Editörden,

Son iki haftanın öne çıkan siyasî olaylarının başında, Cumhur İttifakı’nın, geçen Aralık ayında TBMM’ye sunmuş olduğu sözde ‘’başörtüsüne özgürlük’’ sağlamayı amaçlayan Anayasa değişikliği konusunu yeniden gündeme getirmesi gelmektedir. MHP’yle birlikte Meclisteki sandalye sayıları toplamı referandumsuz bir Anayasa değişikliği için yeterli olmayan AKP bu değişikliği destekleyeceklerini varsaydığı diğer sağ ve muhafazakâr partilere ‘’sağda ittifak’’ çağrısı yaptı. Ancak, CHP’yi dışarda bırakan bu çağrının, Meclisteki sayısal gücü bakımından en büyükleri olan İYİ Parti başta olmak üzere, muhatapları tarafından uygun görülmediği anlaşılmaktadır.

Nitekim daha önce AKP’nin çağrısına sıcak bakmadığını açıklamış olan İYİ Parti 26 Ağustos’ta Meral Akşener’in ağzından ittifaka ve işbirliğine karşı olduklarını kesin bir dille açıklayarak önümüzdeki mahallî seçimlere tek başına gireceğini açıkladı. Akşener açıklamasında ayrıca geçen Mayıs’ta yapılan genel seçimler için CHP ve diğer muhafazakâr partilerle aynı ittifak içinde yer almaktan pişman olduğunu dile getirdi, bu arada oldukça sert bir dille seçim yenilgisinin sorumluluğunu başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere ittifaktaki partnerlerine yükledi. Aslına bakılırsa, geçen Bülten’de öngördüğümüz gibi, siyasî yelpazenin ‘’merkez sağ’’ına tek başına yerleşmeyi kendisine stratejik hedef olarak belirlemiş olduğu bu açıklamasıyla daha iyi anlaşılan İYİ Parti lideri Meral Akşener’in diğer muhalefet partilerinden uzaklaşarak ayrı baş çekme yoluna gideceği belliydi. Şu var ki, kendisinin popülaritesinin ve partisinin gücünü fazla abarttığı söylenebilecek olan Akşener’in öngördüğü stratejik hedefe ulaşması ve bu arada önümüzdeki yerel seçimlerde sırf kendi gücüne dayanarak belirgin bir başarı ortaya koyması gerçekçi bir ihtimal olarak görünmemektedir.

Bu arada, AKP’nin çağrısının diğer muhataplarının da ‘’sağ ittifak’’ ihtimaline sıcak bakmadıkları anlaşılmaktadır. Nitekim Saadet Partisi ile Gelecek Partisi’nden geçen hafta yapılan açıklamalar bu partilerin çağrıyla ilgili olarak henüz kesin bir tutum almadıklarını ve aslında böyle bir ittifaka pek te istekli olmadıklarını göstermektedir.  DEVA Partisi’nden gelen cevap ise hem daha ilkelidir, hem de açık bir ret olarak anlaşılmaya daha fazla elverişlidir. Gerçekten de açıklamada ‘’mevcut yasaları uygulamayan iktidarın toplumu başörtüsü üzerinden kamplaştıracağı adımlara destek olmayız” ve “Asıl otoriter yapıya karşı adaleti savunanlar bir araya gelmeli” gibi ifadeler yer almaktadır. Aslında, DEVA Partisi’nin bugüne kadar muhtelif vesilelerle ilkesel temelde ortaya koyduğu liberal-demokrat tavır göz önüne alındığında, carî tek-adamcı otoriter rejimin günahlarından sorumlu olan Cumhur İttifakı partileriyle, hatta devletçilik ve milliyetçilikte MHP’den pek farkı olmayan İYİ Parti’yle kalıcı bir ittifak içinde yer alması makul bir beklenti değildir. 

