teşkil edecektir. Bu kararın başka bir önemi de, olağanüstü halin kamu makamlarına keyfî tutuklama konusunda açık çek vermediğini vurgulamasından ileri gelmektedir.
Bu arada, ABD’nin askerî kuvvetlerinin Afganistan’dan çekilmesinin ardından Kâbil Havaalanının korunması görevini Türkiye’nin üstlenmesi konusuna daha önce değinmiştik. Son haftalarda Afganistan’dan Türkiye’ye ‘’öç’’ mü ‘’sığınma’’ mı olduğu belli olmayan nüfus akışının da ABD ile Türkiye arasındaki gizli bir mutabakatın sonucu olduğu söylenmektedir. Her ne hal ise, Türkiye’nin bu meseleyi insan haklarının gereklerine uygun bir şekilde hal yoluna koyması son derece önem arz etmektedir. Maalesef, hükûmet bu meselede de kamuoyunu işin aslı hakkında bilgilendirmekten kaçınarak, bir kere daha şeffaf ve sorumlu yönetim anlayışından uzak olduğunu göstermiştir.
Hükümet Ülke Genelinde Ortaya Çıkan Orman Yangınlarına Etkin Müdahale Edemiyor
28 Temmuz’da başlayan ve günümüze kadar 34 ilde çıkan orman yangınları doğaya büyük bir tahribat vermeye devam ediyor. Yangınlar 217’dan fazla noktada kontrol altına alındı fakat birçok ilçede yangınlar devam ediyor. [1] Yangınlarda 9 kişi yaşamını yitirdi.[2] Binlerce hektar orman alanı yok olurken birçok hayvan hayatını veya yaşam alanlarını kaybetti.
Güney illerinde başlayan yangınlara gerekli erken müdahale edilemedi. Ormanlık alanlara karayolu ile ulaşım zor olduğu için uzmanlar havadan müdahalenin zorunlu olduğunu belirttiler. Buna karşın hükümet havadan müdahale hususunda başarılı olamadı. Bu durum Türkiye’nin yangınlara ve genel olarak doğal afetlere karşı kurumsal kapasitenin eksikliğini tekrar gözler önüne serdi.
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli “Envanterimizde yangın söndürme uçağımız ve helikopterimiz yok.” dedi ve şu andaki uçakların tedarikçisinin Türk Hava Kurumu olduğunu söyledi.[3] Türk Hava Kurumu ise hem yeterli sayıda yangın söndürme uçağının olmaması hem de var olanların bakım eksikliği nedeniyle kullanılamamasından dolayı tartışmaların odağına yerleşti. THK’ya atanan kayyum heyetinin başkanı olan Cenap Aşçı envanterdeki uçakların uçabilir duruma gelebilmesi için 4 milyon dolarlık bir yatırım yapılması gerektiğini ve 1,5 milyar TL borcu olan bir kurumun, almadığı bir ihaleye yatırım yapma şansının olmadığını dile getirdi.[4] Buna karşın, Rusya’dan kiralanan üç uçağa günlük 1,3 milyon lira ödendiği öne sürüldü.[5]
Birçok mega projeye milyarlarca dolar harcayan hükümetin kritik öneme sahip yangın söndürme uçaklarını hem Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde bulundurmamasının hem de kayyum atadığı THK’da birkaç milyon dolar karşılığında uçabilir hale getirmemesinin izahı zordur. Dahası, Cumhurbaşkanı Erdoğan “yerleşim yerlerindeki yangınlardan belediyelerin sorumlu olduğunu” ileri sürdü.[6] Hükümetin ulusal boyuta ulaşan ve koordinasyon gerektiren yangınlarla ilgili olarak sorumluluğu kapasite yetersizliği aşikar olan belediyelere tahvil etmesi de kabul edilebilir değildir. Bu bakımdan, yangınlarla ilgili birincil sorumluluğun hükümete ait olduğunu belirtmek gerekir. Öte yandan ana muhalefet partisinin daha sorun çözücü bir perspektifle konuyu ele aldığını söyleyebiliriz. Sözgelimi, 11 CHP’li büyükşehir belediye başkanı yayınladıkları ortak bildiride THK’nın uçaklarının bakım ve işletme giderlerini karşılamaya hazır olduklarını belirtti.[7]
AİHM ByLock Uygulaması ile İlgili FETÖ Davalarını Etkileyecek Önemli Bir Karar Verdi
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra açılan soruşturma ve davalarda, ByLock uygulanmasının münhasıran örgüt mensuplarınca kullanıldığı gerekçesiyle, salt olarak uygulamanın indirilmiş olması bile örgüt üyeliğinin delili olarak değerlendirilerek tutuklama ve mahkûmiyet kararları verilmişti. AİHM yalnızca ByLock kullandığı gerekçesiyle tutuklanmış olan eski bir polisin yapmış olduğu bireysel başvuru hakkındaki kararını 20 Temmuz 2021 tarihinde açıkladı ve başvurucunun Sözleşme ile güvence altına alınan bazı haklarının ihlal edildiğine karar verdi.