Siyasî gündemdeki başka bir önemli konu Cumhuriyet’in 100. yüzyılı vesilesiyle genel af ilân edileceği dair kamuoyundaki beklentidir. Arkadaşımız A. Rıza Çoban aşağıda bu beklentinin gerçeklik ihtimalini ve beklendiği gibi bir genel af kanunu çıkarılması halinde ortaya çıkabilecek hukukî ve siyasî sorunları analiz ediyor. Bu konuda öne çıkan önemli sorunlardan biri, şimdiye kadar genellikle olduğu gibi, ‘’siyasî’’ olarak nitelenen, yani Devlete ve rejime karşı işlendiği varsayılan-  suçlardan mahkum olmuş olanların af kapsamı dışında tutulması kuvvetli ihtimalidir. Oysa bu suçların bir kısmı gerçekte suç bile olmayıp, ifade özgürlüğü kullanımlarından veya kamu otoritesinin keyfî kullanımına yöneltilmiş eleştirilerden ibarettir. Bu sözde suçların gerçekte bir mağduru yoktur; Türkiye’nin hukukî ve siyasî düzeninde devlete yönelik eleştirilerin ve devlet karşısındaki eleştirel tutum alışların barışçı da olsalar suç sayılmasının temelinde yatan neden, devlet kavramına atfedilen kutsallık ve dokunulmazlık ile güvenlik saplantısından başka bir şey değildir. 

Böyle bir sistemde, en son Cumhuriyet gazetesinden Barış Pehlivan örneğinde tanık olunduğu gibi, gazetecilere yönelik baskıların aralıksız olarak sürmesi ve haber veya yorumlarından dolayı gazetecilerin ikide bir hapse atılması şaşırtıcı olmasa gerektir. Bu örnekte öne çıkan bir nokta da, hukuk devleti ilkesine aykırı olarak, benzer durumdaki hükümlülere sağlanan ‘’denetimli serbestlik’’ olanağından yararlandırılmamak suretiyle Barış Pehlivan’a karşı ayrımcılık yapılması oldu.

Son olarak, yeni ekonomik-malî yönetimin izlenen ekonomik recovery programının mantıkî bir gereği olan faiz artırımı konusunda, beklenen oranın altında olsa da nihayet bir adım atması oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilkesel olarak karşı olduğu faiz artırımına zımnen onay vermiş olması, uygulanmakta olan Şimşek-Erkan programının istikrarlı ve tutarlı bir şekilde sürdürüleceğine dair beklentileri güçlendirmiş görünüyor.

Bir sonraki Özgürlük Gündemi’nde buluşmak üzere, esen kalın.

* Mustafa Erdoğan

Genel Af Tartışmaları Üzerine

Bir süredir kamuoyunda Cumhuriyetin 100. yılında genel af ilan edileceğine, bu amaçla 29 Ekim 2023 tarihinde yürürlüğe girecek şekilde bir af kanunu çıkarılacağına dair söylentiler tartışılmaktadır. Her ne kadar bu konuda resmi bir açıklama yapılmamış olsa da pek çok sivil toplum örgütü ve bazı siyasi partiler tarafından genel af talebi dillendirilmektedir. Bu arada Adalet Bakanı yakın zamanda bir yargı reformu strateji belgesi ve insan hakları eylem planı hazırladıklarını açıklamıştır.[1] Ancak bu hazırlıkların af konusunu içerip içermediği bilinmemektedir. Bilindiği gibi genel af, af konusu suçlar bakımından kamu davasının düşmesi ve ceza mahkumiyetinin tüm neticeleriyle birlikte ortadan kalkması sonucunu doğuran bir ceza hukuku kurumu olup, genel affın hangi suçları kapsayacağı kanunla belirlenmektedir. Genel af suçların cezasız kalması sonucunu doğurduğundan ancak çok istisnai hallerde başvurulması gereken bir yoldur. Sıklıkla af uygulamasına gidilmesi cezasızlık algısını yaygınlaştıracağından suçlular için teşvik edici bir unsura dönüşecektir. 

Türkiye’de af talebini doğuran husus pek çok insanın siyasi suçlar olarak nitelendirilen devlet aleyhine işlenen suçlar ya da terör suçlarından yargılanması ve cezalandırılmış olmasıdır. Siyasetçiler, gazeteciler, sivil toplum aktivistleri, akademisyenler ve KHK’lılardan oluşan çok sayıda insanın muğlak suçlamalar ve temel hak ve özgürlüklerin kullanımı niteliğindeki eylemleri dolayısıyla yargılanıp cezalandırılmış olması toplumda adaletsizlik algısını yaygınlaştırmıştır. Pek çok uluslararası gözlemci de terör mevzuatının öngörülemez bir şekilde geniş yorumlandığını, kavramların muğlak ve keyfi uygulandığını ortaya koymuştur. Venedik Komisyonu[2], Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri[3] ve Avrupa Komisyonu[4] pek çok kez ceza mevzuatının öngörülemez bir şekilde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olarak uygulandığı uyarısında bulunmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Türk Ceza Kanunu’nun 125/3[5], 220/6,[6] 220/7,[7] 299,[8] 301,[9] ve 314.[10] maddelerinin öngörülemez bir şekilde uygulandığını ve bu uygulamaların Sözleşmenin 10. ve 11. maddelerini ihlal edecek şekilde sistematik sorun oluşturduğunu tespit etmiştir. Dolayısıyla adil olmayan cezaların verildiği ve pek çok insanın haksız bir şekilde hürriyetinden yoksun bırakıldığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. 

Ancak kritik husus bu adaletsizliklerin genel af ile giderilip giderilemeyeceği sorusudur. Terör ve ceza mevzuatının öngörülemez bir şekilde ve geniş yorumlanmasının temel nedeni, yargının yürütmenin etkisi altına alınmış olması ve Anayasanın açık emrine rağmen AİHM kararlarının yargı makamlarınca dikkate alınmamasıdır. Dolayısıyla adaletsizliği doğuran husus yargının kurumsal bağımsızlığının ve tarafsızlığının güvence altına alınmamış ve uygulamaların hukuk devletinden uzaklaşmış olmasıdır. Bu nedenle gerçek çözüm hukuk devletine dönülmesi ve yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının güvence altına alınmasıdır.

 Ancak kısa vadede böyle bir gelişme beklemek gerçekçi olmadığından, en azından haksız yere özgürlüğünden mahrum bırakılanların bir an önce özgürlüklerine kavuşturulması için af çıkarılması desteklenebilir. Ne var ki böyle bir af düzenlemesinin gerçek mağdurları kapsaması zorunludur. Zira, hükümet zaten 2020 yılında ve 2023 yazında infaz mevzuatında yaptığı değişikliklerle adi suçlular bakımından özel af niteliği taşıyan düzenlemeler yapmış ve yüzbinlerce insanın tahliyesini sağlamıştır. Ancak gerçek mağdur dediğimiz siyasi mahkumları bu düzenlemelerin kapsamına almamıştır. Yapılacak yeni bir af düzenlemesinin yine siyasi mahkumları kapsamaması riski bulunmaktadır ve bu kabul edilemez.

* Ali Rıza Çoban – Anayasa Hukukçusu

Gazeteci Barış Pehlivan Beşinci Kez Tutuklandı

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Barış Pehlivan 2020 yılında açılan ve 3 yıl 9 ay hapis cezası verilen dava kapsamında beşinci kez tutuklanarak ceza evine gönderildi. Pehlivan’a Libya’da görev yaparken hayatını kaybeden MİT mensubunun kimliğini deşifre ettiği gerekçesiyle 2020 yılında hapis cezası verilmişti. Altı ay cezaevinde kalan Pehlivan başka bir suç işlememek şartıyla denetimli serbestlikle ceza evinden çıkmıştı. Bundan iki yıl sonra, Mart 2023’te ise yaptığı bir haber hakkında dava açılması nedeniyle mahkeme denetimli serbestliğin koşulunun ihlal edildiğine hükmederek Pehlivan’ın tekrar cezaevine girmesine karar verdi. Birkaç saat cezaevinde kalan Pehlivan Covid-19 izni ile tekrar özgürlüğüne kavuştu. Pehlivan denetimli serbestlik başvurusunda bulunmuş fakat savcılıktan olumsuz yanıt gelmişti. Silivri 2 Nolu İnfaz Hakimliğinden de henüz bir cevap gelmediği belirtiliyor. Öte yandan, Pehlivan’ın Covid-19 izinlisi hükümlülerin cezaevine tekrar girmesini önleyen düzenlemeden de yararlandırılmadı ve sonuç olarak Silivri’deki Marmara Cezaevine girdi. Mahkemeden kendisine olumlu yanıt gelmemesi durumunda Pehlivan’ın 8 ay daha cezaevinde kalması bekleniyor.

Bu arada Pehlivan’ın tekrar tekrar cezaevine girmesi siyasetçileri ve gazeteciler camiasının büyük tepki çekti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Barış Pehlivan gibi bağımsız ve cesur gazeteciler dün teslim olmadıkları gibi bugün de teslim olmayacaktır, gerçekleri daima yazmaya devam edeceklerdir” diyerek Pehlivan’a destek açıklamasında bulundu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) de yaptığı açıklamada tutuklama kararlarının bir cezalandırma politikası olduğuna işaret ederek “gazetecilik yapmak tutukluluk nedeni olmamalıdır” dedi.