[8] İlk olarak tutuklamanın hukuka uygun olup olmadığını inceleyen Mahkeme, tutuklama anında kişinin suç işlediğine dair makul şüpheyi haklı gösterecek delillerin bulunması gerektiğini hatırlatmıştır. Bu çerçevede öncelikle başvurucunun tutuklandığı 17 Ekim 2017 tarihinde hakkında ByLock uygulamasını kullanması dışında başka bir delil bulunmadığını tespit etmiştir. Söz konusu tarihte yerel mahkemenin elinde ByLock uygulamasının münhasıran örgüt üyelerince kullanıldığına dair yeterli bilgi bulunmadığını hatırlatan Mahkeme, salt bu uygulamayı kullandığı iddiasıyla başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olmadığını belirtmiştir. Mahkeme, kişinin suç işlediğini gösteren başka delillerle desteklenmedikçe uygulamanın indirilmiş olmasının tek başına yeterli delil olarak kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. Başvurucu hakkında tutuklama kararı veren sulh ceza hakimliğinin başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli şüpheye neden olan somut delillerin ne olduğunu ortaya koymaksızın salt kanun hükmüne atıf yaptığını vurgulayan Mahkeme, kanun hükmüne soyut ve genel atıfların şüphenin “makullüğünü” meşrulaştıramayacağını belirtmiştir. Tutuklama kararı veren hakimliğin kararındaki bu eksikliğin başvurucunun itirazını inceleyen hakimlik ya da bireysel başvurusunu inceleyen Anayasa Mahkemesi tarafından da giderilmediğini hatırlatmıştır.
Başvurucunun ByLock kullandığını belirten belgede başvurucunun suç teşkil eden herhangi bir eyleminin ortaya konulmadığını vurgulayan Mahkeme ne bu belgede ne de tutuklama kararında başvurucunun terör örgütü üyesi olduğunu gösteren somut bir açıklamanın yer almadığını belirtmiştir. Ayrıca AİHM, olağanüstü halin kamu otoritelerine istediği kişiyi tutuklama konusunda açık çek vermediğini özellikle hatırlatmıştır. Bu nedenle başvurucunun tutuklandığı zaman suç işlediği yönünde makul şüpheyi haklı gösteren somut delil bulunmadığını belirterek Sözleşmenin 5. Maddesinde öngörülen standartlara aykırı olarak tutuklandığına ve Sözleşmenin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Diğer taraftan Mahkeme ilk tutuklama için zorunlu olan makul şüphenin tutuklamanın devamına ilişkin kararlar açısından da vazgeçilmez bir gereklilik olduğunu belirterek 5/3 maddenin de ihlal edildiğine karar vermiştir. Son olarak başvurucunun tutuklanmasına ilişkin tek delilin başvurucunun adının ByLock kullanıcılarına ilişkin kırmızı listede yer alması olmasına rağmen başvurucunun ya da avukatının iddianame düzenleninceye kadar soruşturma dosyasına erişimine izin verilmediğini tutuklama kararına etkili bir şekilde itiraz etme hakkını kullanamadığını belirterek Sözleşmenin 5/4 maddesinin de ihlaline karar vermiştir. Daha önce benzer şikayetlerde dosyaya erişim bakımından ihlal bulmayan Mahkemenin bu yaklaşımından da dönme eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır.
AİHM’in Akgün kararı tutukluluğa ilişkin olmasına rağmen FETÖ davalarında verilen pek çok mahkûmiyet hükmünün de Sözleşmeye aykırılığı konusunda önemli bir göstergedir.
Hükümetten Sosyal Medyaya İlişkin Yeni Kısıtlama Sinyali
Parlamentonun açılmasından sonra Ekim ayında gündeme getirileceği belirtilen yeni düzenleme ile sosyal medya kullanımına ilişkin yeni kısıtlamaların öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Hürriyet Gazetesi’ne açıklamalarda bulunan AKP Milletvekili ve Anayasa Komisyonu Başkanvekili Ali Özkaya’nın yeni bir yasal düzenleme için çalışmalar yürütüldüğünü ve sosyal medyada dezenformasyon yayan sosyal medya kullanıcılarına bir yıldan beş yıla kadar ceza verilmesinin ve bir süreliğine sosyal medyayı kullanma yasağı uygulanmasının düşünülebileceğini belirttiği haberlerde yer almaktadır.[9] Sosyal medyaya ilişkin yeni sınırlama tartışmaları, iktidarın seçim atmosferinde sosyal medyayı kontrol altında tutmayı hedeflediği endişelerini artırmaktadır.
Kanunlara İtaat vs. Kişilere İtaat
Tarihçi Herodot’un bir kısa hikayesiyle Türkiye’nin bugünkü ekonomi yönetiminin halini anlayabiliriz. Herodot’un anlattığına göre Helenler ve Persler arasında bir görüşme yapılacaktır. Helenler Pers Kralı Xeres’le görüşmeye giderler. Kralın annesi Helen heyetini ağırlar ve onlara bir soru sorar, “Biz oğluma Xeres’e itaat ediyoruz. Siz kime itaat edersiniz?” Helen heyeti cevap olarak “Biz kişilere değil kentimizin kanunlarına itaat ederiz”. Milattan önce 6. yüzyılda hatta çok daha öncesinde dahi dünyamızı şekillendiren görüşler yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı.
Yukarıda anlatılan hikâyeden onlarca asır geçtikten sonra, Türkiye Cumhuriyeti yürütme organının başı olan Erdoğan sahne arkasında yönettiği kanaldan bağımsız olduğu kanunlarla belirlenmiş olan Merkez Bankası’nı kastederek “Bunun sinyalini ben de belli yerlere herhâlde vermiş oluyorum” diyerek faiz indirimi çağrısı yapmaktadır.[10] Erdoğan sinyal verdiğini söylemesine karşın bu söylemin bir sinyal değil emir olduğu artık birçok kişi tarafından bilinmektedir. Erdoğan emirlerine uymayan Merkez Bankası başkanlarının bir gece yarısı görevden alınması artık alıştığımız şeyler.
Erdoğan kendi medya kuruluşlarından mesaj vermekle kalmıyor, Türkiye örneği için yanlışlığı onlarca kez yine kendisi sayesinde ispatlanmış olan “Faiz enflasyonun nedenidir” görüşünü yineliyor. Konuşması sırasında tam olarak şu cümleleri kullanıyor, “Enflasyon noktasında da Ağustos ayını geride bıraktığımızda, biz Ağustos ile birlikte enflasyonda da düşüşü göreceğiz ama bunun oranı ne olur? Şu anda bulunduğumuzun bir defa çok çok altında olur. Bunun sinyalini ben de belli yerlere herhâlde vermiş oluyorum. Çünkü bundan böyle enflasyonun daha yukarı çıkması mümkün değil. Zira faiz oranlarında da bir defa düşüşe geçiyoruz ve yüksek faiz yok. Çünkü yüksek faiz bize yüksek enflasyonu getirecektir ama düşük faiz de düşük enflasyonu getirecektir. Ağustos ayı kırılma noktasıdır ve Ağustos ayı ile beraber de artık düşük enflasyona inşallah geçeceğiz”. Konuşmanın şu kısmı yukarıda bahsettiğim konuya ilişkin ve bu kısmı özellikle tekrar yazmak istiyorum: “Faiz oranlarında da bir defa düşüşe geçiyoruz ve yüksek faiz yok. Çünkü yüksek faiz bize yüksek enflasyonu getirecektir.” Yani halen faizi düşürünce enflasyonun düşeceğini vurguluyor.
Tüm bu dayanaksız sözlerin ceremesini borçluluğu yüksek olan hanehalkı ve şirketler çekiyor. Erdoğan’ın faiz-enflasyon ilişkisine yönelik verdiği her demeçten sonra dolar kısa süre içinde yükseliyor. Nitekim bu konuşmanın yapıldığı 4 Ağustos 2021 Pazar gününden sonra ilk işlem günü olan 5 Ağustos Pazartesi günü piyasalar açıldığında dolar 8,47 seviyelerinden bir anda 8,56 seviyelerine yükseldi. Bir müddet tepki satışları gerçekleştikten sonra yeniden 8,60 seviyeleri üzerine çıktı. “Faiz enflasyonun sebebidir” argümanının ısrarla sürdürerek bir kişinin ağzından çıkan bir sözün tüm vatandaşları aynı anda fakirleştirebilmesinin bir örneğini daha tecrübe ediyoruz.
[1] https://www.aa.com.tr/en/environment/217-forest-fires-contained-6-ongoing-in-southwestern-turkey/2327591
[2] https://www.dw.com/tr/orman-yang%C4%B1nlar%C4%B1-can-kayb%C4%B1-9a-y%C3%BCkseldi/a-58740403
[3] https://t24.com.tr/haber/bakan-pakdemirli-envanterimizde-yangin-sondurme-ucagimiz-yok,968992
[4] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-58029855
[5] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-58029855
[6] https://www.gazeteduvar.com.tr/erdogan-yerlesim-yerlerindeki-yangindan-belediyeler-sorumlu-haber-1530676
[7] https://www.dw.com/tr/chpli-belediye-ba%C5%9Fkanlar%C4%B1-u%C3%A7aklar%C4%B1-aktif-hale-getirmeye-haz%C4%B1r%C4%B1z/a-58744835
[8] Akgün/Türkiye, no. 19699/18, 20.07.2021, http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-211233
[9] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/sosyal-medyaya-almanya-modeli-yeni-yasada-sosyal-medya-maddeleri-41859721 (İngilizce versiyon için https://www.technadu.com/turkey-to-introduce-a-law-that-will-jail-social-media-users-when-posting-fake-news/291638/ )
[10] https://tccb.gov.tr/haberler/410/128914/cumhurbaskani-erdogan-a-haber-atv-ozel-yayinina-katildi