Pehlivan’ın beşinci kez tutuklanması Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve adil yargılanma hakkının içinde bulunduğu durumu özetleyen bir gelişme. Pehlivan’ın denetimli serbestlik talebinin savcı tarafından reddedilmesi ve hâkim tarafından cevapsız bırakılması, ayrıca Covid-19 izinlisi hükümlülere sağlanan imkânlardan yararlandırılmaması hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Öte yandan, keyfi fakat sistematik hale gelen bu tür tutuklamalar gazetecilere yönelik bir baskı atmosferi yaratmakta ve medyanın yargılamalar ile nasıl sindirilmeye çalıştığını göstermektedir.

Belirtmek gerekir ki toplumun gerçekleri öğrenme hakkı, ancak sansür ve korkudan korunmuş gazeteciler sayesinde mümkündür. Ne var ki, Türkiye’de tutuklamalar bir tedbir olmaktan çok gazetecileri cezalandırmak için kullanılan bir baskı aracına dönüşmekte, bu da en nihayetinde toplumun güvenilir bilgi kaynaklarına erişiminin kısıtlanmasına neden olmaktadır.

Ayrıca gazetecilerin tutuklanmasının dolaylı olarak demokratik süreçlere zarar verdiğini de söyleyebiliriz. Bağımsız medya ve basın kuruluşları, hükümetin denetlenmesinde kritik bir rol oynadığından gazetecilerin tutuklanması onların bu fonksiyonlarını yerine getirmelerini engelleyebilir. Bu durumda, siyasî iktidarın etkisindeki medya ve basın kuruluşları tarafından kamuoyu yönlendirilebilir, gerçekler çarpıtılabilir ve halk yanıltılabilir. Bu da toplumun hak taleplerinin manipüle edilmesine ve kamusal meselelerin tartışılmasına aktif demokratik katılımını zayıflatabilir.

Sonuç olarak, gazeteci Barış Pehlivan’ın tekrar tekrar tutuklanması, adil yargılanma hakkına, basın özgürlüğüne ve bilgiye erişim hakkına yönelik ciddi bir saldırıdır. Türkiye’nin demokratik değerlere dönmesi ve basın özgürlüğünü güvence altına alması, adil ve özgür bir toplumun inşası için elzemdir.

* Ömer Faruk Şen – Ph.D. – Missouri Üniversitesi

BRICS’in Genişleme Süreci ve Türkiye

BRICS’in (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) 15. zirvesi Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’ta yapıldı. Johannesburg Zirvesi sonuç bildirgesi kısa vadeli bir etki vaad etmese de uzun vadede göz ardı edilemez bir kritik öneme sahip. Mevcut BRICS üyeleri, BRICS’in geleceği ve evrimi konusunda önemli kararlar aldı. Her ne kadar üye sayısının artırılması konusundaki tereddütler, Hindistan üzerinde yoğunlaşmış olsa da Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin “BRICS üyelerinin sayısının artırılmasını destekliyoruz” açıklaması genişleme konusundaki tereddütleri ortadan kaldırdı.

Bir zamanlar Türkiye’nin de dahil olacağı hatta adının BRICS-T olarak güncelleneceği söylentileri yayılan BRICS projesinin temelleri, ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrası Afganistan’a müdahalesiyle atıldı. Bu dönemde Amerikalı ekonomist Jim O’Neill, Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya’nın yükselen güçler olarak gelecekte önemli bir rol oynayacağını öngördü. Rusya da bu görüşü benimseyerek bu ülkelerle işbirliği yapmaya başladı. BRICS ilk toplantısı 2006’da düzenlendi. Ancak bu süreç boyunca salgınlar, ekonomik krizler, siyasi çatışmalar gibi pek çok zorluk yaşandı.

Halihazırdaki BRICS ülkeleri, dünya nüfusunun %40’ını, buna karşılık sanayileşmiş G7 ülkeleri %10’unu temsil ediyor. Bu ekonomik birlik aynı zamanda küresel GSYİH’nin de dörtte birini temsil ediyor. Eğer Suudi Arabistan, İran, Cezayir gibi petrol zengini ülkeler ile Malezya, Endonezya ve Mısır gibi büyük nüfuslu ülkeler de BRICS’e katılırsa, bu ittifakın daha da güçlenmesi muhtemel görünüyor.

Dünyanın yaşadığı 2008 finans krizi mevcut sistemin sarsılmasıyla alternatiflere yönelik ilgiyi artırdı. BRIC ülkeleri (Güney Afrika o tarihte henüz Birliğe katılmamıştı) ikinci kez bir araya gelerek daha adil bir küresel ekonomik düzen talep etti. Bu süreçte, üye ülkeler arasındaki farklılıklara rağmen, BRICS ülkeleri ekonomik ve siyasi açıdan güç kazanmaya başladı. Birliğin küresel finansal sisteme en önemli itiraz noktası ise “küresel Amerikan doları egemenliğini zayıflatmak” olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin de bu konuda çevre ülkelerle çeşitli girişimleri olmuştu ama bir sonuç alınamamıştı. Şu an Türkiye’nin BRICS’in yeni üyeleri arasında adının geçmemesinin nasıl bir dış politika ve uluslararası ticaret sistemini hedeflemesi gerektiğini açıkça gösteriyor.

Sürpriz Faiz Kararı

24 Ağustos 2023 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu (PPK) Hafize Gaye Erkan başkanlığında toplandı ve 750 baz puan (bps) faiz artırımı yaparak politika faizini yüzde 17,5’tan yüzde 25’e çıkardı. Toplantıdan önce piyasadaki medyan faiz artırımı beklentisi 250 baz puan seviyesindeydi. PPK aldığı bu sürpriz kararla aslında faiz artırımları konusunda ne kadar kararlı olduğunu gösterdi.

Daha önceki bültenlerimizde Şimşek-Erkan ikilisinin Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon sonuçtur” söyleminin ne kadar dışına çıkarsa o kadar başarılı olabileceklerine değinmiş, aksi halde ekonomik-malî yönetimin kredibilitesinin azalacağını belirtmiştik. Nitekim Para Politikaları Kurulu’nun bundan önceki iki toplantısında yapılan faiz artırımları yeterli olmadı ve bu ekip ciddi bir kredibilite sorunu yaşadı. Sonrasında Merkez Bankası başkan yardımcılıklarına tanınan ve alanında yetkin olduğu bilinen üç ekonomist getirildi. Bu ekonomistlerin göreve gelmesinden sonra bu faiz artışının yapılabilmiş olması şüphesiz ki bu insanların kredibilitelerine olumlu yansıdı.

* Enes Özkan – Ekonomist, İstanbul Üniversitesi


1 https://www.youtube.com/watch?v=Frvv-9U4oxo

2  Venedik Komisyonu, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216., 299., 301. ve 314. Maddelerine İlişkin Rapor, 2016, https://www.venice.coe.int/webforms/documents/?pdf=CDL-AD(2016)002-e , ayrıca bkz. Venedik Komisyonu, Son Dönemde Çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Medya Özgürlüğüne İlişkin Tedbirler Hakkında Görüş, CDL-AD(2017)007, 10-11 Mart 2017.

3 Dunja Mijatovic, Türkiye Ülke Raporu, Şubat, 2020, https://rm.coe.int/avrupa-konseyi-insan-haklari-komiseri-dunja-mijatovic-1-5-temmuz-2019-/16809c5187

4 Avrupa Komisyonu, Türkiye Raporu 2020, https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/sites/near/files/turkey_report_2020.pdf

5 Ömür Çağdaş Ersoy/ Türkiye, no. 19165/19, 15.06.2021

6Işıkırık/Türkiye, no. 41226/09, 14.11.2017; Bakır ve Diğerleri/ Türkiye, no. 46713/10, 10.7.2018; İmret/ Türkiye (no 2), no. 57316/10, 10.7.2018; Zülküf Murat Kahraman/ Türkiye, no. 65808/10, 16.7.2019; Daş/ Türkiye, no. 36909/07, 2.7.2019.

7 Parmak ve Bakır/ Türkiye, no. 22429/07 25195/07, 03.12.2019, para.77.

8 Vedat Şorli/Türkiye, no. 42048/19, 19.10.2021

9 Altuğ Taner Akçam/Türkiye, no. 27520/07 , 25.10.2011.

10 Selahattin Demirtaş/ Türkiye (no.2) [GC], no. 14305/17, 22.12.2020.

Önceki İçerikSAĞ İTTİFAK VE DEVA PARTİSİ
Sonraki İçerikTÜRKİYE’DE GELİR VERGİSİNİN VERGİ BİLİNCİ BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRMESİ